Finale çook az kalmışken, tansiyon bu kadar tırmanmışken, gençlerimiz nasıl kurtulacak acabaa :))) Yorum ve beğenilerinizi eksik etmeyinn ^_^ <3
&&&
“Kerem?!”
Ona seslenen babasını duyunca iç geçirerek ardını döndü ve babası, Mert'i ve Robert'ı gördü. Kuzenine bakıp ayaklandığında, tek kaşı da yaptığı şey karşısında onu ayıplayarak havalandı.
“Bizi ezip gidebileceğini mi sanıyorsun?” Babasındaki öfkeli tını onu hiç etkilememişti.
“Öyle bir niyetim yoktu.”
“Bu yaptığın nedir peki? Evden çıkıp gidiyorsun, bizi dinlemiyorsun. Bizler senin büyüğünüz. Ben senin babanım ve üstelik Yekta'nın babası da senin amcan sayılır..”
Kerem bal rengi gözlerini çevirip karşısındaki adama baktı. Dağ gibi duran adamın omuzları aşağıya eğilmiş, yakışıklı yüzü çökmüştü.
“Ben umursamadığınız şey için uğraşıyorum.”
“Nasıl böyle konuşuyorsun Kerem?” diyen Mert'in sesi içlerine titremeyle aktı. “Kızımı nasıl umursamadığımı düşünürsün? Sen bu hakkı nereden buluyorsun?”
“Umursamış olsaydınız onun fikirlerine önem verirdiniz. Ama siz beni buradan postalamaya çalıştınız.”
“Doğru konuş!” diyen babasının sesiyle ortam gerilmeye başlamıştı.
“Ben gerçekleri söylüyorum. Bunda eğri bir taraf yok..”
“Saygını yitiriyorsun bize karşı.”
“Evet, sayenizde!” deyip bedenini hafifçe öne aldı. “Eğer bana gerekli saygıyı göstermiş olsaydınız bunlar olmayacaktı.”
“Neymiş o gerekli saygı?” derken ellerini sertçe beline dayadı Kenan. Oğluna laf anlatamamak onu çileden çıkarmaya başlamıştı. Küçükken yaptığı hiçbir yaramazlıkta bile ona tek fiske vurmamışken, şimdi kafasının dikine giden bu çocuğun ağzına bir tane geçirmek istiyordu.
Biricik çocuğunun yüzünü incelerken, annesine ne kadar benzediğini düşündü. Güzel havai saçlar, buğday misali dalgalanan göz rengi, yakışıklılığı, nazikliği... Bir tek bu kafasının dikine giden, huysuzluğunu ondan almıştı ve Kenan içinden kendine sinir oldu. Keşke daha farklı bir şey alsaydı. Mesela... diye düşündü fakat bir şey bulamayınca kendine daha çok sinir oldu. Sahip olduğu en iyi özelliğini almıştı aslında.
Cesaretini.
Sevdiği kadın için elinden geleni yapmak ve onu bırakmamak için çabalamak.. Tıpkı onun gibiydi, fakat artı yönü tıpkı kendisi gibi aptallık yapıp, hayatını adamak için çıldırdığı kadını elinden kaçırmamıştı...
“Yekta'ya olan sevgime saygı istiyorum baba... Bundan kötü olan nedir? Onun kalbini kırmak istemiyorum, onu mutlu etmek istiyorum ve her daim hayatımda olan Yekta'ya kendimi tamamen vermek istiyorum.” Titreyen sesiyle karşısındakiler gibi kendini de duygulandırmıştı. “Buna engel olmayın. İstediğim tek saygı bu anlatabiliyor muyum?”
“Onu sevmene engel olmuyoruz.”
“Evet, ama onu benden koparmaya çalışıyorsunuz... Sizden hiçbir şey istemedim bugüne kadar. Yaşamam gerektiğine inandığınız hayatı yaşadım. Ama ilk kez bir şey istiyorum.” deyip bakışlarını Mert'e çevirdi. “Yekta'yı benden ayırmayın... Sadece onu istiyorum...”
“Kendi başına becerebileceğini mi düşünüyorsun ya?” deyip ona çıkıştı babası, her ne kadar onun gurur duysa da..
Kerem cevap veremeden Yekta'nınkilere benzeyen gözler onu samimiyetle karşıladı ve “Tamam Kenan.” dedi ve “Bırakalım ne istiyorsa onu yapsın...”
“Mert ne diyorsun? Bu güne kadar hangi işimizi başkasına bıraktık? Senin kızın kaçırıldı!” diye haykırsa da, asıl korumak istediği kendi oğluydu.
Mert ise bakışlarını, onunkilere dikmiş çocuktan hiç ayırmıyordu.
“Kendinden daha çok birini seversen emin ol önce onu kurtarırsın.”
“Sen kendi kızını kendinden daha çok sevmiyor musun?” deyişiyle arkadaşına döndü ve eski ihtişamını kaybetmemiş ama soluk gülüşünü ona verdi.
“İnan bana, Kerem'den daha çok değil...”
Bir anlık sessizlikten sonra, Kerem heyecanlı şekilde telefonunu Robert'tan aldı ve hattını onunkiyle değiştirip telefonu açtı. Saat üçe birkaç kala mesaj gelmişti bile.
On dakikalık mesafeden sonra, trafiğin en işlek olduğu yerden alacaklardı onu. Kerem planlarını anında anlamıştı. Bir saniye içinde arabaya binecek ve arabaların arasına karışarak izlerini kaybettireceklerdi.
Genç çocuk önce arkadaşına, sonra büyük adamlara sarıldı. Dikkatli ol laflarına karşın söylediği haklarını helal etmeleriydi.
Biraz ilerleyip ayrılmadan önce Mert onu kenara çekti ve sordu.
“Yekta'yı ne kadar sevdiğini görebiliyorum, fakat neden bunu yaptığını anlamıyorum.”
Kerem bunun cevabını çok önceden vermişti kendine.
“Hiçbir şeyim tam olmadı Mert amca... Ama hayatta yeni sahip olan bir şeyin daha yarım kalmasını istemiyorum.” dedi ve biraz duraksayıp, “Bana güven.” dedi.
Mert güçlü parmaklarını oğlu gibi sevdiği çocuğun cesur omuzlarına attı ve hafifçe sıktı.
“Güveniyorum...”
“Teşekkür ederim.” deyip gülümsedi ve babasına tekrar sarılarak hızla onu alacakları yere doğru yürüdü.
Birkaç dakika içinde siyah bir Cherokee yavaşça ona yaklaştı ve önde oturan iri yarı ve kel bir adam başıyla ona arka kapıyı göstererek binmesini işaret etti.
Kerem derin bir nefes alırken arabaya atladı ve hemen yanında bulunan, ön koltuktakine benzeyen adamı görünce, hepsinin aynı fabrikanın malı olduğunu düşünerek içinden alayla sırıttı. Araba hızla hareket etmeye başladığında, bu aptalca şeylere ne gerek var diye düşündü.
“Şimdi sessiz kalacaksın. Hiçbir şekilde konuşmayacak, aldğın nefesi bile büyük bir sükunetle vereceksin.” Kerem cevap vermeyince, ona sertçe seslendi. “Duyuyor musun beni?” dese de hala dönüpte Kerem'e bakmamıştı. Ta ki, onun verdiği cevapla hayvani bakışlarını çocuğa çevirdi.
“Sessiz kalıyorum.”
Adam ona baktı ve yanındakine seslendi.
“Sıkıca bağla şunun gözlerini!” Sonra da önüne dönüp, “Üzerini iyice ara. Her ne varsa çıkar bana ver.”
Adam onun mahrem yerlerini bile ellerken Kerem'in öfkeli bir homurtu çıkardı. Üzerine aldığı telefonunu, hatta cüzdanını bile cebinden çıkardı.
“Telefonuna ihtiyacın kalmadı artık çocuk.” dedi ve penceren aşağıya salladı. Cüzdanının içini kurcalayıp, aykırı bir şey var mı diyerek inceledi. Onları rahatsız edecek herhangi bir elektronik alet bulamayınca sessiz kaldı.
Kerem başını yavaşça koltuğa dayadı ve bu yolculuğu sakinlikle atlatmaya çalıştı. Ne kadar cüretli bir hal takınsa da korkuyordu... Ölüm korkusu onun güçlü içgüdülerini kırsa da, asıl endişe ettiği Yekta'ya bir şey olmasıydı. Eğer onun canı yanarsa, eğer... Korksa da bunu düşündü. Eğer ölürse, galiba kendi de yaşayamazdı. Öyle ki, bir can kadar enjekte edilmişti ruhuna...
Ona gereğinden uzun gelen birkaç saatin ardından araba durdu. Kapılar hızla açılırken, Kerem kolundan çekildiğinde, ayağını sağlam bir zemine atmak için hareketlendi. Gözleri siyah bir kumaşla bağlıyken, adamların hızına yetişemiyordu, fakat onlara uyum sağlamaya çalışıyordu.
“Patron nerede?”
“Yemekte.”
“Tamam haber ver.” deyip duraksadı ve kapının önünde bekleyen başka birine emretti. “Kapıyı aç!”
Kerem içeriye hafifçe iteklendiğinde ayakta kaldı ve bekledi. Ona bir zarar verilmesinden endişe ettiğinden durdu.
“Kerem??”
Kulağına çalınan o melodik sesi duyduğunda gözündeki kumaşı tek eliyle hızla çıkardı ve karanlık odada etrafına bakındı. Şöminenin ateşinden başka bir ışık görünmüyordu. Ama eliyle koymuş gibi buldu onu.
Yekta'sı duvar kenarına oturmuş, bacaklarını kendine çekmiş bir top gibi duruyordu. Gözleri ağlamaktan kızarmış, burnunu çekip duruyordu. Kerem onun iyi olduğunu gödüğünde, içindeki endişe buzları Yekta'nın varlığından gelen sıcaklıkla adeta eriyip buharlaştı.
“Tatlım?” dediğinde Yekta ayaklandı ve ona doğru koşturdu.
Kerem onu belinden yakaladı ve kendi boyuna çıkarıp başını boynuna gömdü. Kokusundan derin nefesler çekerken, konuşmadan da edemiyordu.
“Tatlım... Yekta'm... Çok şükür... Çok şükür, iyisin... Öyle korktum ki.. Seni kaybedeceğim diye öyle çok korktum ki...”
Yekta, onun boynuna sıkıca sarıldı ve burnunu yanağına bastırıp bunun bir rüya olup olmadığını anlamaya çalıştı. Hayır değildi. Tıpkı Kerem gibi kokuyordu. Rüya görmüyordu, buradaydı. Ona gelmişti. Yanında... Ve hemen ardından ağlamaya başladı. Hıçkırıkları, genç oğlanın kulağını doldurmaya başladığında, Kerem onu ayakları üzerine bıraktı ve göğsüne çekip saçlarını sevdi.
“Tamam buradayım bak ağlama...”
Yekta hıçkırıkları arasından, “Buradasın... Ama sana zarar verirlerse? Ne yaparız, ne?!”
Kerem'in onun için endişelenen, bu güzeller güzeli kız için yüreği kabardı ve hayatı boyunca yanında olmasını istemekle hata yapmayacağını tekrar anladı. Ne yapacaksın demiyordu, ne yapacağız diyordu. Demek ki o da kendi gibi, onları bir görüyordu...
“Seni almadan bir yere gitmeyeceğim merak etme... Sadece ağlama lütfen. Güçlü görünmemiz gerekiyor tamam mı?” dediğinde Yekta'nın göğsünde olan başı ona sürtünerek aşağı yukarı sallandı.
Bakışlarını kaldırıp Kerem'e baktı. Etraftaki her şey bir anda silinmiş gibi gözleri kenetlendi.
“Seni üzdüğüm için özür dilerim Yekta'm...” deyip onun saçlarını sevdi. “Aptalca davrandım. Çabalamam gerektiğini fark etmedim. Her zaman yaptığım şeyi senin için uygulamayacaktım. Ve inan bana herkesten daha çok hak ediyorsun birçok şeyi...”
Yekta'nın gözleri o geldiğinden beridir ilk kez huzurlu bir yumuşamaya büründü ve ona tekrar sarıldı.
Kerem, onun tarafından affedildiğini anladığında etrafı seyretti. Özenle döşenmiş ev, sıcak bir yuvadan eksiğini göstermiyordu. Hızla pencere kenarına gitti ve demir parmaklıklarla kapanan manzaraya bakmaya çalıştı. Nerede olduklarını kestiremiyordu. Etrafta birkaç alana dağılmış evler vardı fakat nerede olduklarını kestiremiyordu.
Bakışları hala etrafı süzerken Yekta'ya soruyordu.
“Nerede olduğumuzu anladın mı?”
“Hayır... Sen anlamadın mı?” deyince Kerem bedenini ona çevirdi.
“On yıldır İzmir'e gelmedim, nasıl bilebilirim?”
“Bana zaten İzmir'den uzakta kalmışız gibi geldi...” deyip fısıldayınca Kerem'in kaşları çatıldı.
“Bu hiç iyi olmadı.”
Yekta ona cevap vermek yerine başını çevirip karşıya baktı. Birkaç saat içinde varlığına alıştığı kişiyle göz göze geldi tekrardan... Kerem, onun nereye baktığını görmek için merakla başını çevirdi.
Simsiyah saçlar yere değiyor, büyük bir elbisenin içinden geçen kollar iki yana düşmüş, baş sola eğilmiş şekilde siyah gözler ona döndü.
“Bu da kim?” dediğinde Kerem'in sesindeki fısıltı şaşkınlığı barındırıyordu.
“Bilmiyorum, ama bir tahminim var.” dediğinde Kerem gözlerini bir an dahi karşısındaki kadından ayırmıyordu.
“Yekta...” deyip hafifçe inledi.
“Tahminim yanlış değilse, Mehmet'in kızı bu. Arzu...”
Kerem içine titrek bir nefes itelemeye çalıştığından yarım kaldı ve soluk soluğa konuştu.
“İnanamıyorum... Ben... Ben ne yaptım böyle?”
Yekta onun bir anda uçurumlara yuvarlanmaya çalışan ruhunu fark ettiğinde aceleyle yanına gitti ve elini tuttu.
“Sen bir şey yapmadın Kerem... Bence bunu ona babası yaptı.”
Kerem'in tuzlu sularla dolan gözleri perişan bir halde duran kadına odaklanıp kalmıştı. Açık olmalıydı ki, bu oyunda her zaman kendi tarafını tutmuş, kendi galibiyeti için çabalamıştı. Fakat ya karşıdan hiç mi zarar olmamıştı? Bu aklına hiç gelmemişti...
Yiğit'e aşık olan bir kadının gerçekleri öğrendikten sonra bir şekilde yaşamına devam edeceğini düşünmüştü. Tutacağı yas sona erdiğinde her şey onun için güzel olmuştu... Belki de aşkı için üzülürken, salonun en köşesinde bulunan koltuğa oturup yıllarca acıyla beklemiş olacaktı, kimseyi sevmeden... Ama Kerem gerçekten böylesine bitkin ve çaresiz bir kadın beklemiyordu.
Mehmet'i şimdi daha iyi anlıyordu. Bu adam kızını iyi tanıyordu. Bir acı vermişti Kerem onlara ve karşılığında da acı istemişti... Halbuki tüm suç Yiğit'indi.. Bu yüzden onların canına kast etmemişti... Bu yüzden gitmesini istemişti. Kızını perişan eden ailenin de perişan olmasını istemişti...
“Yekta ben neye sebep oldum böyle?”
Genç kız, sevdiğinin elleri arasından kaydığını fark ettiğinde onu kendine doğru çekmeye çalıştı. Kerem'le göz göze geldiğinde, onu görmediğini fark etti.
“Sen hiçbir şey yapmadın tamam mı! Eğer bir harekette bulundum diyorsan aileni korumak içindi Kerem!” diyerek ince parmaklarıyla onu sarsmaya çalıştı, fakat beceremedi.
“Her zamanki gibi güçlüydün, cesurdun!”
“Hayatımızı mahvettim Yekta...”
“Hayır!” dedi ve gözleri acıyla dolmaya başladı. “Lütfen Kerem kendine gel... Bizim hiçbir suçumuz yok, gerçekten yok... Sana yalan söylemem ben. Hiçbir zaman söylemedim...” Gözlerinden yaşlar akarken onu kurtarmaya çalışıyordu.
Kerem gelmeden önce odanın köşesine kaçıp kadını incelemişti. Ona herhangi bir zararda bulunmamış öylece durmuştu. Yekta, bu kadın tarafından öldürülmeyeceğini anladığında aklına gelen ilk seçenek buydu. O, Mehmet'in kızıydı. Ve buradan kurtulduğunda bunu Kerem'e nasıl açıklayacağını düşünmüştü. Açıklamasına fırsat kalamadan göreceğini görmüştü Kerem...
Genç çocuk kendine biraz geldiğinde ellerini havaya kaldırdı ve titreyerek kızın yanaklarından yaşları sildi. Buraya gelirken böylesi bir şok yaşamayı hiç beklemiyordu. Suçlu ve mağdurlar birbirine girmişti. Kimi yargılaması gerektiğini artık anlayamayan çocuk bunu unutmaya karar verdi.
Kapının kilidi dönüp açıldığında başları o tarafa döndü. Yekta, o tanıdığı masmavi gözleri gördüğünde huzuru değil, ateşi hissetti. Hem de öfkeyle yakmak üzereydi onu...
“Ağlayıp sızlamaya başladınız demek.” deyip sırıtınca Yekta, Kerem'in bedeninden ayrıldı ve koşar adım ona saldırıya geçti, fakat arkadan bir el onu yakaladı. Geriye çekip onu itti ve yumruğunu Gökhan'a geçirdi.
Gökhan arkaya doğru savrulduğunda bir saniye bekledi. Kendini toparlamak için başını sağa sola salladı. Dudağını tutarken patlayacağını anladı. Başını kaldırdı ve Kerem'e saldırmak için hamle yaptı. Dört uzun kollar sertçe sarıldı ve birbirlerini itmeye başladı. Bu güç gösterisine Yekta şaşkınlıkla bakıyordu.
Kerem onu ileri iterken tıslıyordu.
“O.ospu çocukluğunu yine gösterdin bakıyorum!”
Gökhan sırıttı ve onu iterek aynı karşılığı verdi.
“Buna nasıl baktığına bağlı Kerem! Demek ki aynı yerden bakmıyoruz!”
Kerem onu öncekinden daha hızlı itince, birkaç adım geriye yalpaladı, fakat ellerini çekmiyordu.
“Evet ama aynı yere bakıyoruz.” dedi ve bakışlarını arzuyla Yekta'ya çevirdi. “Şu güzelliğe...”
Kerem daha fazla dayanamadı ve bir kolunu aralarına soktu. Diğerini de onun boynundan dolayıp sıkmaya başladı. Gökhan mücadele etse de savaşamayacağını anladığında ellerini gevşetti. Onun yenilgiyi kabullenmesiyle Kerem kendini ondan çekti ve onu hızla itip sırtını duvara vurmasına neden oldu.
Gökhan öksürerek kendine gelmeye çalıştı. Ağzından içeri akan kanın tadını da aldığında yüzünü buruşturdu.
“Kerem iyi misin?” diyen Yekta'nın sesini duyduğunda bakışlarını kaldırıp onlara baktı. Birbirlerini sevgiyle teselli ediyorlardı. Gözleri hırsla dolduğunda olduğu yerde dikildi ve onu hassas yerden vurdu.
“Bak işte insanlara neler yaptığını gör!” diyerek kolunu sağına paralel kaldırdı ve parmakla gösterdi. “Bu kadını ne hale getirdiğini gör!”
Kerem öldürücü bakışlarını ona dikmiş, onun ağzından çıkanlara bakıyordu.
“Bunun vicdanıyla nasıl yaşayacaksın Kerem? Gör işte, gör! Buradan def olup gitmeliydin zamanında!”
Yekta daha fazla buna dayanamadı ve bağırdı.
“Kapa çeneni artık Gökhan! Sen önce kendi aptallığına bak tamam mı! Kime güvenip bu yola çıktığının farkında mısın! ” deyip nefes nefese devam etti.
“Bana sakın aşktan bahsetme! Sen tam bir gerizekalısın! Bu işe girerek hem bizi hem de kendini yaktın! Cevap ver bana, neler geçiyordu aklından!”
Gökhan onun çıkışıyla bir an afalladı ve sertçe yutkundu. Göstermesini bilmese de bu kızı gerçekten seviyordu...
“Senin yüzünden girdim.”
“O belli!” diyerek çat diye lafı yapıştırdı.
Gökhan'ın dudakları hafifçe titredi, ama açıklama yapmaktan çekinmedi.
“Sizi takip ederken onu gördüm.”
“Ve sende onunla anlaşma yaptın öyle mi? Merak ediyorum da karşılığında ne vereceksin?”
“Hiçbir şey... Ona ne kadar çaresiz olduğumu anlattım...”
Yekta bir iki adım ilerledi. Kerem engeline takılsa da ondan kurtuldu. Yeşil gözleri alev alev tutuştuğunda oğlanın suratına resmen tükürdü sözlerini.
“Hayır anlatmadın. Sen ona yalvardın. O kadar çaresizdin ki, ona yalvardın sen...”
Gökhan ne diyeceğini bilmeden ona odaklanıp kaldı. Öncekiler gibi öne atılıp onu kolundan yakalamak ve onu incitmek istiyordu. Yani sevgisini böyle dile getirmek istiyordu, fakat yapmadı.
Yapamadı...
Ama kırılan gururunu onarmak adına, utancını saklamak için bağırdı.
“İyi ki de yalvarmışım! Hem resimleri sizden alacağım hem de vicdanınızla sizi baş başa bırakacağım. Bu kadına neler yaşattığınızı görmüş olacaksınız.” Başını hızla kaldırıp Kerem'e baktı. “Yiğit'in kafasına vurduğunda herkesi bu hayattan kopardın sen! Arzu'yu da!”
Yandan birdenbire hırıltılar yükselmeye başladı. Üçü de o tarafa döndüğünde kıpırdamadan duran kadının hafif hafif sallanmaya başladığını fark ettiler.
“Sen herkesin hayatını yaktın Kerem.” Duraksadı ve sesini yükseltti. “Özellikle Yiğit'in!”
Kadın daha fazla sallanmaya ve hırıltılar kulaklarına ürkütücü şekilde ulaşmaya başladı.
“Kes şunu lanet olasıca!” diyen Yekta'yı dinlemedi.
“Öldüreceğim seni Kerem! Bunu gerçekten yapacağım! Hatta Yiğit için, Arzu yapacak...” dediğinde simsiyah gözler Kerem'i buldu.
Yekta ne yapacağını bilemez halde Gökhan'a bağırmaya başladı, fakat oğlan vazgeçmiyordu. Bu hırıltılar artık sinirine dokunmaya başlamıştı. Onun ne hissettiğini o an için umursamadı. Sadece tepki vererek bu aptallıktan kurtulmak istedi.
Ve Arzu isimli kadına bağırmaya başladı.
"Seni hiç sevmemiş bir erkeğin ardından gözyaşı döküyorsun! Bu kadar zavallı ve acınası bir insansın işte! Ve kavuşamadığın sevgiyi, başkalarını ayırarak, mutsuz ederek telafi ediyorsun!" Karşıdan alamadığı cevaplarla daha da öfkelendi ve kendini durduramadı. "Susarak tüm bu şeylerden kurtulacağını iddia ediyor hislerin. Bil ki, yaptığın büyük bir acizlik!"
Sözlerini sarsıcı bir çığlık kesti ve yolunan saçlar acımasızca önüne döküldü.
Yekta bu manzara karşısında korkuyla bir adım geriye giderken, o simsiyah saçlara içi acıdı. Kendine zarar versin istememişti. Sadece o hırıltılardan kurtulup, Gökhan'a ağzının payını versin istemişti.
Çığlıkları yükselmeye başlamış, sallantıları artmıştı. Ses tellerinin yırtılacağından korkarken Kerem'e yaklaşıp onun bedenine sinip kalmak istedi, fakat kapının hızla açılmasıyla düşünceleri boyut değiştirdi.
Mehmet hızla içeri daldı ve her şeyden çok sevdiği kızını kucaklayıp oradan çıkardı. Yekta şimdi her şeyi daha beter hale getirdiğini fark ettiğinde geç olduğunu da biliyordu.
Mehmet geri döndüğünde ise, gözlerinden ateş fışkırıyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Çocukluğumun Kokusu - TAMAMLANDI #Wattys2015
Romance"Seni çok seviyorum ben.. O aptal filmlerdeki çiftler gibi davranmayalım. Hemen ayrılmak için yer arayanlar var ya onlar işte... Hem hayatta çok az şey böyle nadir bulunur. Öyle ki bizim hikayemizde tuhaf sahip şeyler var. Karşı konulamaz ve insana...