Yekta ve Kerem'i yalnız bırakmadığınız için çook teşekkür ederim :) Yepyeni hikayelerde buluşmak dileğiyle... :)
&&&
BEŞ YIL SONRA
Güneş bir günün daha bittiğini dağlar arkasından kaybolurken gösteriyordu. Kış yenice bitmiş, çiçekler baharın hakkını verircesine kokularını etrafa salmışlardı. Kuş sesleri kulakları doldururken, bir kadının sesi geçmiş bir yüzyıla ait, yeni yeni çiçek açmış ağacın altından yükseliyordu.
“Belki de her şeyi boş verip gitmeliyim.”
Yüzü, sesi ve bedeni öncekinden daha erkeksi bir hal alan çocuk, konuşurken artık genç bir adam olduğunu karşısındaki kişiye yansıtıyordu.
“Her şeyi öylece bırakıp gitmeye niyetlisin öyle mi?”
Çimen yeşilinden daha açık renkteki gözler, başın çevrilmesiyle genç adamı buldu.
“Her şeyi bırakıyormuşum izlenimi verdim öyle mi?”
Yerdeki kilim yumuşak çimenler üzerine serilmiş olsa da, sırtlarını acıtmaya başlamıştı ve genç adam bu acıyı azaltmak için kolunun üzerinden doğrulup bakışlarına genç kadına dikti.
“Burada hayatına dair ne varsa bırakıyorsun tatlım.. Yaşadığın her şey geride kalacak yani.”
Yekta birkaç saniye onun sakalları uzayan suratını inceledi ve bedenini onunla aynı şekle sokmak adına kolunun üzerinde doğruldu.
“Burada yaşadığım şeyler geride kalacak biliyorum ama yeni bir hayat kurmamın da zamanı geldi diye düşünüyorum Kerem.”
“Gelmeni elbette isterim, fakat oraya alışman zor olacak. Türkiye'ye çok nadir şekilde geri döneceksin. Farklı insanlarla, farklı bir dille iletişim kurmaya çalışacaksın.” Kerem yavaşça eğildi ve ona bir sır veriyorcasına eğildi. “Hem biliyor musun İngilizler biraz soğuk varlıklardır.”
“Nedense ben de onu Türkler için düşünüyordum.” diyen Robert'ın sesini duyduklarında yavaşça doğrulup kilimin üzerine oturdular.
Robert beş yıl içinde Kerem'le birlikte sürekli Türkiye'ye geldiğinden Türkçe'yi iyi şekilde öğrenmişti. Sadece bazı zor kelimeleri anlamakta sıkıntı çekiyor ve aksanlı bir şekilde konuşuyordu.
Yekta onun sözleri üzerine güldü ve “Bence İngilizler'in soğuk olduğunu söyleyen kişi henüz seninle tanışmamız Robert.”
Genç adam iri bedenini yanlarına bırakırken yerden isyan dolu bir ses yükseldi. Sonra küçük kilimin üzerine sığmak için Kerem'i bacağıyla biraz itekledi. Kerem ona gözlerini devirip Yekta'ya biraz daha yaklaştı ve umursamaz kuzenine yer açtı.
“Bence de çok haklısın tatlım. Beni tanımış olsalardı bu sözü söylemezlerdi.” Biraz duraksadı ve parlayan gözlerle Yekta'ya baktı. “Belki de benim mükemmel bir erkek olduğumu, Kerem gibi kıskanç Türk erkekleri bildiğinden böyle bir şey uydurdular.”
Yekta küçük bir kahkaha patlatınca, Kerem'in kaşları çatıldı ve kınayan gözlerle ona baktı.
O sırada içeri koşarak Burçin girdi.
“Yekta inanamayacaksın!”
Genç kadın telaşlanarak kız arkadaşına baktı ve yavaşça oturduğu yerde doğruldu.
Burçin kahverengi gözlerini ona merak ve şaşkınlıkla bakan üç kişinin üzerinde dolandırdıktan sonra sağ elini kaldırdı ve çığlık çığlığa bağırdı.
“Buğra bana evlenme teklifi etti!”
Yekta da onunla aynı desibelde bir ses çıkararak hemen ayağa fırladı ve arkadaşının büyük tek taş yüzüğüne çok kutsal bir şeymişcesine parmak uçlarını dokundurarak baktı. Sonra iki kız birbirlerine sarılıp birkaç kez etraflarında zıpladılar.
Onlara şaşkınlıkla bakan iki erkek ayağa kalktılar ve Burçin'i tebrik etmek için bir süre kızların delice hareketlerini izlediler. Sonunda nefes nefese birbirlerinden ayrıldıktan sonra Yekta hemen sordu.
“Nasıl oldu hemen anlat?”
Burçin, kestane rengi saçlarını hızla arkaya doğru itti ve elini abartılı bir havayla yüzüğünü genç adamların gözlerine sokmak istercesine şöyle bir salladı.
“Zaten neredeyse beş yıldır birlikte olduğumuzu biliyorsunuz. Bu süreçte ayrıl barıştan çok sıkılmış. Bir gün tamamen ayrılıp beni kaybetmekten çok korkuyormuş. Eğer kaybederse, benim gibi tatlı bir cadıyı başka yerde bulamayacağını söyledi ve bir anda cebinden yüzüğü çıkarıverdi.”
“Ay, çok güzel!” deyip ellerini ağzına bastırdı Yekta ve tatlı şaşkınlığını atar atmaz devam etti. “Neredeydiniz?”
“İşte bende buna çok şaşırdım. Büromda yeni bir dava için çalışıyordum. Bir çiftin boşanması üzerineydi ve birdan kapı çalındı. Buğra şirketten erken çıkmış, beni görmeye gelmiş. Biraz sohbet ediyorduk, sonra kavga etmeye başladık.” deyip kıkırdadı. “Ben kadını, o adamı haklı görüyordu. Sonra bende demek ki her evlilikte her zaman haklı olan erkek yani öyle mi dedim, öyleyse ayrılalım dedim.”
“Sana inanamıyorum. Oradan ayrılığa nasıl gelsin?”
“Bilmiyorum beni çok kızdırmıştı işte. Sonra birden kadınlar da haklı olur bebeğim dedi ve yüzüğü çıkardı. Yani planlaması bu şekilde değilmiş ama oluverdi işte.”
Kerem iki kızın konuyu daha da derinleştirip uzun dedikodu dakikalarına girmemeleri için araya girdi ve Burçin'e sarılıp onu tebrik etti.
“Umarım çok mutlu olursun. Buğra'ya ne kadar şanslı olduğunu söyleyeceğim.”
Burçin ona hülyalı gözlerle bakarken, Robert araya girdi.
“Ben de bahtsız damadımıza sabır diliyorum. Eğer düğününe çağırmazsan bir buket çiçeğin üzerinde bu sözlerin olduğu kart bulacaksın. Ya da Buğra adına bir çelenk falan göndermeliyim. Acı kaybımızdan dolayı çok üzgünüz..” diye kollarını göğsünde kavuşturdu ve her zaman olduğu gibi bu kıza sataşmaya başladı.
Son beş yılda Burçin, Buğra'yla arayı kaparken Robert ona takılıp, yakınlaşmak için çaba göstermişti. Çoğu zaman şaka yollu olsa da, bira süre sonra duygularının da değiştiğini fark etmişti. Bir şeyin üzerine ne kadar çok düşersen, o konu hakkında ne kadar kafa yorarsan ister istemez bedeninde daha fazla yer kaplamaya başlıyor ve senden bir parça halini alıyordu. Yine de Robert İngilter'yi çok seviyordu ve görüyordu ki Burçin'de İzmir'i... Hoşlantısını kendine saklayarak, Türkiye'ye her geldiğinde kendini bu şekilde rahatlatmaya çalışıyordu.
“Robert her zamanki gibi boş ve gereksiz konuşuyorsun. Seni dinlemiyor ve umursamıyorum.” diyerek başını çevirip Yekta'ya baktı. Robert biraz moralini bozmuş olsa da, aldığı evlenme teklifinin mutluluğu bir süre her şeyin üzerinde olacakmış gibi görünüyordu. “Bu yaz nişan yapmak istiyorum. Seneye de mükemmel bir düğün yaparız. Sahilde bir düğün istiyorum. Böyle parmak arası terliklerle takılırız bir süre sonra.” deyip kıkırdadı.
“Hayatta öyle bir şey yapmam. Düğünde daha şıkır şıkır kıyafetler giymeyi tercih ederim.”
Burçin arkadaşına kızgınlıkla baksa da, sonra üzgün halde dudaklarını büzdü. “Zaten Buğra izin vermez. Biliyorsun ailesinin durumu iyi ve sosyetik bir düğün isteyeceklerdir.”
“Bunu onunla konuşabilirsin, orta bir yol bulunacaktır.”
“Hiç sanmıyorum.” diyerek omuzlarını silkince, Robert Yekta ve Kerem'i şaşırtan bir cümle söyledi.
“Eğer benimle evlenirsen istediğin yerde düğün yapar, istediğin şeyi giymene izin veririm.”
Burçin dönüp ona baktı ve onu baştan aşağıya süzdü. Son beş yılda daha erkeksi ve yakışıklı bir hal alan Robert'a hayır diyebilecek bir kadının salak olması gerektiğini iyi biliyordu. Daha önceleri de bu şekilde atıştıklarında onunla evlenmesi gerektiğini söylemişti; ama bu sefer daha ciddi gibi görünüyordu.
“Benimle evlenmek istiyorsan Türkiye'ye yerleşmen gerek.”
Yekta şaşkınlıkla arkadaşına baktı ve sesini yükselterek, “Ne saçmalıyorsun sen? Az önce Buğra'yla evleneceğini söylemiştin, yok ben mi yanlış hatırlıyorum?”
Burçin ona döndü ve gayet ciddi bir ifadeyle, “Her zaman seçeneklerin gözden geçirilmesi yanındayım. Sonuna kadar..”
Robert iki kızın ne konuştuğunu umursamadan, Burçin'le konuşmaya devam etti.
“İzmir'e yerleşemem, ama seni buradan götürebilirim. Hem de seve seve..”
Burçin bedenini ona doğru çevirdi ve “Benim için her şeyi yapamayacağını söylüyorsun yani?”
Genç adam omuzlarını silkti ve “Buğra'da parmakarası terliklere karşı geliyor.”
“Yani?”
“Yani ben senin için her şeyi değil, ama daha büyük şeyler yapabilirim demeye çalışıyorum.”
O sırada Yekta, Kerem'in eline uzandı ve “Neler oluyor?”
Kerem şaşkınlıkla iki gencin paslaşmalarını izlerken mırıldandı. “İnan bilmiyorum.”
“Mesela ne yapabilirsin?”
Robert, batan güneşin gökyüzüne yaydığı kızıllığa doğru başını kaldırdı ve düşündü. İlk kez aklına hain düşünceler gelmedi, ama işi şakaya vurmayı da ihmal etmedi.
“İşimi ve evimi değiştirebilirim. Ve çok istersen de huysuz annemi ayda bir kez görebiliriz.” deyip omzunu silkti. “Ne kadar beni çıldırtsa da ona ne kadar düşkün olduğumu iyi biliyorsun.”
Burçin, onu doğrularken başını gülerek aşağıya yukarıya salladı ve onu inceledi. Buğday rengi saçları, aynı renk tonuna yakın sakalları, yemyeşil asil gözleri ve iri bedeniyle çok yakışıklı ve çekici bir erkek olarak görünüyordu. Ama Burçin her zaman biliyordu ki, Robert ve o... İkisi... Çoğu zaman... Kelimeler tıkanıyordu.
“Senden tek bir şey isteyeceğim, eğer yaparsan evleneceğim.”
“Söyle nedir?” Robert heyecanlanmıştı. Ona takılıyordu fakat ye gerçekten de Burçin kabul ederse?
“Sünnet olursan seninle evlenirim.”
Robert İngilizce resmen bağırdı. “Ne?! Sünnet mi?!”
“Benim için her şeyi yapamazsın, ama büyük şeyleri yapabileceğini söylemiştin.”
Robert'ın kolları yere düştü ve konuşurken ona doğru sallanmaya başladı. “Evet ama büyük şeyleri keseceğim demedim!”
Birden bir sessizlik bahçeyi kapladı ve çok geçmeden bir kahkaha tufanı kopup, kararan havayı resmen yardı.
Robert nefes nefese kahkahasını bastırmaya çalışırken, “Sen çok aptal bir kızsın!”
Burçin gülüşünü saklamadan, “Sanırım öyleyim, ama çok mutluyum tatlı şey!” diyerek göz kırptı ve ardını dönüp yürümeye başladı.
Genç adam kahkahasını durdursa da, sırıtışını kesemiyordu. Burçin'in arkadasından yürürken, hala ona cevap yetiştirmeye çalışıyordu. “Benden çok şey istiyorsun! Ben zaten evlenmeyi isteyerek yeterince şeyi kesiyorum.”
Burçin gülerek sordu, fakat ardına dönmemişti. “Mesela?”
“Mesela tüm kızlara elveda diyorum! Benim gibi biri için sence de bu mükemmel bir durum değil mi?”
Genç kız başını sağa sola salladıktan sonra sonunda arkasını döndü ve elini kaldırıp yüzüğü Robert'ın yüzüne adeta yapıştırdı. “Ben yakında evleneceğim. Neden sen de her şeyini tam isteyen biriyle olmuyorsun?”
Bir süre gözgöze geldiler, fakat Burçin kararını vermişti. O yüzden ardını döndü ve Robert'a bağırdı. “Beni takip etme!” Fakat genç adam onu dinlemedi ve peşinden koşar adım yürümeye devam etti. Tartışmaları salona geçtikten sonra bile devam etti.
Yekta ve Kerem el ele durmuş onların ardından bakıyorlardı. Yekta sonunda büyük bir kahkaha daha attı ve inanamaz gözlerle Kerem'e döndü. “Bu da neydi şimdi?”
“İnan bana bunu da bilmiyorum! Konu Robert ve Burçin olunca bazen ne hakkında tartıştıklarını bile anlayamıyorum.”
Yekta kıkırdayarak başını Kerem'e yasladı ve karşılık olarak çocuğun kolları bedenine sarıldı.
Gökhan'la boğuştukları gecede, Gökhan'ı uyandırıp daha önce kaçmak için sakladıkları arabanın yerini öğrenmişlerdi. Evdeki çarşaflarla çocuğun ayak ve ellerini bağlayarak, arkalarına bile bakmadan İzmir'e doğru yola çıkmışlardı. Aileler arasındaki anlaşmazlık tamamlanınca da, Yekta ve Kerem'in arasındaki ilişkiye karışmamaya karar vermişlerdi. Mehmet faktörü ortadan kalkmış olsa da, ona sadık kalan adamlarının ne yapacaklarını bilmiyorlardı.
Gökhan o birkaç günde hala inatla bağırıp çağırmış Yekta'yla gitmeleri gerektiğini söylemiş olsa da, sonunda Kerem dayanamadı. Elleri ve bacakları bağlı olmasına bakmadan ona öfkeyle vurmuştu.
“Artık çeneni kapamazsan seni öldürüp bahçeye gömeceğim! İnan bana kimse kimin yaptığını bulamaz! Çünkü çukuru cehenneme kadar kazarım!”
Gökhan onun öfkesinin ciddiyetini fark ettiğinde ne yaparsa yapsın hiçbir şeyi elde edemeyeceğini anladı. O yüzden daha önce anlaştıkları gibi Mehmet'in adamlarını başka yöne çekecek, onları ele vermeyecekti.
Ellerinde video olduğunu da biliyordu; fakat eğer Türkiye'den kaçıp giderse insanların ne gördüğünü de umursamazdı. Bu yüzden almak için çabaladığı kızı da yanında götürecekti. Tabii hiçbir şey planladığı gibi sonuçlanmadı ve Mehmet'in adamlarını birkaç ay oyaladı.
Onların asla pes etmeyeceklerini, Yekta ve ailesinin evlerini bastıklarında anladılar. Kerem'in evde kalmayacağını düşünerek akıllıca bir fikir sürdürmüşlerdi ki, Kerem, Yekta'nın evinde kalıyordu. Oğlan pencereden atlayıp kaçmak zorunda kalmıştı. Sonrasında da veda bile etmeden ailesi onu İngiltere'ye geri yollamıştı.
Bir yıla yakın sürede Türkiye'ye gelmemişti, çünkü Yekta takip edildiğini söyleyip duruyordu. Fakat bir gün Yekta eve girdiğinde Kerem'i karşısında görmüştü. Birbirlerine sarılıp kaldıkları anda bir daha asla uzun bir ayrılık yaşamamaları gerektiğine ikisi de içinden karar vermişti. Bir yıl daha dikkatli davrandılar. Sonunda Gökhan vazgeçtiklerini, farklı işlere yöneldiklerini söylediğinde rahatladılar. Fakat Kerem'in geri dönmesine cesaret edemiyorlardı.
Kerem, kolları arasındaki kızı sağa sola salladı ve eğilip, “Senin yarın duruşması yapılacak bir davan yok muydu?” dedi.
Yekta'nın kapalı olan gözleri yavaşça açıldı ve bakışları gökyüzüne daldı. Sonra başını kaldırıp, sevdiğinin bal rengine takıldı.
“O davayla uzun süredir Burçin ilgileniyor.”
“Öyle mi? Neden peki? İlgiyle takip ettiğini sanıyordum.”
Yekta deminden beridir yaptıkları konuşmayı artık sonlandırmaya karar verdi. “Ben bürodan ayrıldım Kerem.”
“Nasıl ayrıldın? Başka bir yerle mi anlaştın?”
Genç kadın içerlemiş bir bakış attı ona. İnatla İzmir'de kalacağını düşünüp duruyordu. Sözlerinden farklı bir anlam çıkarma niyetine hiç mi hiç girişmiyordu.
“Henüz anlaşmadım, ama olacak gibi..”
“Neresi, ben biliyor muyum?”
“Hayır, ama öğreneceksin. Yeni açılan bir yer. Avukatlara ihtiyaçları vardı ve araya tanıdıkta sokunca olumlu baktıklarını söylediler. Sadece ücrette biraz sıkıntı yaşadık, ama galiba verdikleri fiyata bir süre katlanabilirim.” deyip gülümsedi.
“Senin adına sevindim.”
“Kendi adına da sevinecek misin merak ediyorum..” Ona anlamayan gözlerle bakan Kerem için sözlerini açtı. “İngiltere'de bir yerle anlaşacağım Kerem. Oraya geliyorum.”
Genç adam bir anda kalakaldı. Birkaç gündür yılmadan bu konu hakkında konuşuyorlardı. Yekta'nın bir süre daha burada kalıp hayatına devam etmesini istiyordu. Elbette sonsuza kadar ayrı kalmayacaklardı, ama bir çaresini düşünüyordu işte. Tek isteği bilmediği bir ülkeye gelip ailesinden uzak kalmamasıydı. Bunun ne kadar zor bir şey olduğunu çok iyi biliyordu. Fakat görünüşe göre Yekta yuvadan uçmasının çaresini bulmuştu.
“Her şeyini bırakacaksın...” diyerek son kez onu uyarmak istedi. Daha fazlasını yapamayacağını kararlı yeşil gözlerden okuyabiliyordu.
Yekta başını hızla salladı ve avuçiçlerini onun sırtına yasladı. Böyle dokunmak hoşuna gidiyordu, çünkü onu bu kadar çok severken, daha fazla dokunmanın şekillerini bulmaya çalışırken, içindeki aşkı tatmin etmenin yollarını arıyordu.
“Hayır Kerem. Ben her şeyime tamamiyle sahip olmaya geliyorum.”
Kerem bu söz üzerine diyecek bir şey bulamadığından sadece “Pekala.. Ama şirket yoğun bir döneme giriyor. Seninle daha az ilgilenebileceğim. Belki akşamları yemek yeriz.” dedi.
Genç kadın onun yüzünü incelerken aklından birçok düşünce geçiyordu. Kerem her zaman hayatında olmuştu. Onu korumuş, sevmiş, aşkını her zaman sürdüreceğine dair ona bakışlarıyla söz vermişti. Yekta ondan daha fazlasını istiyordu. Her zaman fazlasını istemişti ve bundan vazgeçecek gibi görünmüyordu.
“Öyleyse biz sabahları da görüşürüz.” dedi Yekta.
“Biraz zor olabilir, sabah uyanmakta sıkıntı çekiyorum ve...”
“Benimle evlenirsen müsait olduğumuz her anda görüşebiliriz.”
Kerem kendi sözünü hızla kesti ve nefesi tekledi. Ondan böyle bir şey beklemiyordu. “Ben...”
“Benimle evlenir misin Kerem?”
“Ben... Anlayamıyorum, çok şaşkınım.”
“Ne dediğimi duydun.”
“Bunu benim söylemem gerekmez miydi?”
“Normal olanın bu olduğunu mu iddia ediyorsun?”
“Sanırım normal olan bu.”
“Senden herhangi bir teklif alamadığıma ve yaşadığımız hiçbir şey normal olmadığına göre bunu da garipsememeni öneririm.”
Kerem şaşkınlığını üzerinden attığında gülümsedi ve kızı kendine doğru çekip, elleriyle belini sardıktan sonra başını yavaşça eğdi. Onu öpecek kadar yakınına geldi. “Sanırım önerine uyacağım.” dedi ve onu öptü.
Öpüşü öncekilerden çok daha farklı ve tanımlanmayacak kadar derindi. Dudaklarından inip, bedeni içine yayılmak, kalbini kalbine dokundurmak ve sonsuza kadar Yekta'nın bir parçası olmak istiyordu. Bunun için öncelikle yapması gereken dudaklarına aşkını kondurmasıysa, kendine sınır koymadan bunu yapacaktı.
Ellerini kızın yanağına dayadı ve öpüşünü daha haşin bir hale bürüdü. Ezici gücünü onun üzerinde kullanırken, kızın nefesini tüketmek ister gibiydi.
Yekta nefes nefese geri çekildiğinde bir an ne yapacağını ya da bu öpücük karşısında ne diyeceğini bilemedi. Kerem beş yıldan beridir ilk kez onu böyle öpüyordu. Bu öpüşü içine sığdıracak bir kılıf bulamıyordu. Benzetebileceği bir cisim ya da duygu düşünemiyordu. Sadece farklı olduğunu biliyordu. Tuhaf bir şeydi bu. Hissediyordun, ama tanımlayamıyordun. Küçük bir temas gibi kendini gösterse de, o temas olmadan hayatına devam edemeyeceğini biliyordun.
Sonunda konuşabildiğinde, “Cevap vermeyecek misin?” diyebildi.
Kerem tatlı ve tok bir sesle güldükten sonra, “Ne diyeceğimi bilmesen sormazdın diye düşünüyorum.” diye cevapladı.
Yekta bu cevap karşısında neşelendi. “Belki de öyle ama duymak istiyorum.”
Genç adam başını yavaşça geriye çekti ve gözlerini ona odakladı. Tepeden bakışı küçümseyici değil, güzelliğini içme niyetindeydi. Bakışları derin ve çok gerilere dalacak gibiydi. “Yekta'm... Seninle evlenirim.” Durdu ve ona daha dikkatli baktı. Konuşurken sesi aralarındaki sıcak aşktan dolayı yakıcı ve sertti. “Evet, evleneceğim...” dedi ve onu tekrar öpmek için, mutlulukla parıldayan güzel yüzüne doğru eğildi.
Yarım saat kadar sonra hava kararmış, hafif bir rüzgar tenlerine değip onları üşütüyordu. Ama mutlulukla patlayacak adar şişmiş yüreklerini bu andan ayırmamak için yıldızlar altında oturuyorlardı. Fazla konuşmadan, daha çok dokunarak güzel dakikaların keyfini çıkarmaya çalışıyorlardı.
Kerem'in aklına gelen şey, onun birden harekete geçmesini sağladı. Yekta'yı kolları arasından çıkararak ayağa fırladı ve “Benimle gel!” diyerek sabırsızca konuştu.
“Ne oldu?”
“Bir şey olmadı tatlım. Sadece önceden olduğu gibi ağaca tırmanacağız.”
Yekta ona bakıp gülerken, “Bunun için yaşlandığımı düşünüyorum.” dedi.
“Mızmızlanma hadi!”
Genç kız gülümseyerek ayaklandı ve Kerem'in ne yapmaya çalıştığını çözemeyerek elini tuttu. Birlikte ağaca tırmanıp, en kalın dallara karşılıklı oturdular. Bir süre tepelerinde parıldayan yıldızlara baktılar. Yekta, eski günlerdeki gibi diye düşündü; ama tek fark bu ağacın üzerinde birlikte yıldızlara hiç bakmamışlardı.
Birdenbire yıllar öncesinden bunu dilediğini hatırlayarak şaşırdı ve başını hızla Kerem'e indirdi. Genç adamın gözleri onun üzerinde olduğundan bakışları birleşti. Birden elini havaya kaldırdı ve “Sen de elini benim gibi kaldır.” dedi.
Yekta dileğini bir an için unutarak onun dediğini yaptı ve Kerem'in parmak uçlarını kendi parmaklarında hissetti. Onun bir şeyler anlatmaya çalıştığını anlıyordu; fakat aklına kendine göre komik bir durum gelmişti.
“Şu uzaylı E.T. Gibi olduk!” deyip kıkırdadı.
Kerem onun sözlerini gülse de ciddiyetini çabuk toparladı ve parmak uçları birbirlerine temas ederken kıza baktı.
“Yıllardır hep bana soruyorsun Yekta'm. Seni ilk ne zaman sevdiğimi... Bunu çok önceden fark etmiş olsam da, sebebini bilmediğim şekilde bekledim ve bu ağacın tepesinde, yıldızlar altında bunu söylemek birdenbire doğru geldi.”
Yekta'nın kalbi içinde çırpınmaya başlarken, Kerem'in hisleriyle kendi isteğinin çakıştığını hissetti ve tüyleri diken diken oldu.
“Parmak uçlarımız tatlım, cevap bu. Doğduğunda, Kenan amcanın kucağına verildiğin o anda, annem eğilip sana bakmamı istemişti. O kadar küçük ve güzel görünüyordun ki, sana dokunma isteğime karşı gelemedim. Elimi kaldırdığımda, parmak uçların benimkine değdi. İşte o zaman aramızda görünmez bir ışığın belirdiğini fark ettim. Öyle yoğun ve güçlüydü ki... Yıllar sonrasında bile hatırlatacak kadar hissiyatlı... İşte tatlım ben sana o zaman aşık oldum...”
Yekta'nın gözleri bir anda taştı ve gözyaşları yanaklarından sicim gibi akmaya başladı. İçi aşkla kabarıyor, daha ne kadar mutlu olabileceğini düşünüyordu. Birden Kerem'e doğru atılmaya çalıştı, fakat genç adam gülerek ona durması gerektiğini söyledi.
“Seni çok seviyorum Kerem. Çok seviyorum. Aşağıya indiğimizde bunu göstermek ve hissettirmek için can atıyorum.”
Genç adam yaşadığı övüncü ne yaparsa yapsın bu kıza gösteremeyeceğini biliyordu. Yine de sevgisini göstermek için biraz çabalaması Yekta için yeterliydi bunu görebiliyordu. Kerem onun iki elini de sıkıca tuttu ve gözlerini ayırmadan keskin bir dille, “Seni tüm kalbimle seviyorum Yekta'm...” dedi.
Yekta'nın gözlerinde yaşlar parıldarken, dileğinin Kerem'in içine doğuşuna şahitlik ederek hayatta ilginç anlardan birini daha yaşadı. Ve kim ne derse desin, sonsuz aşkın gerçekliğine inanmasalar bile, Yekta bunu yaşayacağını hissetti. Ve büyük aşkına kavuşmanın verdiği etkiyle gözlerinden birkaç mutluluk yaşı daha aktı...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Çocukluğumun Kokusu - TAMAMLANDI #Wattys2015
Romance"Seni çok seviyorum ben.. O aptal filmlerdeki çiftler gibi davranmayalım. Hemen ayrılmak için yer arayanlar var ya onlar işte... Hem hayatta çok az şey böyle nadir bulunur. Öyle ki bizim hikayemizde tuhaf sahip şeyler var. Karşı konulamaz ve insana...