27.Bölüm

11.3K 553 8
                                    

Kerem odasında yere oturmuş, dizlerini kıvırıp kollarını dizkapakları üzerine yerleştirmişti. Bedeni evinin içinde olsa da, düşünceleri çok uzaklardaydı.. Yirmi yaşındaki bir insana göre yaşadıklarının ağırlığını tartıp duruyordu.Haylazca etrafta dolanmak, kızlarla takılmak, hayatı yaşamak varken, her zaman yaşıtlarından birkaç adım önde olmuştu. Kötülüğü ve iyiliği, çevresindeki arkadaşları henüz bu kavramları bile bilmiyorken, o ayırt etmeyi öğrenmişti. 

Hasreti, uzaklığı, üzülmeyi insanlar için yaşamıştı. Çok istediği oyuncak bir arabanın alınmamasından dolayı değil.. Yaşadığı ergenlikte trip atabileceği ne annesi vardı yanında ne de babası... Halbuki ne kadar da iyi insanlardı, onu ne kadar da çok seviyorlardı...

Yekta.. diye düşündü ve ilk kez tepki vererek gözlerini sertçe kapadı, başını kolları üzerine dayadı. Artık daha nasıl ifade edebilirdi ki onu? Hangi cümleler içine sığdırmalıydı Yekta'sını? Onu seviyordu.. Onu gerçekten çok ama çok seviyordu... Bundan daha büyük bir şey olabilir miydi? 

Kalbini açsa orada, beynini açsa içinde... Sormak istiyordu herkese... Yıllardır çabasız öylece büyüyüp duran bir şey vardı bedeninde... Öyleyse suç kimde?

Peki ya geçip gidebilir miydi öylece? Evini, ailesini, Yekta'sını buradan tamamen silip, orada yepyeni bir hayatın içine sokmaya çalışabilir miydi? Bunun için çalışırsa, başarabilir miydi? Uzaklıklar için kendini hazır hissediyor muydu? 

Peki ya mesafe her aşkı korur muydu?

Anne ve babasından uzak kalmak alışkanlıktı artık onun için, her ne kadar geriye kalan hayatını onlarla geçirmek istese de... Fakat o yeşil gözler hayatını esir almıştı artık.. Ondan da ayrı kalmış olsa da, buraya geldiğinde öğrendiği o yepyeni duygu, her şeyden daha ağır bir yük bindiriyordu kalbine... Acıların en yücesi, arzuların en sıcağıydı bu ve Kerem ne yapması gerektiğini bilemiyordu...

Gideceğim diyerek tüm dünyaya haykırsa da, Yekta'yı bırakıp gitmek istemiyordu. Ya geri dönemezse? Ya o vazgeçmese de, Yekta vazgeçerse? O zaman ne yapardı? Tüm mükemmel duygular, kışın soğuğuna maruz kalan bir çiçek gibi solardı...

Kapısı açıldığında, gözyaşlarını ve düşüncelerini geriye itti. Robert eşikte durmuş ona bakıyordu. 

“Nasılsın kuzen?”

Kerem onun iri bedeninin üzerindeki hüzünlü yeşil gözlere baktı. Yekta'ya ne kadar da çok benziyordu o gözler? Bundan sonra ne kadar kaçmaya çalışsa da kaçamayacaktı galiba...

“Nasıl görünüyorum sence?”

Robert ona hızlıca göz attı ve içeri girip kapıyı kaparken, “Berbat.” dedi.

Kerem alayla güldü ve elleriyle saçlarını şöyle bir karıştırdıktan sonra, “Şimdi daha yakışıklı göründüğümden eminim.”

Robert yavaş adımlarla onun karşısına ilerledi ve dolaba sırtını dayayıp aynı pozisyonu aldı.

“Ben aslında suratından bahsetmiştim.” Kerem'in çatılan kaşlarıyla devam etti. “Gözlerin ağlamaktan şişmiş, altında hafif morluklar görünüyor ve bir hayli çirkin haldesin.. Hani ben aşk acısı çektiğini biliyorum da, dışarıdaki insanlar dayak yiyip, kız gibi ağladığını bilecekler...”

“Dışarıdaki insanlar sanki çok umurumdaydı Robert.” deyip elleriyle yüzünü sertçe ovaladı.

“Üzülme be kuzen. Yekta gelir, sen de gizliden gizliye gelirsin...”

“Bilmiyorum..” deyip bakışlarını yere çevirdi. “Ne zamana kadar böyle devam edecek peki? Annesi, babası bu şekilde net şekilde kestiler.”

“Çok ayıp ettiler ama Kerem.. Yani yabancı biri değilsin ve kimseyi de öldürmedin.”

Bakışlarını kaldırıp Robert'a baktı.

“Evet, komaya soktum.”

“Bilerek ve isteyerek bir durum değil bu.. Anneni korumaya çalıştın. Aileni korumaya çalıştın.”

“Baksana halimize, yine de hiçbir işe yaramadı.”

“Eh be!” diyerek ona çıkıştı. “Bana kız gibi depresyona gireceğinin sinyallerini veriyorsun! Her zaman güçlü olan Kerem'i istiyorum ben.”

“Nasıl güçlü olayım! Geçmişe dönüp keşke şunu yapmasaydım bile diyemiyorum! Çünkü vazgeçtiğim her şey bana farklı şekilde mal oluyor anlamıyor musun?! Dün için ailem, bugün için Yekta...” Robert'ın gözlerinin içine acıyla baktı ve “Söyle nasıl güçlü olayım? Ne taraftan telkin edip, şükürlere boğayım kendimi Robert?”

Genç oğlanın başı ciddi olduğu zamanlardaki gibi hafifçe havalandı ve yeşil gözlerindeki duruş kendini ağırbaşlılığa bıraktı.

“Bence Yekta'ya olan sevginin farkına vardığın için şükür edebilirsin. Buraya gelmemiş olsaydın, her zaman hayat mücadelesinde olacaktın. Ben bilmiyor muyum sanıyorsun, bir gün buraya temelli dönmek için orada günleri geçirmeye çalıştığını? Gelmemiş olsaydın, bir adım atmamış olacaktın ve hayatta seni ailenden bile daha çok seven Yekta'nın farkına varmamış olacaktın..”

Kerem'in buğulanan bakışları karşısındaki oğlanı buldu ve erkekliğe has mantık çerçevesinde düşünceleri dolandı durdu. En sonunda da, “Ailemden daha çok...” diye tekrarladı.

“Evet kuzen. Ailenden daha çok... Onları bu konuda suçlayamazsın ama her koşulda peşinden gelmek için can atan biri var arkanda ve gelecekten de korkusu yok gibi görünüyor.”

Başı yavaşça yere eğildi ve Yekta'yı düşündü.. Ama sevgiden farklı şekilde düşüncelerle tarttı onu. Gitme diye yalvaran, acıdan buruş buruş olmuş bakışlarıyla ona sarılan, sevgisini becerebildiği şekilde göstermeye çalışan Yekta...

Robert haklıydı... Her zaman içinde bir istek yok muydu buraya gelmek için? Gökhan'ı da o yüzden biraz bahane etmedi mi, koşmak için İzmir'e.. Hayatını burada geçirmek, yarım kalmışlığını burada tamamlamak istemedi mi? Peki neredeydi mücadele eden Kerem? Neredeydi her şeyi sırtına yükleyip, ben yaparım diyen o çocuk?!

Birdenbire ayaklandı ve Robert'ın şaşkın bakışlarına karşılık verdi.

“Çok haklısın.. Galiba onu bırakmayacağım.”

Aşağıdan gelen bağırışları duyduklarında hızla dışarı çıkıp baktılar. Eda ve Mert durmadan konuşuyor, Yağmur'da onları sakin tutmaya çalışıyordu. Sonunda duruma Kenan el attı.

“Mert çeneni kapa da ne olduğunu söyle! Gece yarısında daldınız eve!”

“Yekta'yı getirin bana!”

“Ne Yekta'sı?.” diyen Yağmur kadar şaşkındı ev ahalisi.

“Telefonu kapalı ve eve de hala gelmedi!” 

Kerem korkuyla hızlıca aşağıya indi ve korkusuz bir halde onu burada istemeyen ailenin karşısında dikildi.

“Yekta nerede?”

“Biz de onu soruyoruz! Neredeyse buraya getir Kerem! Sabrımın sınırları gittikçe zorlanıyor!”

“Burada değil.”

“Nasıl burada değil?!” diyerek Yağmur'a cevap verdi Eda ve kıyamet koptu.

“Yekta buraya hiç gelmedi.”

“Yalan söyleme Yağmur! Buraya geldiğini biliyoruz! Evden bağırıp çağırıp çıktı, bir daha da gelmedi! Nereye sakladıysanız çıkarın kızımı!” Salona hızlıca yürüyüp etrafı aramaya başladı, Yağmur şaşkınlığı üzerinden atamamış olsa da öfkesi yukarılara tırmanmıştı.

“Ne saçmalıyorsun ya sen?! Nereye saklayacağız biz onu! Buraya hiç gelmedi diyorum!”

“Nereye gitti o zaman ha?!” diyerek Kerem'e döndü. “Ne yaptıysan ona sana bağlandı kaldı! Seninle yollayacakmışız bir de! Hiçbir yere vermem kızımı tamam mı?! Hemen getirin buraya!” deyip nefes nefese şaşkın yüzlere baktı ve hemen ardından bağırdı. “Yektaa! Hemen buraya gel! Gelmezsen çok kötü olacak! Sabrımızı zorlama!”

Mert, karısının çıldıran hallerine tahammül edemedi daha fazla.. 

“Sakin ol! Yok diyorlar!”

“Ne demek yok! Nereye gidecek ki başka! Biliyorum burada! Hatta Kerem sakladı biliyorum!”

“Siz ne diyorsunuz ya! Yekta nerede?!” diyerek çıldıran Kerem'e baktılar, ama hala onun yalan söylediğini düşünüyordu Eda.

“Bana yalan söyleme!” Gözleri dolmaya, sesi korkuyla titremeye başlamıştı. Sonra dönüp Yağmur'a baktı. “Biz seninle kardeş gibi büyümüştük Yağmur! Kızımı benden nasıl saklarsın, onu nasıl alırsın?!” dedi ve histeri krizine girecekmiş gibi titreyerek koltuğa çöktü kaldı.

“Nasıl konuşuyorsun ya sen benimle?! Sen benim kardeşimsin, kardeşim! Çocuğuna ne yapacağım Allah aşkına?! O da benim çocuğum! Bir günden bir güne Kerem'den ayırdım mı ben onu? Kerem'in yokluğunda onunla avundum! Birlikte ağlamadık mı Yekta'yla?! Kendi gözlerinle gördün ve şimdi hiç utanmadan bana bunları söylüyorsun bana!”

Eda'nın titremeleri artarken, gözlerinden birkaç damla yaş kaçıverdi. Konuşurken sanki başka dünyadan sesleniyordu onlara.

“Çocuğumuz onlar! Savunmasızlar! Hele de Yekta! Yekta! Nerede?!”

Kerem sonunda çıldırma noktasına gelerek kimseyi umursamadan, bugüne değin gösterdiği tüm saygı ve sevgileri bir kenara adeta fırlatarak onlara bağırdı.

“Siz hepiniz kafayı yemişsiniz! Kendinizi düşünen bencillerden olmuşsunuz! Yekta nerede bilmiyorum, ama onu bulacağım! Bulduğumda da hiçbiriniz göremeyeceksiniz!”

“Kuzen sakin ol.” diyen Robert duymazdan geldi ve kan çanağına dönmüş öfkeli gözlerle evdekilere baktı. Yekta'yı deli gibi merak ediyordu ve kimse ona yardımcı olmuyordu.

O sırada telefonu çalmaya başladı. Cebinden hızla çıkarırken Yekta'nın aradığını görünce içi rahatlamayla söndü, fakat karşıdaki ses kafasını karıştırdı.

“Yekta?! Nerdesin? Söyle, hemen gelip seni alacağım!”

“Nerede olduğunu söyleyeceğim ama bir şartım var.”

“Sen.. Sen de kimsin?” deyip duraksadı ve bağırdı. “Yekta nerede!”

“Merak etme güvende. Beni tanımadın mı? Yıllar önce tanışmıştık.”

Kerem bu saçmalığa çatılmış kaşlar ve afallamış bir suratla cevap veriyordu.

“Ne diyorsun be?!”

“Mehmet desem?”

Çocuğun yüzünün rengi anında attı ve gözlerini hızla kalkıp annesini buldu. Onun gözlerine bakmak, kendisininkine bakmak gibiydi ve şu an ona gösterdiği duygular çok acıydı.

“Ne istiyorsun?”

“Daha önce anlaşmıştık ama sözünü tutmadın.”

“Ne istiyorsun?!” diyerek sertçe diretti.

“Seni tabii ki... Unuttun mu çocuk, acıya karşılık acı çok adaletli.”

Kerem sustu ve içini titreten o sözleri duyunca ne cevap vermesi gerektiğini bilemedi.

“Yarın üçte seni bir araba alacak. Gideceğin yeri bildireceğim. Sakın ha bir aptallık etme. Bir de Gökhan için çektiğiniz şu fotoğrafları istiyorum. Hepsini..” dedi ve kapadı.

Kerem telefonu kulağından yavaşça çekti ve şok olmuş bir ifadeyle elindeki alete bakakaldı.

“Neler oluyor?!” diyen babasına döndü.

“Arayan Mehmet'ti baba...”

“Ne?!” diyerek şaşıranların arasına Eda'nın hıçkırıkları karıştı ve genç kadın ağlamaya başladı.

“Yekta'yı kaçırmış. Beni yanına çağırıyor.”

“Hayır!” diyerek haykıran annesi hızla onu yakaladı ve sarıldı. “Hayır Kenan, bir şeyler yapalım! Hepsi hasta, hepsi!”

Kenan'ın kırışan göz kenarları iyice buruşurken bakışları karısının acılı yüzünden ayırlıp yere eğildi ve düşüncelere daldı. Aklında oturtmaya çalıştığı düşünceleri bir sonuca bağlamadan Kerem'in sesini duydu.

“Sizden nefret ediyorum! Hayatımı mahvettiniz! Yekta'nınkini de öyle! Ne vardı izin verseydiniz gitseydik! Ne vardı?! Mutlu olmak istemişti o da!” diyerek telefonu havaya kaldırdı ve hızla yere fırlattı. Gözlerindeki yaşlar nefret ve öfkeyle bilenmişti. Yekta'ya gelebilecek küçücük bir zararı düşünürken kafayı sıyırmak üzereydi.

“Suç benim, değil mi! Tüm o aptallıkları yaşayan sizlersiniz, ama cezasını biz çekiyoruz! Bizi küçücük yaşlarda birbirimizden kopardınız! Şimdi yanyana geldik ama hala ayırmaya çalışıyorsunuz!”

“Biz ayırmıyoruz oğlum. Gördün işte!”

“Görmedim baba, görmedim! Halime bak!” diyerek iki eliyle umutsuzca gövdesine vurunca biriken yaşlardan birkaçı gözlerinden aktı. “Her şeyden uzak kaldım! Tanımadığım, bilmediğim bir yere yollandım ve oradaki insanları ailem gibi görmek zorunda kaldım! Annem babam hayattayken hem de!” diyerek son cümlesini adeta haykırdı.

“Kerem sakin ol annem, ne olur...”

“Nasıl sakin olayım anne, nasıl? Hep eksik bıraktın beni, hep! Neden mücadele etmediniz! Polise gitseydiniz, hapse atsalardı beni!” Ona şaşkınlıkla bakan kişiler üzerinde gözlerini dolandırdı ve “Böyle kaçak gibi yaşamaktan daha iyi! En azından çıkardım üç beş yıla, hayatıma devam ederdim!” Titreyen parmaklarıyla sertçe yüzünü sıvazladı ve “Şimdi Yekta da zarar görecek benim gibi...”

Kenan ona doğru yaklaştı ve “Elimizden geleni yapacağız. Size bir zarar gelsin istemeyiz.” dedi.

Kerem kendini daha fazla tutamadı ve yaşlarını bıraktı. Sesi sakin ama sınıra dayanmış bir tınıda yükseldi.

“Yekta'ya bir şey olursa beni de unutun. Aptal yaşamımdaki en güzel şey o.. Yıllar önce mahrum kaldım. Şimdi onu bırakmam anlıyor musunuz? Ben.. Ben Yekta'sız yaşayamam...”

“Tamam. Gel şöyle otur.” Kenan onu omzundan yakalamaya çalıştı fakat Kerem sertçe onu itti.

“Bırak beni! Ne b.k yerseniz yiyin! Allah hepinizin cezasını versin!” Sonra yanındaki çocuğa döndü ve “Yürü Robert. Kimseden bir hayır gelmez. Kendi işimizi kendimiz halledeceğiz!” diyerek çocukla birlikte hızla dışarı çıktı. Onları durdurmaya çalışan ne adamları ne de ağlayıp zırlayan kadınları dinlediler.

“Ne yapacağız? Bu iş inada binmiş belli ki, ya öldürürlerse?”

“Zaten yaşadığım mı vardı Robert? Sen çok haklıydın. Beni bırakmak istemeyen birine sırtımı dönemem. Öldürürlerse de öldürsünler...”

Çocukluğumun Kokusu - TAMAMLANDI #Wattys2015Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin