25.Bölüm

11.9K 533 19
                                    

Kerem'in evden çıkışını gizlendiğim duvarın kenarından seyrettim ve O, hızla içeri girip montunu alırken, olduğum yere biraz daha sindim.

Gururum kırılmıştı.

Nurşen'in söylediklerini asla unutamıyordum ve bu Kerem'in bana olan aşkının önüne bile geçer olmuştu. Sevdiğin insanı kıskanmak ne kötü bir şeydi. Hele de araya arzular karışırsa...

Acele etmeden, havanın dondurucu soğuğuna rağmen yavaş adımlarla eve doğru yürümeye başladım. Ben ne istediğimin bile farkında değilken, sevdiğime bunu nasıl gösterebilirdim? Bu yaşıma kadar arzuya ait pek bir şey hissetmemiştim, çünkü sevginin her zaman masum tarafını fark etmiştim. Şimdiyse, Kerem'i severken, ona dokunma dileği neredeyse ellerimi havaya kaldıracaktı dua etmem için..

Ama korkuyordum. 

Bir şeyi düşünmek, çoğu zaman hayatı etkilemiyordu; fakat onu faaliyete geçirmek, o şeye tutkuyla bağlı kalmana sebep olabiliyordu... Ben Kerem'e dokunduktan sonra, ruhumun ona tamamen esir olacağını biliyordum. Bu benim için kötü değildi. Bu gerçekten mükemmeldi. Fakat... Anlatamıyordum... Korkularım, belki de sadece bu güne kadar yaşadığım o güvenli limandan kaynaklanıyordu. Anne ve babamdan...

Aklımı karıştırıp duran bu şey, kararsızlık, canımı sıkıyordu. 

Bir süre sonra evimin önüne ulaştığımda, Kerem'in hızla yaklaştığını gördüm. Bana doğru yürürken, çatılan kaşları geriye gitmem gerektiğini dile getirse de, yapamıyordum. Çünkü her gün bir kuralını öğrendiğim aşk, bugün de bana, sevdiğinin öfkesinden dahi kaçmamayı gösteriyordu.

“Nereye kayboldun sen?!”

Yine de senin öfken, benim kırılan gururumdan daha önemli değil Kerem...

“Evime geldim gördüğün gibi.”

Benim umursamaz duruşuma daha da öfkelendiğini görebiliyordum.

“Beni öylece bırakıp gitmek de neyin nesi, ha?!”

“Kalbimi kırdı çünkü.”

“Onarmama izin verseydin keşke..”

“Bana ne diyebilirsin de kalbimin kırgınlığı geçebilir?”

Kerem bana doğru bir adım attığında, korksam da gözlerimi onunkilerden çekmiyordum.

“Sen neden bu kadar çocukça davranıyorsun bana bunu söyler misin?” dediğinde afalladım. Bu beni utandırmıştı.

“Çocukça davranmıyorum ben.”

“Belli oluyor!” deyip sesini yükseltti. “Sen çocukça davranıyorsun Yekta! Geçmişte olup bitenler yüzünden beni yargılıyorsun!”

Gözlerime üşüşen yaşlarla ona bakmayı sürdürdüm. Sesimin titremesine engel olmaya çalışıyordum.

“Ben seni yargılamıyorum. Nurşen'e verdiğin şeyi bana vermedin.”

“Ya bu nasıl bir cümledir ya?! Kalem mi istedin, defter mi istedin, para mı istedin?!” Sesi gittikçe yükseliyordu. Haklıyken, haksız durumuna düşüyordum. Galiba Kerem'i bırakıp gitmemeliydim, şimdi anlıyordum...
Nefes nefese bir saniye kadar durakladı ve “Sen bana kendini vermek istedin Yekta.” deyip fısıldadı. 

“Evet sende almadın!” diyerek aptalca bir girişim daha yaptım.

“Sana emin olman için vakit tanıdım.”

“Hayır, beni sevmediğin için uzak kaldın.”

“Ya...” deyip hızlı bir nefes aldı. “Seni sevmesem, seni düşünür müydüm? Seni sevmesem kendimi düşünürdüm.”

“Kendi isteklerini mi yani?”

“Evet!” diyerek lafı yapıştırdı. “Aynen öyle.. Ama ben hiçbir zaman çıkarcı bir insan olmadım.” deyip bekledi ve suratı sıkkın bir ifadeyle buruşurken, başını da yana çevirdi. “Aptalca konuşmalar yapıyoruz şu an.. Yine senin huysuzluğun kavgaya sebep oldu.”

Kıskançlıktan çatlıyordum, öfkeliydim ve reddedilmişliğin de etkisi vardı. O yüzden sözlerimden vazgeçecek olgunluğu kendime bulamıyordum.

“Ben aptalca konuşmalar yapmıyorum! Kıskandığımı dile getiriyorum ve bunu açıkça da gösteriyorum Kerem! Söylesene, kim bu denli ortaya sunar hislerini? Gurur denen olgunun ardına saklanmadan sana söylüyorum seni kıskandığımı!”

Kerem durup, beni her zaman esiri altına aldığı, sonbaharın sarı yapraklarını anımsatan gözleriyle baktı. Onun ne kadar akıllı olduğunu biliyordum ve şu anda da benim sözlerimi ölçüp tarttığını görebiliyordum.

“Yine de beni bırakıp gitmemeliydin...”

Ona öfkeyle büzülmüş dudaklarla baktım.

“Tatlım..” diyerek bana daha da yaklaştı ve ellerimi yakaladı. “Bunların hepsi geçmişte kaldı tamam mı? Biliyorum çok yakın bir geçmiş ama neden önümüze bakmıyoruz? Ben seni sevdiğimi anlamışken, neden bundan sonra ne yapacağımıza bakmıyoruz.”

Ona gülümserken aşkıyla eridiğimi hissediyordum. Gözlerimiz, Kerem'in bana eğilişiyle kapandı ve dudaklarımız birleşti. Hala içimde patlayan kırgınlığı hissediyor olsam da, onun öpüşünden mahrum kalmak istememiştim.

“Yekta?!” diyerek haykıran annemin sesi kulaklarıma ulaştığında hızla geriye çekildim ve annemi, babamı, Kenan amcamı ve Yağmur teyzemi gördüm.

Korku içime pompalanırken, onlara nasıl bir açıklama yapacağımı düşünmek şöyle dursun, utancımla yerin dibine girmemek için kendimi zorluyordum.

“Neler oluyor burada?!” diyen babamın sesi yankılandı.

Elim gayriihtiyarı Kerem'in kolunu yakaladı ve ondan güç almaya çalıştım. Biricik sevgilim, sorumluluğu benden almak isterken, olayın ona patlayacağından habersizdi.

“Mert amca...”

“Sen sus Kerem!”

Kerem'in babası hemen atıldı. “Mert sakin ol. İçeri girelim, kapı önünde olmaz.”

Bizi desteklediğini bildiğim Yağmur teyzem hemen yanımıza geldi ve bizi içeri doğru sürükledi.

“Oğlum hadi, Yekta.. Hadi kızım.”

Ben kıpkırmızı bir suratla idam sehpasına ilerliyormuşum gibi yürümeye çalışıyordum. Halbuki benim daha önce de bir sevgilim olmuştu, bunu biliyorlardı. Hiç böyle bir tepki almamıştım. Bizi öpüşürken gördükleri için bu kadar öfkeyle karşıladıklarını düşünüyordum.

Kerem ve ben yanyana üçlü kanepeye iliştiğimizde, babam elindeki çantasını bir köşeye, ceketini de bir köşeye adeta fırlatmıştı. Ellerini beline alırken, gözlerini bizden çekmiyordu. Dönüp anneme baktım, fakat ondan da destek dolu bakışlar almıyordum.

Bu içimi ürpertti.

“Odana çık orada konuşacağız!”

“Mert sakin ol.” dese de Kenan amcam beni anne ve babamın öfkesinden çekip alamamıştı. Kerem'e dönüp bakmaya bile cesaret edemeden yukarı çıktım ve kapanan kapının ardından ailemin öfkeyle beni süzdüklerini gördüm.

“Dışarıdaki şey neydi Yekta?” Sesi öfkeli bir tınıyla sarılmamış olsa da utanıyor olacaktım, fakat bu yaklaşım beni tedirgin ediyordu.

“Baba..” Kısılan sesimi düzeltmek için hafifçe öksürdüm. “Ben.. Sizin görmenizi istemezdim.”

“Arkamızdan iş çevirmeyi tercih ederdin yani!”

“Hayır!” diyerek inkar ettim, halbuki arkalarından bir sürü iş çevirmiştim.

“O zaman az önceki şey neydi Yekta bana açıkla!”

“Baba göründüğü gibi değil demeyeceğim.” desem de annemin şaşkın suratı cesaretimi kırıyordu. “Kerem'e aşığım!”

“Ne?!” İkisi de şaşırmak zorunda mıydı ki?

“Bana anlamadığınızı söylemeyin sakın.”

“Bu kadarını da tahmin etmiyorduk Yekta. O senin çocukluk arkadaşın, kardeş gibi büyüdünüz siz.” diyen annemin tiksinti dolu bakışları beni hıçkırıklara sürüklemek üzereydi.

“Biz hiç öyle olmamıştık anne. Siz öyle gördünüz. Kerem benim için her zaman kardeşten daha farklıydı ve o da benim için öyle düşünüyor.”

“Saçmalık!” diyen babama gözlerimdeki yaşlarla baktım. “Sen ne dediğinin farkında mısın? Ya sizin yediğiniz içtiğiniz ayrı gitmedi bu zamana kadar. Tamam ayrı kaldınız, ama kardeş gibi büyüttük sizi biz. Aynı evde kaldınız, aynı yemekleri yediniz, aynı yatağı paylaştınız!”

“Yekta'nın aklı karışık galiba Mert. Ne dediğinin farkında değil. Her nasılsa bu hisleri de geçecektir.”

Babam öfkeyle soluduktan sonra, benimkine benzeyen gözlerini anneme çevirdi.

“Bana sanki kafayı fazla takmış gibi geldi bu duruma.”

“Yaşı daha çok küçük. Hem insanlar çoğu zaman yanındakinden etkilenir. Bu da öyle bir şey.”

“Haklısın belki de, Yusuf diye bir arkadaşım vardı benim de, o da böyle aşık olduğunu sanmıştı en yakın arkadaşına, sonra unuttu, bir başkasıyla evlendi.”

Onların konuşmalarını şaşkınlıkla dinlerken, ilk kez bu denli tahammülsüz hissediyordum kendimi.

“Kerem benim en yakın arkadaşım değil.” diyerek öfkeyle onları cevapladım.

Sanki ben birdenbire yerden bitmişim gibi yarım dönen başlarla bana baktılar ve annem beni cevapladı.

“Aslında öyle, farkında bile değilsin.”

“Ben arkadaşı ve aşkı ayırt edebilecek yaştayım anne!”

“Değilsin.”

“Öyleyim!” diyerek patladım ve yaşlar yanaklarımdan akıp giderken, onlara düşüncelerimi haykırdım.

“Kerem'i seviyorum! O kadar çok seviyorum ki, onsuz yapamayacağımı biliyorum! Yanımdayken o kadar mutluyum ki, onsuz geçirdiğim her dakikada onu özlüyorum! Sadece onunla olmak istiyorum, onu yanımda istiyorum!” nefes almak için durakladım, fakat hıçkırıklarımdan vazgeçemiyordum. “Kerem'le ilgili olan duygularıma karar veremezsiniz!”

“Ama olmaz!” diyerek haykırdı babam, hemen onu cevapladı annem.

“Kızım daha çok gençsin, okulunu daha bitirmedin... Mantıklı düşünelim, gel... Bak babanla da konuştuk yanında...”

“Hayır!” diyerek resmen böğürdüm. “Benim hakkımda kararlar vermenizden bıktım artık! Ben sizin yanınızdayım ve ne hissettiğimi bile sormadınız bugüne kadar! Ne istediğimi, ne yapmaktan gerçekten hoşlandığımı sormadınız! Beni yanınızdan doğru düzgün ayırmadınız, neredeyse arkadaşlarımı bile siz seçtiniz! Hayatıma hep müdahale ettiniz, hep!”

“Çünkü korktuk tamam mı! Senin zarar görmenden korktuk, geçmişte olanların tekrar etmesinden korktuk!”

“Ama hiçbir şey olmadı işte! Biz mutlu aile tablomuza devam ettik!”

“Şimdi de öyle olsun istiyoruz kızım.” diyen anneme yaşlardan bulanıklaşan gözlerimle baktım.

“Ama Kerem'den uzakta öyle mi?”

Bana cevap vermedikleri için daha da çok ağlamaya başladım. Kerem'i nasıl istemezlerdi? Ellerinde büyümüştü onların.. Her zaman saygı ve sevgi göstermişti.. Kardeşleri olsa bu kadar yakın olacakları Yağmur ve Kenan'ın çocuğuydu o.. Ailesinden uzak kalmıştı. Benim gibi şanslı olamamış, aptalca sebeplerden, kimsenin suçu olmadan her şeyden uzakta büyümüştü. Ama şimdi hayatını geri kazanmayı isterken, onu nasıl istemezlerdi, nasıl?!

“Hayır, Kerem'i bırakmayacağım! Bugüne değin hep sizlerin istekleri oldu, ama artık Kerem'siz olmayacağım!”

“O gidecek anlamıyor musun?!”

“Gitmeyecek! Biliyorum!”

“Aptalca davranmayı kes Yekta!” diyen babamın sesi odamda adeta yankılandı. “Burada kalamaz! Mehmet denen adamın şartlarını sen de biliyorsun. Kerem uzakta kalırsa, mutlu olacağız!”

“Ben mutlu olmayacağım ama!”

O sırada kapı hızla açıldı. Kerem'in yüzünde öfke, gözlerinde ise acı vardı. Ona umutla bakarken, gözlerimdeki yaşları silmeye çalışıyordum.

“Ağlama Yekta.” dedi bana. Sesindeki çaresizlik miydi? Hayır, bunu bana yapma Kerem, yapma...

“Ağlama... Ailen haklı. Burada kalamam.” diyerek son kez gözlerimi içine baktı ve bir vedayı bile çok görerek ardını dönüp hızla uzaklaşmaya başladı.

Ben Kerem'in ardından koşarken, Yağmur teyzenin bağırışlarını duyabiliyordum.

“Onlar bizim çocuklarımız Eda! Kendinize gelin!”

Onların kavgaları umurumda bile değildi. Benim için önemli olan tek kişi Kerem'di. Her zaman öyle olmuştu ve ben onsuz olmak istemiyordum...

Kerem sokağı dönmeden onu kolundan yakalayıp durdurdum. Acım, ben farkında olmadan yanaklarımdan akmaya devam ediyordu.

“Nereye gidiyorsun?”

Kerem'in gözlerinde ince bir çizgiyi andıran gözyaşları, sesindeki acıyla birleşti.

“İngiltere'ye...”

“Hayır!” diyerek haykırdım. “Hayır, beni bırakmayacaksın. Gitmeyeceksin!”

“Yapma Yekta... Ailen haklı...”

“Haklı değiller tamam mı! Gitme Kerem...” diyerek ona sıkıca sarıldığımda, beni anında karşıladı ve olmadığı kadar hırsla sardı.

“Herkesi tehlikeye sokuyorum Yekta. Adamın şartlarını unuttun mu? Buradan gittiğimde bizi rahat bırakacaklardı. Ama ben buraya gelip ısrarla kalmaya devam ettim. Belki de bizi takip ediyorlar, bilmiyoruz... Seni de sürüklüyorum...”

“Hayır, beni sürüklemiyorsun. Kerem..” diyerek titrek bir nefes çektim ciğerlerime. “Gitme Kerem.. Beni bırakma... Bundan sonrası için nasıl durabilirim?”

Yüzümü elleri arasına alıp, sertçe ona bakmamı sağladı. Bakışları kızgın demirler gibi değdi tenime..

“Peki ben nasıl durabilirim Yekta? Boş geçen on yıldan sonra, hayatımı bulmuşken nasıl gidip orada ilerlemeyen bir şeyi itebilirim? Seni bulmuşken bunu nasıl yapabilirim?” Duraksadı. “Seni seviyormuşum ben! Öyle çok seviyormuşum ki, buraya geldiğimde anladım! Bunun adı aşkmış, bunun adı karşı konulması güç olan bir sevgiymiş ve insanın kalbine değerken, haz veriyormuş...” 

Eğildi ve alnını alnıma dayadı. Gözlerimiz her şeye inat sertçe kapandı. Gitmesinden korktuğumdan ellerimle ellerini, yanaklarımda sabitledim. Hemen geri çekilip gözlerime odaklandı.

“Gidersen yaşayamam...”

“Öyle deme.. Öyle deme, çünkü sen yaşayacaksın. Sen çok güzelsin, çok safsın Yekta'm... Sen yaşayacak ve insanlara iyiliğin ne olduğunu göstereceksin!”

“Sus! Ne olursun sus Kerem!” Ağladım, içim çıkana kadar ağladım. Ağlayışlarım, saçmalıklara büründü ve dilimden aptalca kelimeler savurdum. “Seni kıskanmayacağım! Geçmişini sorgulamayacağım! Nurşen'in adını ağzıma bile almayacağım! Ona hakaret etmeyeceğim, hatta onu seveceğim! Gerçekten seveceğim! Yani çalışacağım! Gitme! Annem ve babam aptalın teki! Anlamıyorlar, gerçekten anlamıyorlar!”

Bana gülümsedi, fakat gözlerinden yaşlar aktı. Kerem'im benim için ağlıyordu...

“Buraya gelirken farklı şeyler düşünüyordum, fakat beklemediğim şekilde gerçekleşti her şey... Ailemi ve sizi tehlikeye atıyorum Yekta. Bunu anlayamadım, onlar çok haklı...” derin bir nefesin ardından “Güzelim benim... Bebeğim...” diyerek dudaklarıma yapıştı. 

Anlıyordum. Anlamamak ne mümkündü o öpüşten sonra! O yüzden titredi dudaklarım, onun dudakları arasında... Bırakıp gidecekti beni... Aptalca şeylerden dolayı, gidecekti...

Bedenim birden üşüdü, çünkü Kerem'in bana değen sıcak teni çekildi. Gözlerimi açamıyordum. Açarsam gittiğini görecektim. Açarsam, onu kaybettiğimi fark edecektim. Tekrar ağlamaya başladım, tekrar ve tekrar...

Tüm uzaklığa rağmen, onu hep kalbimde yaşatmıştım. Aklımın içine giren varoluşumun farkındalığıyla Kerem'i görmüştüm. Yanımda, ellerimi tutarken, yemek yerken, oyun oynarken, uyurken... Ve ona aşık olduğumu da onun sıcaklığıyla anlamıştım.

Kerem gidemezdi... Gidemezdi, çünkü, gitmemeliydi... Gözlerim hızla açıldı ve etrafıma baktım. Yoktu... Kerem yoktu...

Titreyen bacaklarımla kaldırım kenarına oturup kaldım. Olanla olması gerekenin farkını algılayamıyordum. Doğruyla yanlışı fark edemiyordum... 

Ne yapacaktım, onu da bilmiyordum...

Tek bildiğim, onu çok sevdiğim ve asla vazgeçmek istemediğimdi...

Çocukluğumun Kokusu - TAMAMLANDI #Wattys2015Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin