23.Bölüm

17.5K 563 7
                                    

On Yıl Önce

Yağmur, bir eli kapıda ayakta şok bir ifadeyle Yiğit'e bakıyordu. Ne yapacağını bilemez bir ifadeyle bir an öylece kaldı. 

“Naber tatlım?”

Genç kadın, adamın sesindeki iğrenç ses tonu duyduğunda kararını verdi ve kapıyı tüm gücüyle itip kapamaya çalıştı, fakat Yiğit ondan daha güçlü olmanın verdiği etkiyle iki eliyle hızla itince, genç kadın dengesini sağlayamadı ve birkaç adımda geriye savrulup sertçe yere kapaklandı.

Yağmur dirseklerinden destek alarak, başını sertçe yere vurmaktan son anda kurtuldu. Yüzüne doğru dağılan dalgalı saçlarını hızla geriye çekip, korku dolu bal rengi gözlerini adama dikti.

Ona tecavüz edip, onu öldürmekten daha beter bir hale sokacağını düşününce, gözleri korkuyla doldu ve bedeni titremeye başladı.

“Def ol git buradan!”

“Bir hoş geldin bile demeden nereden çıktı bu saldırı?” derken genç kadına biraz daha yaklaştı ve yanında hafifçe çömdü. Yüzünden akan şer, kötülük için her şeyi göze alan bir insanı gösteriyordu.

Yağmur bedenini ondan uzağa çekerken, ayağa kalkıp onunla mücadele etmek istiyordu, fakat hareket ederse, ona canını acıtacak bir müdahalede bulunur diye çok korkuyordu.

Sesinin titremesine engel olmaya çalışırken sordu.

“Ne istiyorsun Yiğit?”

Suratından buram buram sıkıntı vermek istediği kokan adam, kahverengi gözleriyle bir süre Yağmur'un bedenini arsızca süzdü. Genç kadın, üzerindeki ince bluzun karnından yukarıya sıyrıldığını o an fark etti. Yerinde yavaşça doğrulup, üzerini düzeltti.

“Ne istiyorsun?” diyerek daha cesurca sordu.

“Yıllardır ne istediğim belli değil mi?”

Yağmur şaşırarak ona baktı.

“Yıllar geçti Yiğit, ne istiyorsun? Şimdi gelmenin bir nedeni olmalı..”

Yiğit haddinden uzun derin nefes aldı. Kadının kokusunu izinsizce ciğerlerine çekti ve ayaklanarak, ellerini beline yerleştirip, suç mahallindeki bir polisin delil araması gibi evi incelemeye başladı.

Kahverengi mobilyalarla döşeli olan salonun, beyaz yemek masası ve yaşam ünitesi, odayı tamamen boğmaktan kurtarmıştı. Tam köşede bulunan şömine bazıları için şıklığın ve hatta asilliğin bir parçası sayılabilirdi, fakat Yiğit için, orası ateş demekti... Acımadan, seni huzursuz eden şeyleri yakmak ve kül olmasını izlerken, dumanların sonsuzluğa ulaşmasını izlemek...

Yağmur, onun sessizce evi seyretmesini nefes dahi almadan bekliyordu. Aklından planlar kurarak, bu adamdan nasıl kurtulacağını düşünüyordu. Hemen şimdi kalksa ve mutfağa koşsa, eline bir şey almadan onu yakalardı. Hem ne alacaktı ki? Bir sopa? Sopa olarak kullanabileceği ne vardı ki? Belki sandalyeyi kafasına doğru fırlatırdı. Ama onu bayıltmayı ne derecede başarabilirdi ki? Sandalyeyi kafasına yedikten sonra ona saldıracağından adı kadar emindi.

Gözlerinin ucuyla özenle yerleştirdiği mutfağına baktı. Tencereleri üst dolapta güzelce yıkanmış, temiz bir şekilde yemek yapılması için bekliyordu. Peki ya Yiğit'in kanıyla karşılaşmayı bekliyorlar mıydı? Belki sabah tezgahta bıraktığı tavayla ona saldırabilirdi. Kalbi içinde hızlanırken kendini düşündü. Asıl, ona zarar verebilecek gücü kendinde bulabiliyor muydu? 

Eğer şimdi kalkmazsa asıl Yiğit'in ona saldıracağı, bedenine ve ruhuna aşılmaz yaralar açacağından emindi. Şimdi kalkıp mutfağa koştursa ve en yakındaki şeyi alsa? Tekrar o tarafa dönüp baktı ve altılı bıçak setini gördü. En büyüğünü alıp onu tehdit edebilirdi, ama durur muydu? Ah, kesinlikle durmaz! Diye düşünürken kendine acıdı. Durmazdı çünkü Yiğit onun güçsüz bir insan olduğunu biliyordu.

O halde o bıçağı saplardı.

İçi sertçe çekilirken titredi. Böyle bir şey yapamazdı ama... Çocuklar! Diye düşünürken, gözleri hemen üst katı buldu. Kerem'in minik kafasının eğilip onları izlediğini gördüğünde, içi endişe ve Kerem'e karşı acıyla burkuldu. Tıpkı onunkine benzeyen çocuğunun güzel gözleriyle kendinikileri birleştiğinde, ne yapacağını bilemedi.

En sonunda yanında daha küçük bir baş ve yeşil gözler belirince, direnci kırıldı. Kendini değil, onları düşünmeliydi. Çünkü onlar daha çocuktu, küçüktü, saftı ve önlerinde yıllar vardı.. Gülecekleri, ağlayacakları, öğrenecekleri, ergenleşip hayata küsecekleri, olgunlaşıp insanları anlamaya başlayacakları çok zaman vardı...

Gözleri korku ve hüzün karışımı yaşlarla dolunca, yavaşça elini kaldırıp, işaret parmağını dudaklarına dayadı. Üç kez sertçe burnu da dahil o bölgeye vurdu ve hemen geri çekti, çünkü Yiğit konuşmaya başlamış, iki saniye sonrasındaysa, o tehlikeli gözleri onunkilere dikmişti.

“Kendine sıcak bir yuva kurmuşsun sonunda. Düğününe gelemedim kusura bakma.” deyip elini cebine sokup elli lira çıkardı ve Yağmur'un üzerine doğru fırlattı. “Bunun iadesini istemem ama.” Sırıttı.

Yağmur gittikçe sinirlendiği düşünürken, ona ne demesi gerektiğini bilemiyordu. Kaşları çatılmış bir halde onun söze girmesini bekliyordu.

“Cevap vermediğine göre paranın karşılığını vermek istiyorsun.”

Yağmur susmaya devam etti. Yiğit onu kaldırmak için elini uzattı ama genç kadın sürünerek yavaşça geriye doğru gidip, onun temasından uzaklaştı. Adam bu harekette biraz öfkelense de sonra omuzlarını silkti.

“Nasıl değişmiş miyim?” diyerek deri ceketini iki yandan tutup onu daha iyi görmesini sağladı. “Sevgili kocan kaburgalarımı dağıttıktan sonra, mafyaya girdim ve sonuç!” diyerek sırıttı. “Artık çok param var.”

“Bana ne!” diyerek sonunda patladı Yağmur.

Yiğit'in kaşları öfkeyle çatıldı ve yüzü kasıldı.

“Ne demek sana ne?! Geldim artık! Hasret bitti! Çok param var, o adamla boy ölçüşebilirim, hatta onu alt edebilirim bile!” diyerek kadına doğru yaklaştı ve bir süre onun yüzünü inceledi.

Yağmur, bu bakışlardan sonra gelecek şeyden çok korktu. İç güdülerinin onu yanıltmasını istedi sadece.. Lütfen, lütfen...

“Hala çok güzelsin...”

Genç kadın yutkunamadı, bakakaldı. Beklediği şey geliyordu, ama tam da çocukların önünde olacak olması çok kötüydü! 

Kan beynine hücum ederken, adrenalin tüm bedenine pompalanıyor, cesaretini toparlıyordu.

“Sizi almaya geldim.” deyince Yağmur bir anda afalladı.

“Ne?”

“Sizi almaya geldim demek. Seni ve oğlumuzu!”

Genç kadının gözleri şaşkınlıkla açılmış, duyduklarını anlamaya çalışıyordu. Adamdan gelen sözleri, korku bedeninde kol gezerken yanlış duyduğunu düşündü. Yanlış duymuştu, çünkü yaşadığı durumda, içinde zonklayan kalp atışları, kulaklarına bir uğultu gibi ulaşıyordu.

“Yiğit ne dediğini anlamıyorum. Sadece gitmeni istiyorum. Çünkü ben mutluyum, sende kendi hayatına dön.”

“Hayır!” diyerek kükremesi, onun bu cevaba hazırlıklı olduğunu gösteriyordu. “Seni ona bırakmayacağım artık! Benimle geleceksiniz!”

Geleceksiniz!

Yağmur'a çarpan bu çoğul kelime, boğazını kurutmaya yetiyordu. Hastalıklı Yiğit'in aklından yine hangi düşünce geçiyordu?

“Anlamıyor musun beni?” diyerek baktı ve gözlerinden anlamadığını fark edince, farklı bir yol denemeye karar verdi. “Benim mutlu olmamı istemez misin Yiğit? Ben burada bir yuva kurdum, her şey çok geride kaldı. Lütfen, sende elde ettiğin o hayata dön. Git evlen ya da paranla yatırım yap, bilemiyorum!” Söylediklerini sanki sağlıklı bir eski arkadaşa aktarıyordu. Halbuki sesini hafif hafif titreten bir etken vardı ki, o da Yiğit'in hastalıklı ruhu...

Genç adam ona baktı ve başını sağa sola yavaşça sallarken, Yağmur'un net şekilde duymasını sağlayan şu sözleri söyledi; “Seni ve biricik oğlumuz Kerem'i de almadan gitmem. Bu yaşa kadar bensiz, babasız büyüdü, bundan sonra güzel bi aile olacağız.”

Yağmur yüzüne sert bir tokat yemiş gibi adeta sarsıldı ve şoku bir süre üzerinden atamadan, donakaldı.

“Haydi gidiyoruz!” diyerek ona yaklaşan ve konuşurken onu kolundan çeken Yiğit'in hareketleriyle her şey zihninde belirmeye başladı. “Kerem nerede? Eşyalarını toplayacak mısın? Sana biraz zaman verebilirim, önemli olanları alman yeterli!” diyerek onu kolundan tuttuğunda, Yağmur ondan kurtulmaya çalışınca, adam üzerine doğru düştü.

Yüzyüze durmuş, onun nefesini hissederken, midesinin bulandığını fark etti. Sevmediği bir insanın ona dokunmasına tahammül bile edemezken, Yiğit'in yıllar sonra hastalıklı şekilde üzerinde durması ve nefesini hissetmek onu her an çıldırtabilirdi!

“Burada mı istiyorsun?” derken tereddüt dahi etmeden saçından yakaladı ve dudaklarını boğazına gömdü.

Yağmur artık kendini tutamadı ve bir çığlığın ardından, kulaklarına girsin diye ona bağırmaya başladı.

“Kerem senin çocuğun değil, biz seninle birlikte olmadık bile! Bırak beni! Seni hastahaneye kapatmak lazım!”

Yiğit başını hızla kaldırdı ve ona baktı. Gözleri iğrenç şekilde arzuyla parıldayan iki bilye gibiydi.

“Hayır, benim çocuğum olduğunu biliyorum! Benden daha fazla saklayamazsın! Benimle geleceksiniz dedim! Sana istediğin yaşamı ve sıcak aileyi verebilirim!”

“Benim bir ailem var!” diyerek bağırdığında, Yiğit onu susturmak için dudaklarını onunkilere bastırdı ve Yağmur'un tuttuğu, güçlü şekilde davranıp savaştığı o narin gözyaşları acı ve öfkeyle akmaya başladı. Adamın elleri bacaklarına, göğüslerine değmeye çalışırken, diğer yandan onu engellemek için çaba gösteriyordu.

Her şey bitmişti.

Hayatı tamamen bitmişti. Tecavüze uğrayacak, ruhu ve bedeni durmadan yaralar içinde kalacak, iki çocuğun karşısında acımasızca uğrayacağı bu saldırıda, onlarda da açılan yaralarla baş edecek kuvveti kendinde bulamayacaktı.

Ve yıllardır hayalini kurup kavuştuğu o aşk dolu ailesini, beş dakika içinde sonsuza dek kaybedecekti...

Gözyaşları, Yiğit'in onu her öpüşüyle daha da artıyor, bakışlarını bulanıklaştırıyordu. Etrafı göremiyor, düşünemiyor, hissedemiyordu. Öldüğünü fark ediyordu bir tek... Bundan sonra ölü bir kadın olarak kalacaktı, ciğerlerine o nefesi çekse de... Çünkü sevdiği her şey elinden alınacaktı ve sevgi yoksa, yaşamanın bir önemi yoktu. Hayat, sevince çok güzeldi ve Yağmur sevgisizlikle birlikte yok olup gidecekti...

Kenan... diye düşündü. Acı çekip savaştığı, güzel bir oğula sahip oldukları, biricik ve tek aşkı... Ona ne olacaktı? Aynı hayatı sürdürmek için çabalayacağını ve Yiğit'i öldüreceğini biliyordu, fakat ona eskisi gibi sevgi veremezse? Ona istediğini sunamazsa? 

Düşünmek faydasız, her şey bitti...

Kulağına pat diye sert bir ses geldi önce, hemen ardından üzerindeki vücudun ağırlığı arttı ve dudaklar... O iğrenç dudaklar, onu esir almaktan vazgeçti.

Gözlerini sertçe bir iki kez kırpıştırdıktan sonra, başını kaldırıp baktı ve Kerem'i gördü. Hemen arkasında korkuyla saklanmış, yeşil gözlerini onlara doğru diken Yekta'yı...

Çocuğunun elinde, sabah tezgahta bıraktığı tava vardı.

Korkuyla üzerindeki adamdan nefes nefese kurtuldu ve titreyen bacaklarıyla ayakta durmaya çalıştı. Yiğit'in kafasında herhangi bi değişiklik görünmüyordu, fakat bir ölü gibi yatıp kalmıştı. Hemen eğildi ve nabzını kontrol etti, yaşıyordu.

Bilinci yavaşça yerine gelirken, bacaklarının verdiği izinle çocukları kucağına alıp, hızla odaya çıktı. Arkaya bakmamaya çalışsa da, iki çocuğun gözleri bir an dahi yatan adamdan ayrılmıyordu...

Çocukluğumun Kokusu - TAMAMLANDI #Wattys2015Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin