“Neler oluyor burada?!” diyerek kükredi, fakat en büyük öfkesi ona yardımcı olan çocuktaydı. “Arzu'nun burada ne işi vardı?!”
Gökhan gözle görülür şekilde ifilderken yutkundu.
“Ben getirdim.”
Mehmet'in kahve gözleri, buz maviliklerini neredeyse çatlatıp parçalara ayıracaktı. “Neden böyle bir şey yaptın?!”
“Çünkü onu ne hale getirdiğini görmelerini istedim!”
“Kızımı kendi çıkarların uğruna mı kullandın lan sen?!” diyerek atıldı ve çocuğu saçından yakaladığı gibi başını zemine doğru eğdi. Gökhan iki büklüm olurken sessiz kalıp, avuç içlerini yere dayadı.
“Sana ne dedim ben?! Bu işe karışmayacaksın demedim mi ha?! ” Gökhan'ın titreyen bedeninden başka şey görülmüyor, korkuyla sarılmış kavgalı nefes sesleri geliyordu. “Cevap versene ulan!”
Gökhan nefes nefese, “Acıya karşılık acı diyen sen değil miydin?!” dedi ve Mehmet tarafından sertçe yere itildi. Sert zeminde bedeni kıvrıldı ve safir rengi gözleri yukarıya kalktı.
“Sen hangi b.ksun da kızımı bu işe karıştırıyorsun ha?! Canını yakacağım senin şu işi halledeceğim! Az önce yaşattığın acının karşılığını vereceksin!”
“Yeter!” diyerek bağıran Yekta'ya herkes şaşkınlıkla baktı. Genç kız Mehmet'in kahverengi alevleri karşısında titrese dahi konuşmadan duramayacaktı. Gökhan'dan nefret ediyordu, fakat onun böylesine itilip kakılmasına bir an gönlü razı gelmedi. Tüm bu saçmalıklara ortak koşmuş olsa da...
“Sizden güçsüz diye birini böyle ezemezsiniz.”
Mehmet onu baştan aşağıya süzdü. Yıllar önce Kerem'in ardında saklanmış kızın ne kadar büyüdüğünü düşündü. Serpilmiş, güzelleşmiş, inandığı haksızlığa karşı savaş veriyordu. Cesaretine hayran kalmıştı. Ama aptallığına acıyarak baktı...
“Sizi nasıl da unutmuşum böyle?”
Yekta ne diyeceğini bilemeden bir an bekledi.
“Bizi buraya siz getirmişken, unutmuş olmanız ne kadar tuhaf...”
“O kadar görünmezsin ki unutmuşum.”
Kerem gittikçe daha da öfkeleniyor, onlarla oyun oynadıkları için çıldırmanın en uç noktasına ulaşıyordu.
“Öyleyse bizim burada ne işimiz var Mehmet!”
Yaşlı adam bedenini uzun süredir hasret kaldığı bir aşka bakar gibi çevirdi. Kahverengi gözlerinde beliren o tuhaf temas Kerem'e değdi. Ne kızgın ne de acıyan bakışlar vardı o hırçın ve yaşlı görüşte... Göbeğinin yanlarına elini dayadı ve cesaretine hayran olduğu çocuğunun gözlerinin içine baktı.
Kerem'i yolladıktan sonra aslında içten içe ne kadar da pişman olmuştu. Daha on yaşındaki çocuğun gözünü bile kırpmadan annesine yaptığı yardım onun cesur duruşuna hayran kalmasına neden olmuştu. Çok istemişti kendi bünyesine alıp onu yetiştirmeyi.. Ama sadece kızının canı yandığından değildi sadece, hem de yaşı anne ve babasını hatırlayıp, ona aksi davranmasından çekinmişti. Hanesinde bir sağ kol yetiştirmeye çalışırken, düşmana yer açmak aptallık olurdu...
“Hoş geldin Kerem...”
Genç oğlanın kaşları gözlerinin hemen üzerinde tuhaf şekilde birleşti, ama cevap vermedi.
“Nasılsın? Gerçi Arzu'yu gördükten sonra moralin bozulmuştur diye tahmine diyorum ama olsun. Evi güzel bulduğuna eminim.”
“Bizi buraya, benimle sohbet etmek için mi çağırdın?”
“Neden olmasın?” diyen pişkin ses canını sıktı.
“Öyleyse Yekta'yı bırak, sohbet edeceksek!”
Yekta başını hızla ona çevirdi ve sağa sola salladı. Kerem onun bu hareketini görmezden gelmiş olsa da, genç kız bırakıp gitmeyeceğini ayan beyan ortalığa döküyordu. Sevdiği çocuğu bırakıp gitmeyecekti... Öylece çıkıp gidince aklından daha çok yüreği kalacaktı. Endişeleri, hüzünleri, geleceği burada kalacaktı...
Mehmet onun dile getirdiği anlaşma karşısında derin bir nefes aldı ve sıkıntıyla nefesi burnundan verdi.
“Çok klişe olmadı mı bu Kerem? Senden daha yaratıcı bir şey beklerdim.”
Kerem bir adım öne çıktı ve “Hepimizi bırak öyleyse..” dedi.
Mehmet göbeğini hoplatıp bir kıkırdamayla güldü ona. Başka zaman olsa adamın bu hareketine tatlı bir şekilde bakar, sevimlilikle nitelendirip gülerlerdi. Ama Mehmet'in bundan sonra yapacağı her hareket, haraza ile batacaktı...
“Ben şöyle bir şey söyleyeceğim sana. Bence dikkatini çekecektir.” deyip onun gözleri içine baktı ve düşüncesini neşeli bir ifadeyle dile getirdi. “Yekta gitsin, sen kal.”
“Tamam.”
“Hayır!” diyerek bağırdı genç kız ve Kerem'e döndü. “Hayır, seni bırakmam!”
“Konuştuktan sonra geleceğim.” Sesindeki ton kendinden bile uzaktı.
“Hayır öyle değil işte.” diyen Mehmet'e baktılar korkuyla..
“Yekta gidecek ve sen bir ömür boyu hiç kimseyi görmeden benimle kalacaksın. Benim söylediklerime uyacaksın, yap dediklerimi yapacak, yapma dediklerimi yapmayacaksın.”
“Köpeğin olacağım yani, öyle mi?”
“Ben olsam öyle demezdim...”
Yekta kızaran gözlerle onun ellerini tuttu ve küçük bir yavru köpeğin annesine muhtaçlığı gibi baktı. Burnunu çekerken konuştu.
“Beni bırakma lütfen...”
Bir nehrin incecik kollarından akan su gibi genç oğlanın gözlerinden yaşlar geçti. Kıza bakarken onun titreşen, bir duman gibi tüten acısından geçemiyordu...
“Kabul ediyorum.”
“Hayır, hayır...” diyerek ağlamaya başladı ve ellerinin arasına tuttuğu güçlü parmakları sıkmaya başladı. “Beni bırakma Kerem, lütfen...”
Kerem saçlarını yavaşça sevdi ve yanağından öpmek için eğildiğinde sıcacık nefesini bir hatıra gibi kıza bıraktı. Kulağına da, “Ağlama...” diyerek fısıldadı.
Mehmet'in o sırada başı yavaşça eğildi ve gözleri önünü görmek ister gibi yeye odaklandı. Eli karnına giderken, öğürür gibi sesler çıkarmaya başladı. Çok geçmeden bedeninden tuhaf titremeler geçmeye başladı. Şiddeti arttıkça eğildi ve ağzını açtı. Ağzından akan salyası köpüklendi zemine damladı. Mehmet'in gözleri irice açılırken donuklaştı. Bir yandan da gücünün son demleriyle Gökhan'a sesleniyordu.
“Bana bir şeyler oluyor!”
Gökhan'ın iri mavilikleri ona bakarken titreşti. Aciliyet taşıyan iki adımla ona yaklaştı ve kolundan yakaladı.
“İyi misin? Adamları çağırayım mı?”
Mehmet ona cevap vermek için kendini zorlarken dudaklarından çıkan kelimeler Yekta'yı daha da şaşırttı.
“Midem yanıyor çok kötü... Akın'a ses etsene...” demeye kalmadan, Gökhan'ın titreyen kolları arasına düştü kaldı.
“Ne oldu? Öldü mü, ne oldu?” Elleri birleşti ve ağzına dayandı Yekta'nın. “İnanmıyorum! Ağzından köpükler çıktı! Biz-biz bir şey yapmadık ki...” Ellerini saçlarından sertçe geçirdi. “Allah'ım! Bizi de öldürecekler! Bizi de öldürecekler!” diyerek sayıkladı.
Gökhan gözlerini kollarında yatan adamdan sonunda ayırabildiğinde ayaklandı. Fakat dizleri bir an kırıldı ve son anda düzeldi.
“Haydi Gökhan...” diyen Kerem'in sesine ikisi de donmuş gözlerle bakakaldı. Yekta şaşkınlıkla elleriyle ağzını kapıyor, Gökhan ayakların hareket ettiremiyordu.
Ama çocuk bakışlarını yerde nefessiz kalan adamdan çekti ve bağırdı.
“Akın! Akın patrona bir şeyler oluyor!”
İçeri giren uzun boylu adam hızla hareket etti. Yere eğildiğinde koyu keten pantolonunun tozlanmasına aldırış etmedi. Gözleri şaşkınlıkla büyürken elleri yerdeki patronunun boynuna gitti ve Gökhan'a döndü.
“Ne yaptınız lan?!”
“Ölmüş mü?!”
“Nabzı çok yavaş! Ben hemen yardım çağırıyorum.”
Gökhan'ın “Neredeler?” sorusuna karşılık, “Yemekteler.” dedi ve hızla çıktı.
Yekta elleriyle başını yakaladı ve “Müdahale edemeyecekler... Öldü... Bizi suçlayacaklar, bizi...”
Kerem onu kolundan hızla yakaladı ve kapıya doğru sürüklemeye başladı. Genç kız ne olduğunu anlayamadan kendini merdivenlerden inerken buldu. Sağına soluna bakarken, Gökhan'ın onlara sertçe fısıldadığı geldi kulağına.
“Sağdaki odaya girin! Pencereyi açık bıraktım. Biraz koşturunca, çalılıkların arasına saklanın! Yarım saatten önce çıkıp gitmeyin!” dedi ve onları açtığı kapıdan sokarken, cebinden çıkardığı anahtarı Kerem'e verdi. “Evin boş olduğunu biliyorlar. Işık yakmayın!”
“Tamam. Konuşacağız!” diyen Kerem Yekta'yı hızla içeri çekti. Kapıyı kapadı ve kızın kolunu tutup açık pencereden adeta attı. Onun ardından gidip kızla birlikte başını eğdi ve hızlıca koşmaya başladı.
Yekta ne diyeceğini, ne yapacağını bilemeden oğlanın onu çekiştirdiği yöne doğru gidiyordu. Nefes nefese kalmasının nedeni böyle hızlı koşması değildi. Yaşadığı adrenalin ve şok, ciğerlerini zorluyordu.
On dakika boyunca durmadan koştular ve ağaçların çok olduğu bir yere sığındılar. Bugün hava neyse ki kapalıydı ve ay kendini göstermiyordu. Kerem Yekta'yı ardına alırken bunu düşünüyordu. Şans onlardan yanaydı.
Bir süre etrafı kolaçan etti ve nefesini düzenlemeye çalıştı. Öyle ki, güçlü görünse de birinin ölümüne sebep olmuştu. Gözleri bir ağacın kurumuş gövdesine takılırken Arzu'yu düşündü. Hayatta şimdi tamamen yapayalnız kalmıştı...
“Kerem!” diyerek ona fısıldayıp elleriyle koluna asılan kıza döndü. Yekta'nın yeşil gözlerinden yaşlar aktı. “Neler oluyor?” derken kendini zorladığı açıktı.
Genç oğlan döndü ve onu kolları arasına aldı.
“Sakin ol! Her şeyi anlatacağım... Sadece sakin ol!”
Yekta kollarını ona sardı ve başı göğsünde hıçkırıklara boğuldu.
“Mehmet'i...” Hıçkırdı. “Kerem... Mehmet'i siz mi öldürdünüz?”
Genç oğlan ses dahi etmeden onun sırtını sıvazladı.
“Bana öyle değil de! Ben öldürmedim de...”
“Ben öldürmedim...” deyip soğuk geceden titrek bir nefes aldı.
Yekta biraz sakinleşir gibi oldu, fakat ağlaması kesilmemişti.
“İçeride neler oldu? Anlat bana, lütfen...”
Kerem onu gücüyle teselli etmeye çalışırken gözleri tetikteydi. Eve gittiklerinde anlatmak istiyordu fakat kızın bu çaresiz çırpınışı kalbini dağladı.
“Mehmet'i ben öldürmedim, ama Gökhan öldürdü...”
“Ne?!” diyerek onun kollarından çıkmaya çalıştı, fakat oğlan izin vermedi.
“Lütfen biraz sakin ol ve ses çıkarma...” dedi ve birkaç saniye onun bu bilgisi sindirmesini bekledi. Hemen ardından, “Buraya gelmeden önce Gökhan'ı aradım. Bir video çektiğimi, içine de onun çıplak fotoğraflarını koyduğumu söyledim. Eğer bizi oradan sağ salim çıkarmazsa da, bizim yokluğumuzdan sonra Robert'ın videoyu tüm televizyon programlarına vereceğini anlattım.”
Yekta'nın herhangi bir tepki vermesini bekliyordu, fakat kızın sarsıldığını bildiğinden her şeyi olduğu gibi anlatmaya devam etti.
“Bana önce inanmadı, küfür etti. Ne kadar ciddi olduğumu da çektiğim videoyu göndererek gösterdim. Mecburen boyun eğdi. Adece fotoğraflar yoktu, ayrıca Mehmet'le yaptığı anlaşmayı da anlattım. Bunun riskli olduğunu biliyordum, ama başka çarem yoktu.”
Yekta nefes almak için ondan kurtuldu ve yaşlı gözlerle sevdiği çocuğun cesur ve kararlı bakışlarına odaklandı.
“Ya ailelerimiz? Ya onlara bir şey yaparlarsa şimdi?”
Kerem de bunun cevabını çok düşünmüştü, fakat Mert ve babası ona güvenerek, bu işin içinden sıyrılabileceklerini göstermişlerdi.
“Halledeceğiz...”
Genç kız ona inanmak ister gibi baktı ve bakışlarını hemen aşağıya eğdi. Kaşları şaşkınlıkla ne çatılmış ne de havalanmıştı. Tuhaf bir edayla alnında dalgalanmıştı. Yaşadıklarının bir rüya olup olmadığını anlamaya çalışıyordu. Hayır, değildi... Bunlar gerçekti...
“Peki Gökhan buna nasıl cesaret edebildi?” diyerek başını kaldırdı. “Birini öldürdü. Onu da mahvedecekler...”
“Kimse onun öldürdüğünü düşünmeyecek.” diyerek saçlarını sevdi. “Yemeğini yapan aşçıdan bulunacak.. Çorbasında fare zehri vardı sonuçta..”
Yekta irkilerek geriye sıçradı.
“Adamın hayatını mı yaktınız! Bir masumu suçlu mu göstereceksiniz!” Bir iki adım çekilince, Kerem onu kendinde tutmak için hemen cevapladı.
“Adam zaten yarım saat önce ortalıktan kayboldu merak etme!”
“İyi de nereye?! Bulunacak Kerem! Şu dediğini aklın alıyor mu!”
“Babamın yanına gitti. Sahte kimlik ayarlayacaklar...”
Yekta ona bir uzaylı görmüş gibi bakıyordu. Bunca saçmalığı sığdırabileceği bir aklı gerçekten de yoktu! Sadece on sekiz yaşındaydı. Lanet olasıca bir on sekiz! Ama sayılar yer değiştirmiş gibi kendini yaşlı ve yorgun hissediyordu. Sevmenin bu denli karmaşık bir problem olduğunu bilememişti. Ya da kalbini kapanın basit olmadığıydı tüm mesele...
Yapabileceği bir şey yoktu ama.. Sevdiği için tüm sıkıntıları göze almıştı. Sessizce nefes aldı ve sakinleşmeye çalıştı. Aklına gelen yeni bir düşünceyi ona yöneltti.
“Peki içerideki tüm o kapışmalarınız nedendi? Gökhan'la birbirinize girdiniz...”
Kerem o aptal itiş kakışa gülmeden edemedi.
“Dışarıda bizi dinliyorlardı. Üstelik bir tanığımız vardı. Kavgamız, Gökhan'ı masum yaptı..”
“Arzu'nun kendine bile hayrı yok Kerem! Gidip kime anlatacak?” deyip gözlerini kapadı. Ona çok kötü davranmış, zaten yitik olan aklının daha da uzaklara kaçmasına sebep olmuştu.
“Her şeyi düşünmeye çalıştık.”
Yekta'nın gözleri ona meydan okurcasına açıldı ve sözleri uçup oğlanın kulağına sertçe kondu.
“Umarım bir yerde eksiğiniz yoktur.”
“Umarım...”
Onlara doğru gelen sert ayak sesleriyle Kerem kızı yakaladı ve önüne alıp eğildi. Ağaçlar geniş aralıklarla duruyordu, fakat gece onları muhafaza ediyordu.
“Neredeler?! Öldüreceğim onları!”
Gökhan'ın titrek sesi boğukça ulaştı.
“Bilmiyorum! Ana yola çıkmışlardır belki! Bir araba çevirmişlerdir!”
“Dua et öyle olmasın! Yoksa seni parçalara ayırırım!”
“İyi de ben ne yaptım?!” derken adamın ardından koşturmaya başladı. “Çok uzaklaşmayalım bence! Hastaneye gidelim!”
Kerem onların gidişiyle biraz olduğu yerde bekledi ve etrafa şöyle bir baktıktan sonra Yekta'yı kolundan yakalayıp koşmaya başladı. Tutsak oldukları eve yakın olan beşinci yere geldiler. Kerem seri hareketlerle kapıyı açtı ve Yekta'yı iterken son kez ardını döndü ve etrafına bakındı. Hemen ardından kapıyı yavaşça kapadı ve dönüp sırtını yasladı.
Gözleri tuttuğu nefesiyle sertçe kapandı ve derin bir nefesi cömertçe havaya verdi.
“Burası neresi?” diyen Yekta'yı görmek için göz kapaklarını araladı.
Müstakil evin tüm eşyaları özenle korunmak için beyaz çarşaflarla kapanmıştı. Girişi ortadan ayıran bir merdiven vardı. Sağ tarafta mutfak, hemen solda küçük bir salon bulunuyordu. Yekta salona doğru hareket ettiğinde Kerem onun kolunu tuttu.
“Üst kata çıkacağız tatlım. Burası bizim için riskli.”
Yekta başını sallayıp yavaş adımlarla tahta merdivenlerden çıkmaya başladı. Önce tahtaların gıcırdayıp, onların burada olduğunu belli edecek sandı fakat cilalanmış güzel tahtaların üzerinde tüy hafifliğinde tırmanmaya başladı. Üst katta üç kapı vardı. Kerem onu geçip sağındaki kapıyı hafifçe araladı ve banyo olduğunu gördüğünde hemen geri çekilip diğer odaya geçti. Büyük bir yatak odasında, battal boy bir yatak, iki yanında da iki küçük komodin ve en az yatak kadar geniş bir aynalı dolap vardı. Duvarda durmuş bir saat ve yatağın hemen üzerinde elinde bir meyve sepeti tutan kadın tablosu vardı.
“Burada kalacağız.” diyerek içeri girdi. Perdeler kalın beyaz güneşliklerle kapanmıştı ve içeriye pek ışık girmiyordu. Yine de gözleri karanlığa alışmıştı.
“Bizim burada olduğumuzu anlarlar mı?” diyerek merakına engel olamadan pencereye doğru yaklaştı ve eliyle perdeyi hafifçe araladı. Kerem onun ardında belirdi ve fısıldadı.
“Eğer pencere kenarında durursak kesinlikle anlarlar.”
Yekta elini hızla çekip arkasını döndü ve sevgilisiyle burun buruna geldi. Kerem'in bal rengi gözleri, az önce onca sıkıntıyı yaşamamış gibi pırıl pırıldı.
Genç kız onun bu yıpranmamış güzelliği karşısında sertçe yutkundu. Duygularıyla bulunduğu ortam sanki bir anda yer değiştirdi ve kendini Kerem'le odasında yalnız hissetti. Bu utangaç histen kaçmak için çabaladı.
“Haklısın...” diyerek bakışlarını yüzünde gezdirdi. “Sence neredeyiz?”
Kerem başını kaldırdı ve ona doğru eğilip perdenin aralığından bir yere baktı. Yekta onun sıcak ve sert nefesini yüzünde hissedince içi kaynadı. Neden birdenbire böyle şeyler hissettiğini bilmiyordu, ama çok güzel olduğunu biliyordu. Yeri ve zamanı olmayan duygularla çevreleniyordu. Acaba sevgi gibi arzu da en küçük boşluktan insanın kanına mı sızıyordu?
Kerem'in konuşmasıyla düşüncelerinden sıyrıldı. “Bak. Ana yolda bir tabela var. Muğla'nın girişindeyiz.”
Yekta şaşkınlıkla başını çevirdi ve “Muğla'da mıyız? İnanmıyorum!”
“Mehmet sınırları zorladığını gösterdi...”
“Zorluyordu, evet...”
Kerem onun üzgün yüzüne bakıp elinden tuttu ve pencere kenarından çekti.
“Yarın geceye kadar buradayız.” diyerek hareketlendi ve dolaba ilerledi. “Gökhan ortalık sakinleşmeden evden çıkmamızı istemedi. Bana göre riskli ama başka bir şey aklıma gelmedi.” deyip kapağını açtı. “Bizim için atıştırmalık şeyler de bıraktı. Yani aç kalmayacağız. Suyumuz da var. Vanaları da açtı. Sadece ısınmakta sıkıntımız var. Onu da koridora çıkarıp ışığını engelleyerek elektrikli sobayla halletmeyi düşünüyorum.” Birkaç poşeti çıkarıp yatağa doğru ilerledi.
Elindekileri yatağa bırakıp kurcalamaya başladı. Paket paket çikolatalar, bisküviler çıkardı. Ve birkaç paket de hazır pizza ve konserve edilmiş çorba..
“Çorbalar soğuk olabilir fakat en azından bizi yarın akşama kadar idare eder.”
Yekta'dan ses gelmemesi üzerine başını kaldırıp kıza baktı. Ayakta öylece durmuş onu seyrediyordu. Kerem onun ruh halini umursamadığını düşünerek kendine kızdı. Kendi gibi bir anda her şeyi silip atacak değildi ki...
“Yanıma gelsene tatlım...” diyerek elini ona doğru kaldırdı.
Yekta birkaç saniye onu süzdü ve yavaş hareketlerle yaklaştı. Yatağa oturduktan sonra Kerem onu kollarıyla sardı ve başını saçlarına gömdü.
“Acıkmadın mı?”
“Acıktım...” diyerek derin bir nefes verince oğlan sordu.
“İyi değilsin... Özür dilerim Yekta'm... Karmaşanın içinde seni düşünemedim, yani ne kadar yıpranıp, korktuğunu...”
“Hayır, sorun o değil.”
Kerem başını indirdi ve onun gözleriyle buluşmaya çalıştı, fakat kız buna izin vermedi.
“Sorun ne?”
“Sorun...” Duraksadı. “Nasıl bu kadar rahat davrandığın? Az önce biri öldü ve ne bileyim...”
Kerem onu anladığını belli edercesine daha sıkı sarıldı.
“Sadece hayatta kalalım istiyorum Yekta. İnan bana olanlar için ben de çok üzgünüm, ama başka çarem yoktu... Sadece senden biraz mantıklı düşünmeni istiyorum tamam mı? Mehmet'i yaralasaydık peşimizden gelirdi... Başka çözümü yoktu. Üstelik Gökhan'a nasıl zarar verdiğini sen de gördün. Bunu birkaç kez tekrarlamış. Hatta dövmeye kadar gitmiş. İnan bana, Gökhan'ın bu işi kabul ederken sadece fotoğrafları düşündüğü falan yoktu. Adamın onu bırakmayacağını biliyordu. Bir kere pisliğe bulamıştı...”
“Çıkışı yoktu.” diyerek onun sözlerini tamamladı Yekta ve baktı.
“Öyle tatlım... Burada kim suçlu diye sorarsan sana komadaki ş.refsiz derim! Ama bunun cezasını ondan çok biz çektik! Ve maalesef Mehmet ölmek zorunda kaldı...”
Yekta ona bakarken çenesi titremeye başladı. Gözleri önünde bir adam zehirlenerek ölmüştü. Bunu bir daha unutamayacağını düşünüyordu. İçi çekiliyor, bu anıyı hafızasından nasıl sileceğini düşünüyordu. Fakat Kerem'in ilk hamlesi onun sıkıntılarını biraz sildi.
“Ve seninle güzel bir yaşam istiyorum Yekta. Bugüne kadar en çok sıkıntıyı biz çektik. Daha farklı bir hayat kurabilirdik. Bu kadar saçmalığa katlanmak zorunda değildik! Bize zorlanan hayatları yaşadık! Söylesene bana, o aptal Gökhan'la birlikte olmak sana ne kazandırdı! Eğer ben burada olmuş olsaydım her şey tamamen farklı olacaktı. Ellerimiz daha önceden aşkla birleşecekti Yekta'm.. Seni sevdiğimi yıllar önce haykıracaktım. Dudaklarımız daha önce birleşecekti...” deyip susunca, Yekta'nın göz kapakları heyecanla yarıya indi.
Yükselip Kerem'in dudaklarından öpmeye başladı. Haklılığını biliyordu. Öyleyse dediği gibi artık hiçbir anı kaçırmamalıydı.
Kerem onun öpüşüyle kızı belinden yakaladı ve bedenini ona bastırdı. Yekta'nın boynuna sarılan elleriyle kendinden geçti. Ama kızın geri çekilişiyle ani bir düşüş yaşadı. İtiraf etmeliydi ki, Yekta'yı kaybettiği o anlarda düşünceleri ona arzuyla sahip olmasını da söylemişti.
“Haklısın...” diyerek boynuna sarıldı ve bakışları karanlık odanın içinde gezindi. Az önce bacakları arasında hissettiği titreşimin sebebi Kerem'di ve bunu bastırmaya çalıştı. “Ben acıktım...”
Yemek yeyip, ısınmak için elektrikli sobanın yerini ayarladılar. Üzerlerinde kazak ve pantolonları kalarak yatağa uzandılar. Adrenalin onları yormuş, talı bir uyku getirmişti. Ama Yekta'nın düşünceleri arsızdı.
Belki de onları bulup mahvedeceklerdi.. Belki de buradan sağ salim çıkamayacaklardı... En çok istediği şeye kavuşmuşken bir isteği daha vardı ki, Yekta bunu bastırıp içinin derinliklerine yollayamıyordu. Yanlış ya da doğrunun ayrımını yapamıyordu.
Sadece hissediyordu.
Öyle ki, idam sehpasındaki bir suçlu gibi bedeni keşkelerle dolmaktan korkuyordu. Yani, duygularına gem vurmak istemiyordu. Apaçık, çekinmeden, öylece, Kerem'i ruhundan sonra bedeninde hissetmek istiyordu.
İçeri çok ısınmamıştı, fakat kızın bedeninden bir sıcaklık yükseldi. Cayır cayır yanmasına neden olacak bir ateşti sanki arzu onun için... Kerem'in kollarında kaskatı kesildi bir an için..
Konuya bir yerden girip ona söylemek istiyordu. Her şeyi olduğu gibi, uzatmadan, nasıl olan aşkını dile getirdiyse öyle korkusuzca...
Onu istiyordu.
Kerem, Yekta'yı kolları arasına aldıktan sonra birkaç dakika sadece nefes sesleri doldu odanın içine. Onun bir an sessizleşip kasılmasına karşılık aralarındaki havanın girişini bile engellercesine sardı kızı. Kendi de korkuyordu, ama Yekta yanındaydı. Onun için daha büyük bir şey yoktu artık. Aciz yaşamında, onu her şeyiyle seven kız kolları arasında duruyordu işte...
Bu temasa rağmen, genç kız endişelerini onun yüzüne vurmaktan geri durmayacaktı.
“Korkuyorum Kerem.”
“Bunu engellemek için büyük bir adım attım tatlım.”
Yekta onun güçlü kolları arasından sıyrıldı ve sağ kolu üzerinde yavaşça doğrulup, karanlıkta bile belli olan parlak bal rengine baktı.
“Beni asıl telaşlandıran bundan sonrası işte... Ya...”
Kerem onu anlıyordu, fakat dibe sürüklenmesine izin vermeyecekti. O yüzden sözünü jilet gibi kesti. “Sus!”
Yekta kendini yatağa geri bıraktı, fakat bedeni oğlandan uzaktaydı. Bakışları tavanın beyaz boyasında dolanırken aklından geçenler sadece tehlike değildi...
“Ne istiyorsun?”
Kerem'in sözleri üzerine ona döndü, fakat oğlan onun konuşmasına izin vermeden kararlılıkla devam etti.
“Aklındakileri silmek için benden ne istiyorsun? Senin için bir şeyler yapmak isterim yekta. Unutma, bunu her zaman istedim.. Yine de şimdiden daha güçlü bir istek değildi...”
Yekta onun yüzünü incelerken bakışları cesur dahi olsa, düşünceleri korkak bir kediyi andırıyordu. Bir köşeye geçmiş zarar görmeden bulunduğu yerden kaçmak istiyordu. Ama diğer yandan da içine yayılan o korkunun sıcağı kendine çekiyordu. Bir adım atsa yanış, bir adım atsa dönülmez bir yol, ama tüm gidişlerle öylesine heyecanlı ve karşı konulamaz...
Sertçe yutkundu ve Kerem'in saf bakışları karşısında yavaşça yerinden doğruldu ve dudaklarına yaklaştı. Bunu bir filmde görmüştü ve bir gün uygulayacağını tahmin bile etmemişti. Ama güvendiği dudaklara yaklaşmak, hoş bir duyguyla kaplanmasına neden olmuştu.
Bakışları, aşkı kokladığı insana değdi ve içinden yükselen korkusuz istekle fısıldadı.
“Seni istiyorum...”
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Çocukluğumun Kokusu - TAMAMLANDI #Wattys2015
Romance"Seni çok seviyorum ben.. O aptal filmlerdeki çiftler gibi davranmayalım. Hemen ayrılmak için yer arayanlar var ya onlar işte... Hem hayatta çok az şey böyle nadir bulunur. Öyle ki bizim hikayemizde tuhaf sahip şeyler var. Karşı konulamaz ve insana...