23. Bölüm FIRTINA

6.2K 398 26
                                    

Hepinize iyi okumalar diliyorum. Multimedyada Gülce'nin safir taşı var.

Cihangir , telefonu cebine koyup atölyeye doğru ilerledi. Taşların tam vaktinde geldiğini, yokluğunda Gülce'yi oyalayacağını düşünerek az önce aldığı haberin etkisinden kurtulmaya çalıştı.

Ali Kemal'i ve yanındakileri Dubai'de anlaşma yapana kadar misafir edeceğini söyleyen adama yapacağı işkenceleri uçakta düşünmek üzere zihninden uzaklaştırdı. Araplar oldukça korkmuş olmalılar diye düşündü. Ali Kemal'i öldürmeyip anlaşma yapmak istemelerinin başka açıklaması olamazdı. Silah kaçakçılarıyla masaya oturacağını düşünmeleri de ayrıca ironiydi. Gülce'nin hayatta olduğundan haberi olan herkesi öldürmüştü. Gülce burda kaldığı sürede güvende olacak diye içinden kendini teskin etti. En son istediği şey yüzüp yüzüp kuyruğuna geldiği temizliğin yarım kalmasıydı. Aksi halde bir ömür Gülce'yi burda tutmaya yetecek gücü olamayacak sonunda yenilecekti. Er ya da geç tekrar saldıracaklardı. Aklında hep ; "hiç bir av yaraları bırakılmaz " lafı dönüyordu. İstedikleri anlaşma yaralarını sarmayacak aksine güçlendirip intikamın gücünü artıracaktı.

Odasından çıkarken her şeyin nedeni olan sevgilisinin yanına gidip vedalaşması gerektiğinin bilincinde  durup aklını dindirdi. Her şey bekleyebilirdi şimdi. Açık kapıdan içeri bakıp , ışıldayan gözlerle etrafı inceleyen kıza daldı. " uğruna dünyayı yakmaya gittiğimi bilse " diye geçirdi içinden. "Daha mı çok severdi, korkup kaçar mıydı? " Artık yalan yok demişti , her şeyi anlatmaya , omuzlarındaki yükten kurtulmaya çok ihtiyacı vardı ama her dakika merak içinde kendini bekleyeceğini düşününce vazgeçti. "Döndüğümde " diye fısıldadı istemeden.

Kapıda duran adamı görünce kalp atışlarının hızlandığını farketti Gülce. Nasıl olur da yıllardır aynı heyecanı hem de her seferinde artarak yaşadığına şaşırdı. Cihangir yakışıklıydı, yakışıklıdan öte güzeldi. Gözleri, bakışları, biçimli dudakları, yapılı bedeniyle ulaşılmaz gibi karşında duruyordu. Böyle bir adamın aşık olması üstelik kendine aşık olması Gülce'nin hayatındaki en değerli şeydi. Hissettiği mutluluk ve heyecan ile koşarak sarıldı sevdiği adama.  Gideceğini anlamış gibi daha sıkı sardı kollarını.

Böyle bir anı beklemeyen Cihangir önce şaşırdı sonra sevgi ve minnet dolu kucaklamaya kendini teslim etti. Gitmeden önce tüm hücrelerini Gülce ile doldurmak , neden hata yapamayacağını sürekli hatırlamak istiyordu. Mırıltı halinde kulaklarına dolan sesi dinledi Cihangir ;
"teşekkür ediyorum " diyen sevgilisine dönüp;
"Bunlar hiç bir şey sevgilim, senin için daha özel bir taşın peşindeyim "dedi.
Teşekkürünü istediği zaman kendisinin de elde edebileceği atölye ve taşlar için olduğunu düşünen Cihangir'e kafasını kaldırıp
"Hayır sadece beni sevdiğin için teşekkür ediyorum " dediğinde Cihangir mümkünmüş gibi daha da aşık oldu Gülce'ye.  Tam cevap verecekken kollarını çözen kız devam etti ,
"Pembe elmas arıyorsun değil mi? " diye sordu az önceki duygusal halinden çıkıp neşeyle.
Pembe elmas aradığını tahmin etmesine şaşırmayan Cihangir bulduğu zaman Gülce'ye kendi için yüzük yapmasını isteyecekti. Tasarımı kendisinin yapacağı yüzük ile evlenme teklifi etmeyi yıllardır hayal ediyordu. Gülce normal kadınlar gibi mücevherle mutlu olan biriydi. Tek fark işlenmemiş olmalarıydı. Dolayısıyla evlenme teklifi yapacağı yüzüğü başka bir tasarımcıdan alması mümkün görünmüyordu.

Gülce'nin sorusuna gülümseyerek cevap veren Cihangir ;
"Bir eksiğin var mı ?" Diyerek eliyle atölyeyi gösterdi. Gülce elini takip ederek etrafına bakınıp yutkundu. Bu ciddi bir istekte bulunacağı anlamına geliyordu.
"Marcus ve Leman 'ı buraya getirmeni çok istiyorum. " dedi ve Cihangir 'in gözünden geçen ifadeyi yakaladı.
"Çaresizlik "
Cihangir, böyle bir isteğin geleceğini nasıl düşünemediğine kızarak , Gülce'ye doğru bakışlarını yöneltti. Cihangir 'in tutuk tavrı karşısında Marcus 'u kıskandığını düşünen Gülce açıklama yapmak için aceleyle ,
"Marcus yıllardır benimle birlikte, o olmasaydı hayatım nasıl olurdu düşünmek bile istemiyorum. Ailesini kaybetmiş Cihangir, küçük oğlunu ve karısını. O yüzden başta bir az soğuk gelebilir ama tanıdıkça çok seversin eminim. Lütfen o da burda bizimle yaşasın."
Cihangir Gülce'nin anlattıklarını zaten bildiğini düşünerek ilgiyle dinliyormuş gibi görünmeye çalıştı. Kıskanacağını düşünmesi çok yerindeydi. Marcus'u İngiltere'den tanıyordu. Küçük bir barı vardı ve akşamları hep kalabalık olurdu. Zaman içinde dost olmuşlardı.  Bir akşam Marcus'un panikle kendinden yüklü miktarda para istemesiyle ters giden bir şeyler olduğunu anlamıştı. Parayı vermişti ancak ailesini kurtarmasına yetmemişti maalesef. Sonrasında barı öylece bırakıp kayıplara karışmıştı. Gülce'nin peşinden İtalya'ya gittiğinde tekrar karşılaşmışlardı. Marcus kimseyi tanıyacak halde değildi. Kaybettiği ailesi Marcus'un insani tarafının önemli bir bölümünü de götürmüştü. Kendine getirmesi baya zaman almıştı fakat eline verdiği yeni hayat ile hem Marcus'a hem de Gülce'ye büyük bir iyilik yapmıştı. Kendini Cihangir'e daima borçlu hisseden adam zamanla Gülce'nin kişiliği ve yaşadıklarıyla kendini Gülce'ye adamıştı. Bu iş bittiğinde eğer kendi de isterse istediği ülkede istediği hayatı kurmasını sağlayarak minnetini gösterecekti.

KRAL'IN YARASI  (tamamlandı) Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin