İlerleme

509 77 3
                                    

Sadece iki dakika içerisinde, özelleştirilmiş savunma oluşumu harap olmuştu.

Buna zıt olarak, yirmi üç kişiden oluşan düşman grubunun hiç zayiatı yoktu. Yorulmaksızın katliama devam ediyor ve durdurulamaz bir şekilde ilerlemeye devam ediyorlardı.

İnce taş köprü, resmen cehenneme doğru olan bir yola dönüşmüştü. Düşmanların direnmesi için hiçbir yol yoktu. Yalnızca yavaş yavaş sonları ile yüzleşerek, Azrail'in çağrısının altında çığlık ve feryatlar atarak ölüyorlardı.

Hızlıca kalan dört kuşatma merdivenini de köprüden itip, onların nehrin serin sularıyla tanışmalarını sağlamışlardı. Bu merdivenler, saniyeler içerisinde süratli akıntı tarafından yutularak gözden kaybolmuştu.

''İleri!''

Yirmi üç adamın bağırışları, gökyüzünü uyumlu bir şekilde sarsıyordu. Güçlü adamlar vatanlarının işgal edilmiş olmasından dolayı öfkelilerdi. Tereddütsüz bir şekilde krallarını takip etmeye devam ederken, kanları da kaynamayı sürdürüyordu. Yirmi üç canavar, cehennemdeki bir kan havuzunda şöyle iyice bir yıkanmış da gelmiş gibi görünüyordu; vücutlarındaki her bir parçadan kan damlaları düşüyordu.

Dört ya da beş yüz metre kadar ileri gitmiş ve köprüyü yarılamışlardı.

Kuşatma merdivenlerini yok etmelerinin ardından sıradaki hedefleri, daha önceden belirlendiği üzere mancınıklardı. Ama köprü ilerledikçe daha da inceliyordu ve merkezine ulaşıldığında, yalnızca iki metrelik bir genişlik olduğu görülüyordu. Ayrıca, burası köprüdeki en tehlikeli bölgeydi. Hızlı akıntı, bir şekilde büyük bir girdap yaratmış ve köprünün hemen altında, belirli aralıklarla mevcut olan garip bir emme, yutma kuvveti oluşmasını sağlamıştı. Eğer sıradan bir insan buna dikkat etmezse, kesinlikle nehrin içine çekilir ve yok olurdu.

Savaş devam ediyordu.

Fei sadık güçlü adamlarıyla birlikte ilerlemeye devam ettikçe, altı mancınığa daha da yaklaşıyordu. Arka taraflardaki Chambord surlarının üstünde herkes düzenli bir şekilde alkış tutuyor ve coşkuyla bağırıyordu ve neşelilerdi. Askerler ve yeni başlamış erler haykırıyor, savaş alanı haline gelmiş yoğun köprüye tüm enerjilerini seslerine yükleyerek destek vermeye çalışıyorlardı.

Savaş esnasında bazen en korkak ve zayıf vatandaşlar bile surun üstüne tırmanıyordu. Savunmaya yardım edecek çeşitli araç gereçler tutuyor ve sevdikleri krallarının, düşmanların ortasına dalışını ve intikamlarını alışını izlerken delicesine bağırıyorlardı. Bu olay ruhlarının derinliklerine kazınmıştı ve muhtemelen bunu, bu olay geçtikten sonra dahi hiç unutamayacaklardı.

Angela tüm güzelliğiyle izlemeye devam ederken, Emma da onun yanında görülüyordu. Korkuyorlar ve gözlerinin üstüne, sanki bir korku filmi izliyorlarmışçasına ellerini yerleştiriyorlardı. Ancak Fei için tasalanmalarından dolayı parmaklarını açıp, aralardan savaş alanını gözlüyorlardı. Tehlikeli bir durum görüldüğü anda çığlık atıyor ve birbirlerine sarılarak, her seferinde de Fei'nin durumun icabına bakmasıyla neşeleniyorlardı.

Bir numaralı savaşçı Lampard da surun üstünde sağlam bir şekilde duruyordu.

Savaşın en başında Fei'nin surun üstünden atlayıp Kalkan Sığınağı-Ejderha Mızrağı Düzeni'ni yok ettiği andan beri, Üç Yıldız Seviyesi'ndeki bir savaşçı olarak Lampard durumu çok daha iyi bir şekilde anlayıp kavrayabiliyordu. Yüz ifadesi sakin ve soğuk olsa da Alexander'ın gücü, zihninde bir fırtına yaratmıştı. Alexander'ın en azından üç farklı, gizemli ve aynı zamanda son derece kuvvetli güç tiplerine sahip olduğu açıktı. Korkunç bir fiziksel güç, beyaz soğuk bir enerji ve İlahi Şövalyeler'inkine benzeyen bir ilahi enerji... Bu Lampard'ın hipotezini doğrulamıştı. Gözetleme kulesinde dört farklı güç tipi göstermiş olan kişi genç Kral Alexander'dan başkası değildi.

''Alexander'ın normale dönüp böylesine güçler elde etmesini sağlayan şey tam olarak ne ki?.. Görünüşe göre gerçekten de Savaş Tanrısı...''

Lampard bunu kafasına pek takmamıştı.

Ama kalbinin derinliklerinde, Alexander'ın bu gizemli mucizelerini sürdürmesini istiyordu. Aniden duygusallaşmış ve kafasını yukarıya doğru kaldırıp mavi, tertemiz gökyüzüne bakmıştı. Tanıdık bir yüz görmüş ve memnun olmuş gibi görünüyordu, ''Eski dostum, cennetten oğlunun ne kadar güçlü ve cesur olduğunu görebiliyorsun, değil mi? Belki bir gün, o çok daha güçlenir ve hala kayıp olan Helen'i bulmamıza yardım eder...''

***

Zuli Nehri'nin güney yakası, bir tepenin üstünde.

''İmkansız, bu imkansız! Siktir ya... Birisi bana bunun nasıl gerçekleşebildiğini söyleyebilir mi? Böyle bir şey nasıl olabilir?! Bu herif bir İlahi Şövalye mi? Çift savaş halkalı bir İlahi Şövalye mi?! Daha önce açıkça hiçbir enerjiye sahip değildi... Benim kalkan sığınağı düzenim... Bağışlanamaz! Ulan ben size düzeni askerlerle oluşturmanızı söylemiştim, savaşa asker yerine tavuklarla falan mı gittik?!''

Gümüş maskeli şövalye savaş alanına bakıyordu. Daha önce sakin ve aklı başında olsa da şimdi biraz mızmızdı.

Gördüğü şeylere inanamıyordu.

Gurur duyduğu elit düzeni bir grup köpeğin arasında kaybolmuş, yıkılmıştı.

Öfkeliydi; mavi bir enerji vücudunun etrafında ortaya çıkmaya başlamış ve etraftaki sıcaklığı birkaç derecede düşürmüştü. Soğuk enerjisinin tamamını yayıyor olan bir buz dağı gibiydi. Elindeki at kamçısı donarak bir buz saçağı haline gelmiş ve kırılarak buz parçalarına dönüşmüştü.

Geçmişte bir şey onu bu kadar utandırmış mıydı?

Yenilmez olduğuna dair güveninin tam olduğu stratejisi, yirmili sayılardaki düşük sınıflı insanlar tarafından parçalarına ayrılmıştı. Gurur duyduğu, üzerinde ağır çalışıp ter döktüğü Kalkan Sığınağı-Ejder Mızrağı oluşumu iki dakika bile dayanamamıştı. İki dakika! Et ve hurda yığınlarına dönüşmeden, askerlerine emir vermesi için bile zaman olmamıştı!

Bu ani bozgun, oldukça kibirli olan ve hayatında hiç hayat kaybetmemiş gümüş maskeli savaşçı için dayanılmazdı. Ona göre bu, o kendini her şeyi kontrol edebilen bir Tanrı gibi hissederken onun, kirli bir dilenci tarafından yumruklanıp yere fırlatılması gibiydi. Dahası, bu kirli dilenci Tanrı'nın yüzüne kirli ve çıban dolu ayaklarıyla basmıştı.

''Yemin ediyorum ki, ben bu pis krallığı fethettikten sonra tek bir canlının bile içeride sağ kalmasına izin vermeyeceğim! Chambord'un kirli kölelerinin tamamının derisini yüzüp bu köprüye asacağım! Et ve kemiklerinden köfte yapıp bu pervasız krallarına yedireceğim!''

Gümüş maskeli savaşçı öfkeyle bağırdı.

Mavi enerji alanı etrafında dolaşıyordu, hızlıca genişlemişti. Beyaz, soğuk bir enerji patladıktan sonra atındaki eyer don tabakasına dönüşmüştü. Sürüyor olduğu, oldukça değerli olan savaş atı donmuş ve bir buz heykeline dönüşmüştü. Et ve kanları bir anda donmuştu.

Arkasındaki kara şövalyeler tek bir şey söylemeye dahi cüret edememişti. Başlarını eğmiş ve ağızlarını kapatmışlardı. Kara şövalyelerin sürüyor olduğu atlar da tehlikeyi hissetmişti. Rahatsız olmalarıyla gözleri dolarken, geri çekilmişlerdi. Gümüş maskeli savaşçıya, kana susamış öfkeli bir yaratığa bakıyormuş gibi bakıyorlardı.

Tepenin üstündeki hiç kimse bir ses çıkarmıyordu.

Kralım Çok Yaşa!Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin