On yedinci Bölüm

3.8K 448 112
                                    

Akşam yemeğinden sonra Eşref üniversiteden bir arkadaşında kalıyor. Gece bana otobüsle gideceğimizi söyleyince şok geçiriyorum. Sonra yavaş yavaş taşlar yerine oturunca Eşref Yiğit'in uçak korkusu olduğunu bilmek bir hayli eğlendiriyor beni.

"Zaten seni karşılamama izin vermemenden anlamalıydım! Ta Kars'tan İzmir'e otobüsle mi geldin Eşref!"

"Alakası yok. Ankara'ya kadar doğu ekspresle geldim, uçağa gerek yoktu."

"Uçaktan bu kadar korkuyor musun?"

İnkâr edip duruyor ben de üstelemiyorum. Biraz da emri vaki yaparak uçak biletlerini alıyorum. Zaten oldukça zor geçecek bir tanışma gününün öncesinde saatlerce yolculuk edemeyeceğimin farkında değil sanırım.

Cavidan'a olan biteni anlatıyorum bu arada, en az benim kadar mutlu oluyor, ilk çocuğumun adını onun  koyacağını hatırlatıp duruyor. Mutlu, ama aynı zamanda ne olacağını kestiremediğim bir yolculuğa hazır olduğumda Eşref'le buluşup havaalanına gidiyoruz.

Uçağa bindiğimizde öyle tedirgin ki bir ara uçak havalanmadan vazgeçmeyi düşünüyorum. Uçak uçuşa hazırlanırken Eşref sımsıkı elimi tutuyor. Kemerin izin verdiği ölçüde ona sarılıyorum, sanki korkan benmişim gibi.

"Korkuyor musun?" Diye soruyor bana gergin bir sesle.

Tebessüm edip, "Hı hı" diyorum.

Bana daha sıkı sarılıyor, "Korkma, ben varım." Diyor. Tebessümüm neşeli bir gülüşe dönüşüyor. Uçak havalanınca Eşref'in de gergin bedeni gevşiyor. Başımı kaldırdığımda yüzündeki ifadeden biraz rahatlamış olduğunu görüyorum.

"Korktuğun kadar yokmuş, değil mi?" Diye soruyorum.

Bana şaşırarak bakıyor, "Ne fenasın Zühre!"

Kars'a vardığımızda bizi havaalanından Eşref'in ağabeyi alıyor. Nisa da onunla birlikte gelmiş, rahat etmem için sanırım. Çekingen, nasıl davranacağını bilememenin eşliğinde bir hoş geldin savurup sarılıyor bana. Eşref'in ağabeyi uzaktan bir baş işaretiyle yetiniyor, bunu daha kabul edilebilir buluyorum. Kırklı yaşlarında, sakin ve ağır başlı bir duruşu var adamın. İfadesinden bir şey okumak da mümkün değil esasen. Bir kere göz göze geldik mi emin bile değilim. Başı daima eğik, benim hakkımda konuşurken bile sanki ben orada yokmuşum gibi davranıyor. Yıllardır böyle bir muameleyle karşılaşmadığım için nasıl karşılık vermem gerektiğini bilemiyorum. Acaba, tokalaşmak için elimi uzatma gafletinde bulunsam ağabeyi ne yapacaktı?

Eşref yanımda getirdiğim küçük çantayı bagaja koyup arabanın sağ arka kapısını açıyor, biniyorum.  Ağabeyinin bize tuhaf tuhaf baktığını görüyorum, sıkılıyorum. Yanıma Nisa oturuyor.

Nisa söze karışıyor, "Yolculuğunuz nasıl geçti?" Utana sıkıla soruyor.

Ne diyeceğimi bilemiyorum, Nisa'ya olan kırgınlığıma rağmen kendimi konuşmak için zorluyorum. "İyiydi, bizi fazla yormadı."

Bizim sessizliğimiz arasında Eşref ile ağabeyinin konuşmasına kulak misafiri oluyorum. "Nasıl bindin oğlum sen uçağa, Allah muhafaza kalp krizi falan da geçirmemişsin?"

Eşref hem öksürüyor gibi yapıp hem ağabeyine kaş göz işareti yapıyor. Gülümsememi tutmakta güçlük çektiğim için camdan dışarıyı seyrediyorum.

Kars'ı beklediğimden daha iyi buluyorum. Hatta böyle bir yerin Türkiye'de var olduğundan bihaber olduğum için sinirleniyorum. Bazı tarihi yapılar sanki bu zamana ait değilmişim gibi hissettiriyor. Kısa rus binalarının arasında, Eşref'e, doğup büyüdüğü yere beslediğim hayranlığı gösterebilmek isterdim ama imkanlar el vermiyor.

NamusHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin