14.Bölüm

15.8K 584 13
                                    

Kerem'den habersiz yaptığım kalbimdeki anlaşmayı, onun bana vereceği öpücükle mühürlemeyi diledim.. Bakışlarımız birbirinde kaybolurken, elimi kaldırıp onu kolundan yakaladım ve bir adım attım. Onu öpecektim. Her ne olursa olsun öpecektim, kararımı vermiştim.. Çünkü bana eskisi gibi bakmıyordu. Kah gözlerime odaklanıyor, kah buğulanan gözlerle dudaklarımda oyalanıyordu.

&&&

14.BÖLÜM

Burçin'le bir sınavı daha atlattıktan sonra fakülteden dışarı çıktık. Arkadaşım koluma dokununca dönüp ona baktım. Bana gösterdiği yere başımı çevirdim. Gökhan okulun duvarına yaslanmış, bir elinde sigarası, gözlerini benden hiç ayırmadan bakıyordu. Aramızda mesafe olsa da içine çektiği dumanı yavaşça yüzüme doğru üfledi.

Gerizekalı!

Burçin'in kolundan tutup çektim ve eve doğru yürümeye başladık.

“İyice zıvanadan çıktı!” diye öfkeyle karışık homurdandım.

“O zıvanadan çıksa ne olur? Elimizde koz varken, istediği yerden istediği şekilde çıkabilir..”

“Surat ifadesini görmedin mi ama? Bir şeye güveniyormuş gibi bir hali vardı..”

Gerçekten bir şeye güveniyor olabilir miydi? Belki de bizim canımızı yakmak için bir yol bulmuştu. Hatta böyle rahat ve umursamaz olduğuna göre, bizimkinden daha etkili bir şey olmalıydı.

Korkuyla nefesim kesildi. Bizimle uğraşmak için tutuştuğunu biliyordum. İstediği intikamda her şeyi yapabileceğini düşünmeye başlamıştım. Çünkü bir yıldır takıldığım erkeğin ne kadar düzembaz olduğunu artık öğrenmiştim.

“Neye güvenebilir Yekta? Birimize bir zarar verse, diğerimiz onun fotoğraflarını cümle aleme gösterir.”

Ben hala dalgın dalgın düşüncelere dalıp gitmiştim. Burçin durup beni kolumdan yakaladı ve karşılıklı kaldırım kenarında durduk.

“Endişelenme. Bir düşünsene. Gökhan'ın ne kadar hırslı ve öfkeli olduğunu.. Hiçbir şey yapamıyor ve bizi huzursuz etmek için yer arıyor. Ve bunu en zararsız yönden yapmaya çalışıyor. Ne bakıyorsun dersek, sana mı bakıyorum diyecek.. Sigaranı üfleme desek, sokağın sahibi sen misin diyecek.. Bu kadar uyanık sanıyor kendini işte, ama yemezler.”

Belki de haklıydı. Belki de tamamen bizi rahatsız etmek için bu yola başvurmuştu.

“Mantıklı konuşuyorsun, ama içimi yiyip duran endişeye karşı gelemiyorum.”

Burçin gülümsedi ve dirseğimi tuttu. “Sen bana güven.”

Telefonum çalmaya başladığında, konuşmamız da burada sona ermiş oldu. Arayan Kerem'di.. Kalbimin atışı hızlandı, ilk aldığım nefes titredi.

“Kerem?”

“Tatlım, sınavın nasıl geçti? Bir aksilik yok değil mi?”

Sesini duyduktan sonra mı?

“Sınav fena değildi. Hayır herhangi bir aksilik yok merak etme.” diyerek ona yalan söyledim. Gökhan başlı başlına bir sorun, bir aksilikti! Ama Burçin haklıydı galiba. Hareketleriyle bizi huzursuz etmek istiyordu ve buna kanmayacaktım.

“Eve mi geliyorsun şimdi? Seni biriyle tanıştırmak istiyorum da..”

“Evet eve geliyorum. Kim? Burada senin tanıdığın benim tanımadığım kim olabilir?” dediğimde bana güldü.

“Haklısın, buradan değil zaten. İngiltere'den geldi dün akşam ve seninle tanışmayı çok istiyor.. Adından çok bahsetmiştim de..”

İçimdeki heyecan yüzüme vurdu ve gülümsedim. Kerem beni kime anlatmış olabilirdi ki bu kadar da beni tanımak istemişti bu kişi? Aslında en çokta beni, merak uyandıracak kadar anlatması hoşuma gitmişti.

“Ben de çok merak ettim bak şimdi. Ben birazdan evde olacağım, üzerimi falan değiştiririm, yemek yerim, hazırlanırım...”

Kerem küçük bir kahkahadan sonra cevap verdi.

“Tamam bir saate kadar geliriz biz güzellik. Öpüyorum seni.”

“B-ben de seni..” dediğim anda telefonu kapadı.

Kerem'in her gülüşü, bana her bakışı, bana dokunuşu ve sözle dile getirdiği şeyler içimin kuvvetlice çekilip, mutluluk havuzuna atılmasını sağlıyordu. Hissettiğim duyguları inkar edemiyordum artık çünkü çok güzellerdi. Benim tatlı şeyler hissetmeme neden oluyorlar ve ertesi sabahı hevesle beklememi sağlıyorlardı.

Kerem içimde çalışan bir organım gibi olmuştu. Onun eksikliği, bedenimin de eksikliği olmuş olacaktı artık. O yüzden onun gitmesini engellemek için bir şeyler düşünmeye başlamıştım. Ama o kadar güçsüzdüm ki, ne yapacağımı bilemiyordum. Bana destek olan kimse yoktu. Asıl arkamda olması gereken Kerem'di ama onun neler hissettiğini bilmiyor ve çözemiyordum. O yüzden düşüncelerimi bir plana oturtup, uygulamaya koyamıyordum.

Kerem'i buraya getiren kaderin bir kez daha müdahale etmesini istiyordum. Onun burada kalması için bir olay daha yaşansın istiyordum. Çok üzgündüm tuttuğum dilekler için, ama kendime engel olamıyordum. Mesela biri ölsün diye bile düşünmüştüm, sonra milyon kere aksini dua etmiştim tabii.. Eğer onun kalması için bir acı olay daha yaşamam gerekiyorsa, kimseye zarar gelmeden, yaşamayı göze almıştım...

Kerem için, sınırlarımı zorlamayı kabullendim..

“Kerem miydi? Ne diyor?”

Dalgın sesimle cevapladım. “Beni biriyle tanıştıracakmış.”

“Hımm..” dedi ve neredeyse bir dakika kadar sonra konuştu. “Bu arada, yakın arkadaşına karşı bir şeyler hisseden şu kız arkadaşın ne yapıyor?”

Kafamın karışıklığıyla ona baktım. Sonra ne demek istediğini anladım.

“Hala kararsız galiba.. Yani ne hissettiğini bilmiyor bence..”

“Öyle mi? Halbuki ben buna aşk diyorum hala.”

“Ne ilgisi var?” diyerek terslendim.

“Sana bir şey diyeceğim.” diye bir solukta beni kendine çevirdi ve cümlelerini acımadan dile getirdi.

“Eğer arkadaşın izlediği bir filmde ya da dizideki karakteri o çocuğa benzetiyorsa ve onun bulunduğu bir şehir ya da bir ülke de olabilir, eğer çocuğun yaşadığı yerle fazlasıyla ilgileniyor, araştırıyor, sokaklarındaki kafe isimlerine kadar biliyorsa, onu başka kızlardan ölesiye kıskanıyorsa ve ona dokunmak istiyorsa, arkadaşın ona aşık Yekta. Söyle ona gereksiz düşüncelerle kendini oyalamasın. İnan bana, aşık.. Ve öyle geliyor ki, çok yakın bir zamanda buna karar verecek!”

Nefesim kesilmiş, arkadaşımın karşısında hareketsiz kalmıştım. Bana söyledikleri, benim yaptıklarımı anlatıyordu.. Burçin galiba her şeyin farkındaydı. Yani kafamın karışıklığının.. Ama buna inatla aşk demesi benim canımı sıkıyordu.

Gerçekten söyledikleri doğru olabilir miydi? Gerçekten ben Kerem'e aşık olabilir miydim?..

Kaçmak ister gibi ayağımı bir adım geriye sürüdüm. Eğer doğruysa anlamam için bir şey olması gerekiyordu. Öyle demişti.. Yani bugün anlayabilir miydim? Hayır, Burçin daha büyük bir şeyden bahsediyordu, bunu fark etmiştim.

Eğer öyleyse, eğer Kerem'e aşıksam, ben ne yapacaktım?..

&&&

Eve gidip hazırlandım ve heyecanla Kerem'leri beklemeye başladım. Onun bana gelişi bile artık beni heyecanlı bir bekleyişe sürüklüyordu. Kerem yine evimize gelecekti ve benim yanımda olacaktı. Burçin'in bunu ne anlama soktuğunu galiba umursamayacaktım, çünkü onun yanımda olması beni sevindiriyordu.

Kerem'in İzmir'den gitmesini istemiyordum. Burada benimle, ailesiyle kalmasını istiyordum ve bu isteğim daha öncekilere göre, önlenemez bir arzuyla artmaya başlamıştı. Her sabah uyandığımda onunla konuşayım, gün içinde onu göreyim, her gece yatmadan ona mesaj atayım istiyordum. Bunlara artık o kadar çok alışmıştım ki, Kerem'in gitmesi benim için bir yıkım olurdu..

Başkaları için küçücük bir olaydı bu belki de.. Kerem gittiğinde, omzuma dokunup, hayırlısı üzülme, diyeceklerdi belki de.. Ama o ayrılık ateşini bir ben hissedecektim. Kerem ne yapıyor acaba? Beni düşünüyor mu? Ne zaman arar? Diye düşüncelerle hayatıma devam edebilecek durumda olmadığımı hissediyordum. Eğer giderse, Kerem'in yokluğuyla büyük bir acı çekecektim ve onun hayatını kıskanmakla kalmayacak, burada kahırlara sürüklenecektim. Kendimi kolayca toparlayamayacak, onsuz olduğum her anda gözyaşlarına tutulacaktım hissediyordum...

Gün içinde uğraş verdiğim şeylerle zihnim meşgul olacak, ama geceleri onun yokluğuyla yanacaktım. Benim hislerimi uyandıran belki de Burçin'di bilmiyordum, bu aşk mıydı onu da anlayamıyordum ama kalbimden geçenler bunlardı. Düşüncelerim içimdeydi ve samimiydim.

Çalınan kapıyla, gidip kendime baktım. Saçlarımı Kerem için salık bırakmıştım ve bana yakıştırdığı yeşil rengi bir kazakla, pantolon giymiştim. Derin bir nefes alıp, hayatımı darma duman etmeye hazır, ama beni mutlu eden erkeğe kapıyı açtım.

Kerem, koluna girmiş esmer bir kızla bana bakıyordu. Hemen ardında da Robert vardı.

“Tatlım, merhaba.” dedi.

Ben ne olduğunu anlayamadan, yanındaki kızı tanıştırdı. “Nurşen'le tanıştırayım seni.” Sonra İngilizce yanındaki kıza aynı şeyi tekrarladı. Bu da kimdi şimdi diye düşünmeme fırsat vermeden, kız üzerime atladı ve bana sarıldı.

Ciyak bir sesle bir şeyler söylüyor, bana sıkı sıkı sarılıyordu. Kerem'in tatlı gülüşü kulağıma çalındığında dönüp ona baktım ve şaşkınlıkla gülümsedim.
Kız sonunda üzerimden çekildiğinde onları içeri aldım ve salona doğru geçirdim. Onlar yerleşip oturdu. Ben de tam tekli koltuklarımızdan birine oturacakken, Kerem'in bana söylediği sözler adeta kulaklarımda yankılandı.

“Mektubunda sormuştun ya hani, cevap verme fırsatı verememiştim. Nurşen, benim kız arkadaşım.” dedi.

Ayakta kalakaldım. Kelimeler ağzımdan çıkmıyordu. Sanki biri dilimi koparmış gibi, söylemek istediğim şeyleri dudaklarımdan çıkarmaya çalıştım.

“Ö-öyle mi?” deyip koltuğa kendimi bıraktım.

Kız Kerem'in dediği şeyi anlamış gibi, onun kolunu kaldırıp başını göğsüne yaslamadan önce dudaklarına bir öpücük kondurdu. Kerem öpücüğü aldıktan sonra, bana baktı ve mahcupça gülümsedi.

“Biz apar topar gelince, ona haber verme fırsatım olmamıştı. Meraklanıp gelmiş. Senin de burada olduğunu biliyordu haliyle, tanışmak istiyordu. Sen de istersin diye düşündüm.”

Donup kalmıştım. Onun dudaklarının tadına bakmak için yanıp tutuşurken, hergün nasıl yapacağımın hesabını tutarken, kız çekinmeden onun bal dudaklarını öpüyordu! İçimde bir kıskançlık duygusu fokurdadı.

Üstelik tanışmak için evime gelmişti. Ben de mi isterdim tanışmayı? Hayır! Dönüp kıza baktım. Siyah saçları ve kahverengi gözleri vardı. Teni, İngiltere'nin güneş görmeyen yerlerinde yaşayan insanlar gibi beyazdı. Boyu benden uzun, Kerem'le aralarında neredeyse birkaç santim vardı.

Bir manken gibiydi ve çok.. güzeldi..

Kerem'e gülümsemeye çalıştım ve ağzımdan birkaç güçlü kahkaha çıktı. Ellerimi bacaklarıma vurup, önümde birleştirdim.

“Çok sevindim! Ne kadar güzel!” deyip başımı salladım.

“Gerçekten mi?” diyerek şaşırıp bana baktı.

“Tabii ki!” dedim ve onlara baktım. “Çok tatlı cidden!” Sonra hemen ayaklandım. “Size birer Türk kahvesi yapayım ben.”

“Zahmet olacak..” diyen Kerem'e baktım ve gülümsedim.

“Ne zahmeti canım! Hemen yapıyorum!”

Hızlı hızlı mutfağa gittim ve ellerimi tezgaha dayadım. İçerideki olanlar gerçek miydi, yoksa ben bir rüya mı görüyordum?

Gözlerim yaşlarla doldu bir anda.. İçeride Kerem'in sevgilisi vardı ve onu çekinmeden benimle tanıştırmıştı. Peki ya neden? Neden çekinmemişti? Çünkü ben onun çocukluk arkadaşıydım. Hem de en iyisinden! Daha fazla ayakta duramayacağımı anlayınca, kendimi mutfak masasının sandalyesine sertçe bıraktım.

Galiba kalbim acıyordu.. Yeşil gözlerim, yaşlarla donatılmış, etrafa buğuyla bakıyordu.. Daha az önce Kerem'i her koşulda burada tutmaya çalışmayı düşünüyordum. Ona olan sevgimin, ismiyle kafa yormayıp, hisleriyle donatıyordum kendimi.. Ah ben ne aptal bir kızdım! Ben ne kadar saf ve akılsızdım!

Kerem'in beni ne kadar çok sevdiğini biliyordum, ama bu kadardı işte.. Kerem benim için belki dağları delerdi, sonra gelip yanağıma tatlı bir öpücük kondurur, sonrasındaysa aşkı için delirdiği insana giderdi.. Kerem'in tek düşüncesi buydu.. Ben onun içini yakmayı becerememiştim, ama o benim yüreğimi dağlamayı başarmıştı.

Onu burada tutacak bir felakete bile hazırlamıştım kendimi. Bir büyük sıkıntıya daha hazır ve nazırdı yüreğim, bedenim.. Ama düşüncede kalacakmış her şey anladım. Kerem, tatlı Robert'ı da, o içeridekini de alıp buradan gidecekti demek..

Onun da kalmayı benim gibi gönülden istediğini sanmıştım. Öyle ki, zamanla yüreklerimiz birleşir bir olur diye dileklere tutunmuştum. Ama yanıldığımı anlamıştım. Kerem'in orada gerçekten de bir hayatı olduğunu kavrayamamışım..

Evet, bir sevgilisi olduğunu biliyordum. Kulaklarımla duymuştum telefonda, ona gelen o arzulu sesi.. Ama kızın buraya kadar gelip, gözümün içine sokar gibi öpüşmelerini düşünememiştim.. Onun da benim gibi geçici bir ilişki yaşadığını hayal etmiştim belki de.. Kerem burada kalacak ve kaybedilmiş on yıl, içindeki tüm acı ve güzel anılarla silinecek, yepyeni bir gelecek hazırlayacağız sanmıştım.

Lanet olsun, o kızı unutmuştum bile! Hatta bir lanet olsun daha, ben Kerem'in gelişiyle, Kerem'den başka her bir bedeni aklımdan silmişim.. Ah ben aptal değildim. Ben dünyada acınası tek yaratıktım.. Öyle ki, hayallere dalıp gitmiş, acılarla kendimi donatmıştım...

Gözümden bir damla yaş akınca hemen onu sildim, çünkü yanıma Robert girdi. Bir iki adım atıp, sırtını tezgaha dayadı ve kollarını göğsünün üzerinde birleştirip bana baktı. Ona malzeme vermemek için dolapları hızla açıp kapayıp, kahveyi ve fincanları çıkardım. Ocağa cevzeyi yerleştirdiğimde sonunda beni izlemekten vazgeçti ve konuştu.

“Nurşen benim yüzümden geldi. Ona adresi ben verdim, geleceğimden haberim yoktu.”

Başımı kaldırıp ona bakmadım bile, çünkü tüm keyfim kaçmıştı.

“Gelmek istemiş demek ki..”

“Ona git demeli miyiz?”

“Hayır. Çünkü biz Türkler misafir kovmaz.”

Bu dediğime keyiflice güldü. Sonra kolumu yakalayıp ona bakmamı sağladı. Yüzünde ciddi bir ifade vardı.

“Üzülme. Çünkü Kerem onu fazla ciddiye almıyor.”

Kolumu ondan kurtarıp cevapladım.

“Üzülmüyorum Robert. Ayrıca bu beni ilgilendirmez.”

“Gözlerin öyle demiyor ama tatlım.”

“Gözler kalbin aynasıdır diyorsun yani..” diyerek ortamı neşelendirmek istedim, alayla gülerek. Bana anlaşılmaz bir suratla baktı. O yüzden de, “Sen bana bakma.” dedim ve dolabı gösterdim. “Bana oradan tabak çıkarır mısın? Kurabiye koyacağım.” Son cümlemi anlamamıştı fark etmiştim, ama neyse ki tabakları çıkardı.

Yarım saat boyunca Nurşen'i dinledik. İngiltere'den, ölen babasından, annesinin baskısından, okulundan ve Kerem'le olan büyük aşklarından bahsedip durdu. Kerem'e bakmamaya çabalıyordum ama gözlerim bana ihanet ediyordu.

Yüzünde tatlı bir gülümseyişle kızın sevgi dolu sarılışlarını karşılıyor, ona katıldığını belli eden cümleler söylüyor, benim anlayamadığım yerleri tercüme ediyordu ve yanlış gözlemlemediysem yüzünden ara ara küçük gölgeler geçiyordu.

Kahve fincanlarını toplayıp mutfağa geçtiğimde, boğazımda oturan yumruyu fark ettim. Yutkunuyor, zorluyor, öksürüyordum ama nafile, orada öylece duruyor, benim acımın geçmesini engelliyordu.

Bu nasıl olabilirdi bilmiyordum.. Bu kadar net bir şekilde, canlı kanlı o kızı görmek bana nasıl nasip olurdu? Yıllarca Kerem'in hayaliyle yaşarken, duygularım zirvelere tırmanmışken, şimdi Kerem'in hayal olmayan, gerçekte var olan hayatını kendi gözlerimle görmüştüm.

Derin bir nefes alıp, bugünü hemen atlatmak istedim.

“Onu sevdin mi?” diyen Kerem'in o tanıdık sıcak sesiyle irkildim. Dönüp baktığımda, elinde tabaklarla karşımda dikiliyordu.

“Evet iyi bir kıza benziyor..”

“Evet, öyle..” diyerek elindekiler tezgaha bıraktı ve dönüp gözlerime baktı. “İkimiz hakkındaki düşüncen ne peki?”

Benim sabrımı mı ölçüyordu acaba? Ne yapmaya çalışıyordu bilmiyordum ama, üzüntümle birlikte ona saldırmak istiyordum.

“Çok yakışıyorsunuz! Şu evlenme işini bir daha düşün bence!” dediğimde durakladı ve sadece gözlerime odaklanıp kaldı.

Bana cevap vermesine bile fırsat vermeden, mutfaktan çıkıp salona gittim. Kerem bir beş dakika boyunca gelmedi, lavaboya gittiğini tahmin ettim. Keşke çıkınca, bunu da alıp gitseydi...

“Burası çok güzel Yekta, bayıldım! Yolda gelirken baktım. İzmir'de yaşamak isterim.”

Bir öksürük boğazımı sıkıştırdı ve sertçe öksürmeye başladım. Bana gülümseyerek bakan Nurşen'e elimi sallayarak, “Gıcık tuttu, gıcık..” dedim ama anlamıyordu.

Robert'ın elini sırtımda hissettim. Sert sert vuruyordu. Kendimi toparlayıp kaşlarımı çattım ve dönüp baktım. Bana sırıtıyordu ve “Helal, helal..” diyordu.

Özellikle 'a' harfini yumuşatması yine çok hoşuma gitti ve kendimi tutamayıp gülüverdim. Galiba her koşulda bizi eğlendirecekti bu çocuk.

O sırada Kerem gelip oturdu ve Nurşen kollarını ona sardı. Ahtapot gibiydi! Derin bir nefes alıp başımı başka yöne çevirdim ve bu görüntüyü sindirmeye çalıştım. Ama olmuyordu işte, olmuyordu! Yine bakacaktım ve boğazıma oturan o yumruyu yutamayacaktım.

“Okul bittikten sonra nerede çalışacaksın?” diye sorunca bana dönmek zorunda kaldım. Kerem gözlerini dikmiş bana bakıyordu. O bal rengi gözlerini artık benden çekmesi gerekiyordu!

Kaldırım mühendisi olacağım, diyemedim tabii ki..

“Bilmiyorum, henüz düşünmedim.”

“İngiltere'ye gelsene.. Sana çok güzel bir ev buluruz. Hatta birlikte bir eve bile çıkarız.” Ellerini çırparak bana güldü. “Düşünene ne kadar harika olur!”

Ben de ellerimi çırptım ve kaşlarımı havalandırıp neşeyle güldüm.

“O kadar harika olur ki, düşünemiyorum bile!”

Herkes tatlıca güldü, ama Kerem hariç.. O beni biraz inceledikten sonra, kafasını yere doğru eğip gevrek gevrek gülümsedi..

Eşşek, benimle dalga geçiyordu!

Kerem sonunda kalkmaları gerektiğini söylediğinde ayaklandılar. Onları kapıdan geçirdim ve kendi karanlığıma doğru yol almak için odama çıkmıştım ki, kapı çalındı. Kerem elleri cebinde bana bakıyordu.

Yüreğim tuhaf bir umutla sarıldı.

“Nurşen atkısını odanda unutmuş.” deyince yüzümü asıp ona gizli bir alayla yolu gösterdim.

Kapıyı ardımdan kapayıp onu takip ettim ve merdivenlerin başında bir süre bekledim, ama Kerem inmeyince meraklanıp yukarı çıktım.

Çalışma masamın, kitaplarımın altında sakladığım ikimizin küçüklük fotoğrafını görmüştü. Elinde tutmuş inceliyordu. Bir elinde de Nurşen'in atkısı vardı. Bu durum bana bir ironi gibi geldi. Kapının eşiğinde durup onu seyrettim. Ardını dönüp gülümseyerek bana baktı. Fotoğraf hala elindeydi..

“Yıllar ne kadar çabuk geçmiş değil mi?” dedi.

Sakince gülümsedim. “Galiba hep öyle oluyor.”

Gözlerini tatlı bir tebessümle fotoğrafa dikti. Kerem sekiz, ben altı yaşımdaydım. Onun üzerinde kısa kırmızı bir şort ve siyah bir tişört vardı. Bende de beyaz bir elbise.. Kerem'le yine bir konuda tartışmıştık, ne olduğunu hatırlamıyordum, ama üzerimde vişne suyunu boca etmişti. O yüzden beyaz çiçekli elbisemin üzerinde yer yer kırmızı lekeler vardı. Annesi bu komik durumu fotoğrafa çekmek isteyince, benim ağlamam artmıştı, ama Kerem her şeye rağmen elini omzuma atıp beni sıkıca kavramıştı..

Beni üzse de, beni sahiplenmekten asla vazgeçmemişti..

Dolu gözlerini kaldırıp bana baktı ve onun da aynı anıyı aklında canlandırdığını anladım. Aşağıda sevgilisi beklerken, benim ruhum böyle daralırken, bu duruşa daha fazla katlanamayacaktım.

Yavaşça ilerledim ve fotoğrafı elinden alıp, kitaplarımın üzerine yasladım ve asla gelmeyecek olan tatlı geçmişimize bakakaldım. Keşke o günlerde kalsaydık.. Keşke Kerem hiç gitmek zorunda kalmasaydı ve ben onu özlemeseydim.. Keşke bir sevgilisi olmasaydı ve bu yaşlara birlikte erişebilseydik..

Keşke zaman, o fotoğrafta donup kalsaydı.. Galiba bir dilek hakkım olsaydı bunu dilerdim. Hayır. Kerem'in gitmemesini dilerdim.. Ya da sadece benimle olmasını...

“Keşke o günlere geri dönebilseydik..” dediği an irkildim. Aynı şeyleri düşünmek içimi yoğun bir duyguyla kaplamıştı. Dönüp, beni her daim titreten o güzel gözlere baktım.

“Keşke herkes gibi bizim de basit bir hayatımız olsaydı Yekta. Kavga etsekte, burada yanında kalabilseydim ve seni koruyabilseydim...”

“Keşke..” dedim ve soluğumu tuttum. Benimle aynı şeyleri düşündüğünü bilmek nefessiz bırakmıştı. Onun bakışlarından feyzalarak sözlerimi cesurca sürdürdüm. “Ama gitmek zorunda değilsin Kerem. Burada kalabilirsin..”

Bakışlarını çekip acıyla gülümsedi.

“Bu kadar kolay olmadığını biliyorsun.. Hatta çok uzun süre bile kaldım..”

“Her şey kaçmak zorunda olduğun için mi?”

Başını bana kaldırıp gözlerime odaklandı.

“Başka ne olabilir ki?”

Nefesimi tutup, dudaklarımı birbirine bastırdım ve birkaç saniye bekledim. Sözcüklerimi tutmak için kendimde güç bulamıyordum, o yüzden patladım.

“Oradaki hayatını sevdiğin için olabilir mi?”

“O da ne demek?”

“Orayı bırakıp, burada yaşamak istemiyorsun bence.. Çünkü orası daha güzel, daha sıcak..” gözlerim halıma sabitlendi ve yaşlarım gözüme doluştu. “Ve seni daha çok mutlu ediyor..”

“Orada da bir hayatım var Yekta. Orada da mutluyum, bu konuda yalan söyleyemem.. Ama burada kalamam. Ne kadar çok sevsem de burada kalamam..”

“Nurşen'i bırakamazsın evet!” diyerek ellerimi öfkeyle kaldırıp indirdim.

“Onun bunlarla ne ilgisi var?” derken sesi şaşkın çıkıyordu.

“Ne ilgisi olduğu ortada işte! Onunla dönmen gerekiyor, çünkü kendine artık güzel bir yaşam kurmuşsun. Her şey geride kalmış. Geçmişin, buradaki okulun, arkadaşların,” kalan sözlerimi mırıldandım, ama gözlerine bakacak cesareti bulamıyordum. “Yaşananlar, kavgalarımız, güzel anılarımız.. Ben...”

“Söylediklerinle beni üzüyorsun Yekta. Buraya senin için geldim, biliyorsun. Bana bunları söyleyerek gerçekten ayıp ediyorsun.”

“Evet benim için geldin ve onun için sonsuza kadar gideceksin!” diyerek sesimi yükselttim.

Gözlerimiz bir anlık birleşti ve bana bir iki adım yaklaştı ve ben ilk kez ona acıyla bağırdım. Onu kırmak, yaralamak ya da acizliğimi sunmak için miydi bilmiyordum, ama bağırdım.

“Dokunma! Beni o kadar çok önemsiyorsun ki, sen gittikten sonra ne kadar acı çekeceğimi düşünmüyorsun! Sen gittikten sonra Gökhan'la uğraşmak zorunda kalacağım ve ben keşke onunla uğraşıpta başımı belaya sokmasaydın diyeceğim!” derken nefes nefese kaldım.

Kaşları birden çatıldı ve bana sesini öfkeyle yükseltti.

“Ne saçmaladığının farkında mısın Yekta?! Sana yaptıkları yanına kar mı kalsaydı yani?! Ayrıca onunla uğraşmak zorunda kalmayacaksın. Bunu halletmeden gitmeyeceğim!”

Alay ve acıyla harmanlanmış bir gülüş dudaklarımı iki yana yaydı ve ellerimi belime dayayıp yerimde hafifçe sallandım.

“Halletmeden gitmeyeceksin, tabii doğru.” Sesim birden yükselince, ellerim havalandı ve gözlerim yaşlarla yandı. “Her ne olursa olsun gideceksin ama! Beni burada bırakacaksın! Hiç umurunda bile değil! Yine hayatıma öylece girecek, sonra da çıkıp gideceksin!”

Ağzını açıp bir şey diyecekken sözünü kestim.

“Öncesinde mecbur kaldım deme bana sakın! Yine beni bırakıp gideceksin Kerem! Hayatımdan öylece geçeceksin.. Öylece..” dedim ve ellerimi alnıma bastırdım. Sessiz derin nefesler alarak sakin kalmaya çalışıyordum, ama gittikçe zorlanıyordum.

Yüzüm, Kerem'in elleri arasına alındı. Acıyla kavrulmuş bakışlarımı ona çevirdim. Ve bana sadece, “Lütfen bunu yapma Yekta.. Kavga etme!” dedi.

Bende yapmadım. Sustum. Bana dokunuşu, ellerinin sıcaklığı yanaklarımı kül edecek kadar yakıyordu. Bal rengi güzel gözleri, benim gibi acı ve gözyaşıyla bakışlarıma odaklanmıştı. Ve çok tuhaf bir şey sezdim o bakışlarda.. Daha önce Kerem'in bakışlarında görmediğim bir şeydi bu ve benim öylece durmama sebep oldu..

Baş parmakları yavaşça elmacık kemiklerimi sevdi ve hafif dokunuşlarla dudaklarıma değdi. Gözlerimi kapayıp, bu dokunuşları hoyratça yaşamak ve Kerem'in beni öpüşüne şahit olmak istedim..

Kalbim.. Kalbim içimde atmaya başladı. Kalbim, gerçekten, önceden hiç atmıyorcasına, sevgiyle atmaya başladı. İçime oluk oluk akan bir sıcaklık, bana mutluluğu ve acıyı aynı anda vermeye başladı. Mutlu olacaktım hissediyordum, ama acıyı da görecektim. Bunu kabul etmemi istedi.

Bende kabul ettim..

Kerem'den habersiz yaptığım kalbimdeki anlaşmayı, onun bana vereceği öpücükle mühürlemeyi diledim.. Bakışlarımız birbirinde kaybolurken, elimi kaldırıp onu kolundan yakaladım ve bir adım attım. Onu öpecektim. Her ne olursa olsun öpecektim, kararımı vermiştim.. Çünkü bana eskisi gibi bakmıyordu. Kah gözlerime odaklanıyor, kah buğulanan gözlerle dudaklarımda oyalanıyordu.

Başım yavaşça yerinden oynadığı anda, Kerem beni bıraktı ve geri çekildi. Kendimde o gücü bulamasaydım, Kerem'in başımı bırakmasıyla yere kapaklanabilirdim. Yaşadığım duygu o denli güçlüydü..

Kerem'in dokunuşuyla beni ayakta tutacak, onun çekilmesiyle beni yerde darma duman edecek kadar..

Ve tek kelime dahi etmeden hızla odamdan çıktı. Dış kapının sesini duyana kadar orada dikilip kaldım. Sonra olduğum yere kendimi bıraktım ve yatağıma yaslanıp, ellerimi saçlarımdan geçirdim. Bedenim titrerken, aklıma Burçin geldi. Ona ihtiyacım vardı, çünkü söylediklerinde haklıydı.

Ben Kerem'e dönüşü mümkün olmayan şekilde aşıktım. Ne zaman olmuştu, hep mi böyleydi bilemiyordum.. Bu duygunun beni esir aldığı o ilk anı hatırlayamıyordum. Ama Kerem'in bana karşılık vermemesi kalbimi parçalamıştı. O beni, benim onu sevdiğim gibi sevmiyordu. Sevseydi dururdu, sevseydi bakışlarımı gördüğü an beni öperdi...

Galiba, kısacık hayatımın, en büyük acısını yaşıyordum. Hayatımdaki en güzel kişi, beni sevmiyordu... Acı, içime vurdu ve gözlerimde yaş olup, beni hıçkırıklara boğdu...

Çocukluğumun Kokusu - TAMAMLANDI #Wattys2015Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin