İzmir'in soğuk kış gecelerinden birinde yatağıma uzanmış çok sevdiğim Aşk ve Gurur dizisini izliyordum. Sırtımı yatağımın demirine yasladığım yastığa dayamıştım. Elimde koca bir kase dolusu cips vardı. Annem ve babam dışarı çıktıklarından, vicdanım rahat bir şekilde bunu yiyebiliyordum. Eğer biricik anneciğim elimdeki bu yağ patlağını görürse kesin yine dilinden kurtulamazdım.
“Bu güzel yüzünde sivilceler patlayacak Yekta! Sonra gelip bana ağlıyorsun! Bir dahakine seni teselli etmeyeceğim, haberin olsun!”
İçimden onu taklit ederken güldüm. Bazen çok komik bir kadın oluyordu; ama yaşlandıkça eski formunu kaybediyordu. Babama göre, annem gençken çok hareketli ve deli dolu bir kadınmış. Bunu her seferinde onun yüzüne vurmaktan geri kalmıyordu.
“Ben halen gencim!” demesi kulaklarıma çalınınca gülmeden edemedim.
Belki de sekiz bin elli kez izlemiştim bu sahneyi ve hala heyecanla bakıyordum.
Mr. Darcy, uzun boyu, gür siyah saçları ve güzel kahverengi gözleriyle içeri adeta yakışıksız bir şekilde giriyor ve Elizabeth'in önünde hızla başını eğip, onun sağlığını soruyordu. Burada Colin Firth'e aşık olmamak imkansız bir durumdu. Hele ki, o bakışlarıyla Elizabet'in gözlerinin içine dalıp, ona olan imkansız aşkını açıklayıp, çaresizce ona yalvarırken...
Elimi gayriihtiyari cips kasesine daldırdım ve gözlerimi bile ayırmadan sahneyi izlemeye devam ettim.
“Kendimle çok savaştım. Ama işe yaramıyor.”
Onun çaresizliği karşısında derin bir iç geçirdim.
“Hislerimi bastıramıyorum. Sizi nasıl deliler gibi sevdiğimi söylememe izin verin.” deyip heyecandan nefessiz kaldığını gördüğümde, ben de nefesimi tutmuştum. Bir erkeğe aşık olmak bu kadar yakışabilir miydi? O sırada, ağzımdaki cipsleri çiğnemediğimi fark ederek, yemeye çalıştım.
Ama sevgili Darcy'min, Lizzie'yi yerin dibine sokup sokup çıkarması sırasında öfkeyle kaşlarımı çattım. O zamanlar statü ve para sahibi bir erkeğin ne kadar da ruhsuz olduğunu görerek şaşırıyordum.
“Size iltifatlar sunabilirim; ama gizlilik midemi bulandırır.” dediği an tekrar adama aşık olmuştum. Lizzie ne derse desin, böylesi dürüst bir erkeği başka bir yerde bulamazdı.
Neyse ki aramamıştı da..
Annemin sesini duyduğum an panik bedenimi doldurdu. Öncelikle diziyi durdurdum, hemen ardından elimdeki suç aletini yatağın kenarına doğru hızla ittim. Parmaklarımdaki baharatları yalayıp delileri yok ettim. Koşar adım çiçek kokulu deodorantımı alıp, odanın her köşesine büyük bir titizlilik ve hızla sıktım.
Tam kendini yatağıma atmıştım ki, kapı çalındı ve hemen ardından annem içeri daldı.
“Hayatım, hala oturuyor musun?”
Başımı yastığıma dayanmış, mahrur gözlerle anneme bakıyordum. Yüzümde her şeyin güzel olduğunu dile getiren gülümsemem vardı. Annemi böyle kandırmak hoşuma gidiyordu, çünkü o zamanlar aklı başından gidiyordo ve beni tıpkı şeye benzetiyordu..
“Ah, bir melek gibisin..”
Yanıma gelerek yatağımın üzerine zıplayınca, yatağımın üzerinde hep birlikte yaylandık.
“Ne yaptın bakalım biz yokken tatlım?”
Ellerimin tersini yüzümden geçirip gerindim ve esnedim. Annemin ela gözlerine bakıp sessizce cevap verdim.
“Biraz ders çalıştım, biraz telezivyon izledim ve yatmadan da dizi izleyeyim dedim.”
Annem, parmağımla işaret ettiğim bilgisayarıma baktı ve kaşlarını bıkkınlık bir ifadeyle tuhaf şekilde çattı.
“Yine mi Darcy? Bıkmadın mı bu adamdan? Hani dizi heyecan verse yine bir şey demeyeceğim ama, hep aynı şeyler.”
Annemin gözlerini elleriyle birlikte sağa sola hareket edişini izlerken çok eğleniyordum. Babama göre bu hareketi yeni edinmişti. Yaşlılığından kaçıp, eski hareketli günlerini hatırlamak için yaptığını iddia ediyordu her zaman. Ama annem henüz kırk iki yaşındaydı. Eğer onu yaşlı olarak görüyorsa, elli yaşına gelen kendisiydi, öncelikli olarak kime bakması gerektiğini bilmeliydi. Yine de babamın onu çok sevdiğini, hala aynı tazelikte kıskanıp, üzerine titrediğini biliyordum. Sadece annemin üzerine giderek huysuz bir delikanlı gibi davranıyordu. Ve bu çok hoştu, çünkü çoğunlukla beni keyifli kıkırtılara sürüklüyordu.
“Sevgili Elizabeth, çok bilmiş kızımız, adama ayar oluyor. Darcy, gerçekleri açıklamıyor, yanlışlar yanlışlara ekleniyor, tartışmalar yaşanıyor, biri diğerini küçümsüyor, sonra kızımız nefretle doğan aşkını kabul ediyor ve evleniyorlar.” Komik annem yorgun gözlerini çevirip bana baktı. “Bizim Türk filmlerimize benziyor aslında biliyor musun?”
Kaşlarımı çatıp ona baktım. Altından ne çıkacağını merakla bekliyordum.
“Köylü güzelimiz Kezban, babası tarafından alınır ve o sırada esas oğlana aşık olur. Tabii bundan da aşk ve nefret kaçınılmazdır. Tek fark burada Lord ve Leydi yok..” Aslına bakarsan diyerek kaşlarını çattı, “Kezban'dan güzel bir leydi olurdu.”
Annemin saçmalıklarını dinledikten sonra kahkahalarla gülüyorum. Benim Darcy'ime kimsenin yetişemeyeceğini anlayarak, üzerimde baskı kurmaya devam ediyordu. Neyse ki babam odaya dalıp, beni bu işkenceden kurtardı.
“Tatlım sen ne dersen de, sevgili kızımız Yekta yeni nesile ayak uyduracak ve kendisinin bile en fazla beş kez izlediği dizi oyuncusu Colin Firth'i hayranlıkla seyredecek.”
Babamın sözleriyle göz kenarlarım sevgiyle kırışmıştı. Ve babamın yakışıklı yüzünü görünce içim yumuşamıştı. Yeşil gözlerimi ve yüz yapımı direkt ondan aldığım sevgili babam ellisinde olduğu, kırlaşmış saçlarına rağmen hala çok ama çok yakışıklı görünüyordu. Uzun boyundan pek bir şey kaybetmemiş, sadece yaşlılık onu yormaya başladığından önceki yıllara göre biraz zayıflamış idi. Ama şükürler ediyordum her gece, ailemi bana bağışladığı için..
“Demek bu gece de başaramadım.” diyen annemin hüzün ve alayla parıldayan gözlerine baktım.
Ben ne olduğunu anlayamadan babam cevapladı.
“Üzgünüm tatlım ama, galiba asla başaramayacaksın. Yekta büyüyecek ve senin severek dinlediğin müzikleri dinlemeyecek ve izlediğin eski filmlere sırt çevirecek.”
“Onu böyle kabullenmem konusunda ısrar ediyorsun öyleyse.”
Babamın dudaklarını gülmemek için bastırdığını görebiliyordum.
“Ah, tatlım, üzgünüm.. Ama o bizim tek kızımız ve ben Yekta'mı, Kezban'ı izlemese de sevmek istiyorum.”
Annemin omuzları kalkıp indi. “Haklısın.”
“Öyleyse yatağımıza çekilip, bu çılgın ergenlikten kurtulup yetişkinliğe adım atan güzeller güzelini yalnız bırakalım.”
Annem eğilip beni saçlarımdan öptü ve ikisi de iyi geceler dileyerek odamdan çıktılar. Az önce benim hakkımda dile getirdikleri şeyleri fazla takmamaya çalışıyordum, çünkü bunu çok sık yapıyorlardı. Belki bana bir konuda uyarı yapma çabasına giriyorlar, belki de işi şakaya vurup beni eğlendirmeye çalışıyorlardı.
Ama dile getirdikleri yanlışlarımı fark ettiğimde düzeltiyordum. Sanırım bu onların, beni kırmadan halletmeye çalıştıkları tuhaf bir olaydı.
Darcy'ime bu gece veda edip, yatağımın sıcaklığına kendimi bıraktım. Göz kapaklarım yavaştan ağırlaşmaya başlamıştı. Final haftası yaklaştığında derslerime çalışmak beni çok yoruyordu. Gözlerimi kapadığımda gözlerimin önünde bir anı canlandı.
Açık kumral saçlarımı o gün yine örmüştüm. Nedense örmeyi çok severdim. Belki de o küçük adamı öfkelendirmek hoşuma giderdi. Odanın içinde koşturup kaçmaya çalışırken köşeye dönüyorum ve celladıma çarpıyordum.
Küçük sesimle bir çığlık attıktan sonra, Kerem'in bal rengi gözleri yine sertleştiğini görmüştüm.
“Sana o saçlarını aç demedim mi ben!”
Geriye iki adım atarak kaçmaya çalışsam da, Kerem beni yakalamış, ben fark etmeden saçımın ucundaki kırmızı lastik tokamı alıp cebine sokmuştu bile. Korkuyla koşturmaya devam ettiğimde, saçlarım çözülmüş, belime hafif hafif vurarak hareket ediyordu.
Sonunda yorulup kendimi odama yatağıma attığımda, Kerem tam karşımda dikilmişti. Ellerini cebine koymuş, tatlı bir halde gülümseyerek bana bakıyordu.
“Böyle çok daha güzel oldun.”
Bu anıyla yüzüme güzel bir gülümseme oturmuştu. Birlikte büyüyüp, ilk tanıdığım gerçek erkeğin yüzünün bu şekilde anılarımda canlanması beni çok mutlu ediyordu. Hatırlayamadığım zamanlarda ise, onun tombul bedenini hatırlamak için kendimi zorluyordum. Eğer Kerem'i düşünmezsem, onun hiç var olmamış olmasından korkuyordum. Bir haftadır ilk kez gözlerimin önüne getirebilmiştim onu. Sebebini düşünürken, aklıma üşüşen anıda Kerem'in on yaşında olduğunu fark ettim. Hemen gözlerim açıldı.
Bizi ayrılığa sürükleyen o acı olayın yıl dönümüydü bugün. Belki annem ve babam için gereksiz bir ayrıntıydı; ama benim için hayatımın yönünü tamamen değiştiren bir olaydı bu.
Alışılagelmiş çocukluğumun bir anda değişmesi, çok korksam da kendimi güvende hissettiğim o kulenin duvarlarının yıkılması anlamına geliyordu bu. Kerem'in gidişini kalbimin sağ üst kısmında hissetmek beni tekrar şaşırttı. Sebebini bilmiyorum, ama onu görememek bana gerçekten acı veriyordu. Bazen onunla oynadığımız tuhaf oyunları, okulda yaşadığımız anıları paylaştığımız zamanları çok özlüyordum.
Yavaşça yatağımda doğruldum ve ellerimi iki yanıma yaslarken ayaklarımı yere bastım. Bakışlarım yerdeydi. Bazen annemin ne kadar şanslı olduğumuzdan bahsettiğini duyuyordum. Ama aslında ne kadar şanslıydım ki? Kerem'in yokluğunu düşününce, hala aynı yerde acı çektiğimi hissetmek beni üzüyorsa, şanslı olamazdım.
Ayaklanıp, masamdaki lambanın ışığını yaktım. Sandalyeme yerleşip, çekmecemi açtım. Kerem'le çekindiğimiz fotoğralara, bana gönderdiği birkaç vesikalığı ve mektubu inceledim. Bana sadece bir kez yazmıştı. Beni ve İzmir'i özlediğini yazdığı tek cümleden sonra, İngiltere'yi nasıl sevdiğini anlatıyordu. Babamın uzaktan halası olan Victoria Hala ve onun oğlu Robert'la nasıl iyi anlaştığını yazmıştı iki yıl kadar önce. Çoğunlukla telefonla görüşüyorduk; ama maalesef çok sık konuşamıyorduk.
Daha doğrusu Kerem oradaki hayatından zaman ayırıp bana gerekli ilgiyi göstermiyordu.
Çoğu zaman bu beni acıtsa da, Kerem'in beni hala aynı tatlılık ve ilgiyle sevdiğini hissediyordum. O yüzden, buradaki hayatıma devam etmeye çalışıyordum işte.
Bir kalem ve kağıt çıkarıp ona yazma kararı verdim. Annem ne kadar eskiye imrenmediğimi dile getirse de, Kerem'e bugüne kadar en azından beş mektup yazmıştım. Altıncısını da yazmak için kendimi hazırladım. Ona ne yazacağımı düşündüm, sonra doğru kelimeleri bulmaya çalıştım.
Ona Gökhan'dan bahsedebilirdim belki. Acaba yine kıskanır mıydı? O dudaklarını tombul yanaklarına gömüp beni sertçe uyarır mıydı? Bu düşünce içimin kaynamasına neden oldu.
Pembe kalemimi bir süre kağıdın üzerinde gezdirip, bir şeyler yazmaya çabaladım.
'Bugün seni kaybedişimin onuncu yılı. Seni ne kadar özlediğimi tahmin edemezsin.'
Yazdığım şeylere baktım. Bir sevgiliye yazılır gibiydi. Beyaz tenim birden kızarınca, şaşkınlığımı tutamayarak kağıdı alıp buruşturdum. Yenisine başladım.
'Sen gittikten sonra evimizin mutfağında daha az krep pişiyor. Keşke burada olsaydın da yine anneme yalvarıp ona krep pişirtseydik. Hem yanaklarıma çikolata bulaştığında silip beni öperdin yine..'
Son yazdığım cümle, mahremiyetime girilmiş gibi hissettirmişti bana ve çok utandım. O kağıdı da kaldırıp attım. Bundan sonra yazdığım her şey, bir şekilde aramızdaki çocukluktan öteye taşınan cesur cümlelere bürünüyordu.
Kerem'e olan özlemimin yazarak bir yere varamayacağını anlayarak sırtımı sandalyeme dayadım ve sessizce karalanmış kağıtlara baktım. Omuzlarım ümitsizlikle eğilmişlerdi. Bir şeyler hep eksikti ve bu benim canımı sıkıyordu. Elimi sessizce kaldırıp önümdeki kağıda tek bir cümle yazdım.
'Gidene ne zor gelir bilmem Kerem. Ama kalana hatıralar çok ağır geliyor..'
Ve kağıdı atmaya kıyamadığım için katlayıp, Kerem'le dolu olan defterimin arasına sıkıştırdım. Ayaklarımı sürüyerek yatağıma vardığımda, bir daha onu ne zaman göreceğimi düşünüyordum.
Göz kapaklarım ağır ağır kapandı ve kendimi akıp giden hayatımın kollarına sessizce bıraktım. İçten içe, Kerem'in ne yaptığını ve beni özleyip özlemediğini merak ederek...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Çocukluğumun Kokusu - TAMAMLANDI #Wattys2015
Romance"Seni çok seviyorum ben.. O aptal filmlerdeki çiftler gibi davranmayalım. Hemen ayrılmak için yer arayanlar var ya onlar işte... Hem hayatta çok az şey böyle nadir bulunur. Öyle ki bizim hikayemizde tuhaf sahip şeyler var. Karşı konulamaz ve insana...