Üçüncü Bölüm

6.1K 457 76
                                    

Günler geçtikçe inadım son buluyor. Hem Nisa'ya hem de ağabeyine ayıp ettiğimi düşünüyorum. İnsanlara güvensizliğiyle bilinen biri olarak, bir başkasının tanımadığı kişilere temkinli yaklaşmasını neden bu kadar anlaşılmaz buldum bilmiyorum. Öyle çok ayıplandım ki zamanında, öyle çok yaktılar ki canımı, hiç istemediğim kadar alıngan bir kadın oldum. Bunun da çilesini hiç tanımadığım insanlar çekiyor.

Nisa'yla gerektiğinde asıl niyetlerimizi ortaya serecek kadar savurgan olabildik. Ama ağabeyini daha ilk tanışmamızda paylamam bana hiç yakışmadı. Aslında en çok, Eşref'e bu kadar sert çıktığım için pişman oluyorum. Onun duru bakışlarına çamur attığımı, onun temiz niyetini kirlettiğimin farkındayım. Ya da duygularımın esiri olduğum için onu kendi mahkememde temize çıkarmaya çalışıyorum.

Onun da evde olduğunu bildiğim bir saatte zillerini çalıyorum. Kapıyı Nisa açıyor, girebilir miyim diye soruyorum. Beni böylesine sıkılgan gördüğü için şaşırmış olsa da içeri davet ediyor. Tabii o kadar dik başlı ve hırçın çıkışlarımdan sonra kuyruğu indirip kapılarına süt dökmüş kedi gibi dayanmam bana bile normal gelmiyor.

Havadan sudan konuşurken gelme niyetimi açıklıyorum. Nisa'nın yüzü aydınlanıyor. Ağabeyinin odasına gidip bir iki dakika sonra çıkıyor. Eşref Yiğit ciddi bir yüz ifadesiyle içeri geliyor, onun ketum yüz ifadesini görünce bir an hiç konuşmayıp oradan kaçmayı düşünüyorum.

"Benimle konuşmak istemişsiniz." Soğuk bakışları direkt yüzümü hedef alıyorsa da en çok kırılan kalbim oluyor. Nisa'nın sessizce yanımızdan ayrıldığını fark etsem de ses etmiyorum. Başımı eğiyorum.

"Özür dilemek için gelmiştim." diyorum kısık sesle. Kısacık bir an ondan bir cevap gelmiyor. Sonra karşımdaki koltuğa oturduğunu fark edince başımı kaldırıyorum. İfadesinin yumuşadığını görmek beni cesaretlendiriyor. "Ben kız kardeşinizi çok sevdim. Sizin iyi insanlar olduğunuzun farkındayım... Sadece... sadece..."

"Anlamadan dinlemeden hüküm verdiniz."

"Öyle oldu biraz."

"Açık sözlü biri olduğunuzu anladım ve bu çok güzel bir özellik."

"Ben olsam ona patavatsızlık derdim." Diye bir itirafta bulunuyorum mahcup bir şekilde.

"Sık sık özür dilemek zorunda kalıyor musun?" Diyor sıcak bir gülümsemeyle. Ilık bir rüzgâr esiyor içimde. Benim gibi burnundan kıl aldırmayan insanların bağışlanmayı istemesi hiçbir zaman kolay olmamıştır. Beni küçük duruma düşürmemek adına işi şaka vurması çılgına çeviriyor beni. Bir tanecik sevgilim deyip coşkuyla sarılmak geçiyor içimden. Onun o kara çöllerine saatlerce dalıp gitmeyi çok istesem de, bakışlarımı çok fazla dokundurmuyorum. Bakmaya bile utanmak neymiş hep onunla keşfediyorum. Omuzlarımı dik tutmaya çalışarak boğazımdaki pürüzü gidermek adına küçük bir öksürükle söze başlıyorum,

"Yoo, genelde kuyruğumu hep dik tutarım da, bu defa yaş tahtaya bastığımı fark ettim."

Tebessüm ediyor, "Adın Zühre'ydi değil mi?" Diyor bildiğini tasdik etmek istercesine. Ben de onun evinde olmasam sen de Eşref Yiğit olmalısın derdim, fakat öyle baskın bir karakteri var ki bir an buna cüret edemiyorum. Adamı günlerce yaşı benden küçük diye çocuk gibi gören ben, neredeyse ağabey deyip eline sarılacak hale geliyorum. Hayretler içerisinde doğulu erkeklerin çok erken olgunlaştıklarını hatırlıyorum.

"Nisa da seni çok seviyor bu arada, günlerce kötü bir niyetin olmadığını anlatıp durdu. Onun doğru arkadaşlıklar edinmesi çok önemli benim için."

"Onun için doğru bir arkadaş olduğum konusunda şüphelerin vardır artık..." Yine ön yargılı olduğumu düşünmesin diye kendimi açıklamaya çalışıyorum. "Nisa benden 6 yaş küçük olmasına rağmen bazen benden çok daha olgun olabiliyor. Onun sakin duruşu çok iyi geliyor bana. Pısırık olmaması, kendi ayakları üzerinde durmaya çalışması ayrıca hayranlık uyandırıcı... Burada durup bıdı bıdı konuşup sırf kendimi affettirmek için kardeşini övdüğümü düşünmeni istemem. Sadece onu da üzmüş olduğum için çok üzüldüm. Yani ben onun için doğru bir arkadaş mıyım bilmem ama onun bana iyi geldiği kesin."

NamusHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin