O günden sonra, ben nedense aramızda o konuşma hiç geçmemiş gibi davransam da, o bana biraz mesafeli yaklaşıyor. Bir anda onun soğuğuna yakalandığım için afallıyorum. Onun dostluğunu da kaybettiğimi düşünmek çok korkutuyor beni.
Peşinde dolanıp bağışlanmak için ona yalvarmak geçse de içimden, bunu yapamayacağımı düşünüyorum. Böylesinin ikimiz için de daha iyi olduğunun tek farkında olan kişi belki de benim. Yine de bunu kabullenmekte zorluk çekiyorum. O benim ilk aşkım. İlk imkansızım, belki de son sevdiğim adam olacak.
Bazen onun alnına düşen saçlarını bile hayal edip özlüyorum. Gözlerinin manasına saatlerce dalmak, zamanı bir tek bu eylemle öldürmek istiyorum. Bana saatlerce saz çalsın, şarkı söylesin, sadece bana gülümsesin mesela… Kimseye dokundurmadığım saçlarıma şefkatle dokunsa misal, bana sevgilim diye seslenen ilk erkek o olsa… Küçük bir çocuk gibi sokulsam sıcağına, geçmişin cehennem kuytularından beni söküp olsa… Kıvrılsam koynunda, açmaya cesareti olmayan tomurcuk bir gül gibi…
Yapamam, kazanamayacağım bir savaşa girmeye hazır değilim. Sevgilisi olmayı zaten geçtim, ama dostluğunu neden esirgiyor benden?
Günlerce gözüne görünüyorum bir şekilde, öyle gurursuz davranıyorum ki, sürekli ona laf dokunduruyorum, sürekli yamacında dolanıyorum ama ne yapsam da bana pas vermiyor. Delirmek üzereyim, üzgün olmaktan çok kızgınım ona.Bir gün üçümüz de birlikte durağa doğru yürüyoruz.
"Ağabey annemi daha ne kadar erteleyeceksin ki? Önünde sonunda evleneceksin!"
"Ben de bir gün evleneceğimi biliyorum, ama onun istediği biriyle değil!"
"Nasıl biriyle? Ağabey, bizimkiler senin türkü barda falan çalıştığını bilmiyor ama... ama eğer oradan birini bulup getirirsen vallahi seni de evlatlıktan reddederler, işbirlikçinim diye beni de."
Gülüyor, "Saçmalama." Diyor.
"Siz iki kardeş duyguları ne kadar da hafife alıyorsunuz?" İçimdeki yılan zehirli dişlerini ona geçirmek için fırsat kolluyorken bu defa onun da sabrı taşıyor galiba. Bir anda durup sert bakışlarını üzerime dikiyor. Zaten onun yanında kısa duran boyum daha da küçülüyor kızgın bakışları altında.
"Bunu sen mi söylüyorsun?"
Ee haklı, hem bu iş olmaz de, hem de duygularını önemsememekle suçla adamı!
İkimizin arasında bakışlarını gezdiren Nisa'yı fark edince ne demek istediğimi bir örnekle açıklamaya çalışıyorum.
"Diyelim ki bir kadını sevdin, hani gönül bu, insanın elinde olmaz. Diyelim ki bu kız hayatında olmaması gereken biri... ailenin asla istemeyeceği biri, aslında senin de normalde hayat hikayesini bilsen yolunu çevireceğin biri... Ne yapardın?"
Meydan okuyarak bakıyor bana. "O biri kabul etse dünyayı bir sözüne bakar yakarım."
Onun bu cesareti, sevgi konusunda sınır bilmez halleri nefesimi kesiyor. Sevinmekle birlikte kahroluyorum. Ben bu adamı hak etmiyorum.
"Ailenle karşı karşıya kalacaksın. Hiçbir zaman affetmeyecekler seni, buna rağmen nasıl gönüllü olursun?" diye mırıldanıyorum. Nisa sessizce ikimizi takip ediyor.
"Ben her insanın hayatında sadece bir kere gerçekten sevebileceğine inanıyorum Zühre. O birinin dışındakiler yanılmalardan ibaret."
"Zühre haklı ağabey, annem bar köşelerinden tutup getirdiğin kadını ölse de gelin diye sokmaz bizim aileye. Babamı zaten biliyorsun!"
Bakışlarımı indiriyorum. Sevinmeye bile fırsatım olmadan biri gerçekleri tokat gibi yüzümüze çarpıyor ve böyle devam ederse çarpmaya da devam edecek.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Namus
Storie d'amore-TAMAMLANDI- Aslında namussuz damgası yemem herkes açısından daha kolaydı. Ailemin isteği dışında bir erkekle ilişkiye girmiş olmam, hatta gayri meşru bir çocuğumun olması, evliyken başka bir adama kaçmam veya kötü yola düşmem tecavüz mağduru olmamd...