On dördüncü Bölüm

3.7K 479 127
                                    

Ertesi gün Oğuz yeniden evi arıyor. Yalnız buluşacağını, babamı getirmeyeceğini söylüyor. Ona haksızlık ettiğimi düşünerek fazla itiraz etmiyorum. Bir kafede karşılıklı oturduğumuzda ikimizin yüzündeki sıkıntılı ifadeyi silip atacak hamleyi yaparak konuşuyorum,

"Dün için kusura bakma. Gelmemeniz gerekiyordu."

"Ne zaman gelmeliydik? Bu kırgınlığın geçmesi için bir ömür yetmez abla." Başını eğiyor. "Bak, ben seni çok düşündüm... İnanmayacaksın, ama sen benim tek derdimsin yıllardır. Senin o sessiz varlığın, bütün kötülükleri tek başına göğüslemen, yıllarca... yıllarca tek başına savaşman çok dokundu bana." Gözlerini ovalıyor, bakışlarını benden gizliyor. "Doğdum, annem babam vardı, bir de sen vardın. Ben senin dünyana doğdum abla, sensiz olmayı gidişinle öğrendim. Sana acımasızca gelecek, yıllar sonra anladım sana evde yapılan o muameleyi... Ama keşke gitmeseydi dedim hep. Ablam beni bırakıp gitmeseydi... Biraz daha büyük olsaydım koruyacaktım sanki seni."

"Oğuz..."

"Abla, biz o gece... o gece düğünden döndüğümüzde kağan annemin kucağında uyukluyordu... Ama ben... ben gördüm senin ne halde olduğunu." Diyor titreyen sesiyle.

"Sus." Diyorum keskin bir sesle.

Susmuyor. Acı bir tebessüm yokluyor dudaklarını. "Ama en çok seni nasıl hatırlıyorum biliyor musun? Önlüğümün yakasını hep sen iliklerdin. Annem gibi ittire kaktıra yapmazdın, sakin bir şekilde düğmeyi geçirir sonra da saçlarımı okşardın. Her sabah aynı yalanı söylerdin bana, "Çok yakışıklı oldun." İnanırdım abla. Sen söyleyince gerçek gibi gelirdi... Başka diyarlara ait bir peri gibiydin. Dingin gülümseyişin, olgunluğun, insanlara olan sevgin... Okuldan geldiğinde evde koşturup anneme yardım eder, sana arda kalan zamanlarında da kitap okurdun. Annemin söylenmelerini sabırla dinler sesini çıkarmaz, ona her seferinde anne demekten vazgeçmezdin. Ben senin neşeli kahkahalar attığını hiç görmedim be abla... Senin mutsuzluğun içime oturdu benim."

"Boş ver Oğuz, boş ver! Geçti gitti!" Hüzünlü bakışlarımı onun gerçekten mutsuz görünen yüzüne dikiyorum.

"Geçmemiş abla! Keşke geçseymiş... Şu an eline bir kitap tutuştursam, 15 sene önceki ablam karşımda oturuyor derim. Acı içinde yer etmiş senin. Bir anne, benim annem, sen daha küçükken hayatını mahvetti. Ben bu gerçeği fark etmedim mi sanıyorsun?  Ben onu hiç affedemiyorum, ama sen bana merhamet et abla, yalvarırım bana bir şans ver."

Yüzümdeki acının mesuliyetini kimseye vermem, bu başarı yalnızca bana ait. "Ne istiyorsun benden? Anlamıyorum seni.."

"Kardeşin olmak istiyorum."

Boş bulunup gülüyorum. "Sen zaten benim kardeşimsin."

"Abla inatçılık etme."

Kimsesiz olmaktan çok yoruldum, bu gidişle bir başkasıyla aile olamayacağım da artık ortada. Suçsuz olduğunu bildiğim birine başkalarının günahlarını yüklememem gerektiğini de biliyorum. Hem onu biliyorum, tanıyorum ne yapsam da kanımı canımı yabancı sayamıyorum. Ama geçmişten biri geleceğe taşımak zor olacak benim için, çok zor olacak...

"Bu dediğin bir günde olabilecek şeyler değil. Zaman gerek, tahammül gerek... Ama sana telefon numaramı veririm. Antep'teyken de beni istediğin zaman ararsın. Sürekli iletişimde kalırız, oldu mu?"

Hemen yüzü aydınlanıyor. "Ben Ankara'da okuyorum abla. Sık sık gelirim görüşürüz. Hem belki sen de gelmek istersin." Diyor neşeyle.

"Hadi ya, o kadar büyüdün mü sen?" Diyorum alayla. "Ne okuyorsun bakayım?"

NamusHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin