28.Bölüm Part-1

10.6K 505 3
                                    

Merhabalar, nasılsınızz :)) Bölüm yazarken bu sıralar kafamı toparlayamıyorum . Okulda son senem ve bunun yorgunluğunu yaşıyorum galiba  :)

Yine de yazmaktan da uzak durmak istemiyorum, çünkü çok seviyorum :) Ve sizler de okuyarak bana destek olduğunuz için çook teşekkür ederim. Olmasaydınız, yazamazdım  :)

Bölümün ilk partını yazıp hemen koymak istedim hem de çok beklememiş olursunuz diye. Umarım beğenerek okursunuz  :) <3

&&&

Gözlerimi açtığımda başım, neredeyse içinde kaybolduğum kırmızı bir koltuğun köşesindeydi. Ağırlaşan göz kapaklarımı havada tutmak bir hayli zordu, fakat zihnime üşüşen şeylerle nerede olduğumu kavramaya çalıştım ve böylece içime doluşan havil ile olduğum yerde dimdik doğruldum.

Hava kararmıştı, perdeler kapanmıştı, içeriği aydınlatan tek şeydi ateş. Yerimden kalkmaya korkarken etrafı inceledim. Fazla geniş olmasa da, büyük bir odaydı ve bırakıldığım yer haricinde sağ ve sol köşemde boyutları daha küçük koltuklar vardı. Küçük bir vitrin içine konmuş eski ansiklopediler, altın kaplamalı şamdanlar, irili ufaklı taşlarla süslenmiş sütunlar ve karşımda yavaş yavaş yanan bir şömine, hemen üzerinde de çerçeveler içinde gülen suratlar vardı. 

Klasik tarzda döşenmiş odanın bana hissettirdiği yumuşaklıktı aslında. Yavaşça yerimden kalkıp, dolaptaki kitaplardan birini alıp büyük koltuğa yayılacak ve onu inceleyecektim. Tabii kahvem ve çayım yanımda hazır olacaktı...

Ama bu ev benim değildi.. Ben burada bir misafir bile değildim ki... Ben kaçırılmıştım. Bu gerçeği hatırlayınca, Kerem'i daha da merak ettim. Acaba benim için endişe duymuş muydu? Beni merak ediyor muydu? Belki de benim kaçırıldığımdan haberi bile yoktu...

Ama en kötüsü, Mehmet denen adamın, Kerem'in gelişiyle onu affetmemesi olacaktı... Bu konunun bahsi içimde sarsıcı bir tedirginlik bırakıyordu. Ona zarar vermesini istemiyordum... Adamın sözlerini hatırlıyordum. Kerem giderse, kızına verdiğimiz zararın öcünü de kendine göre almış olacaktı, fakat bizim hiçbir suçumuz yoktu ki! Beni öfkelendiren şey de buydu işte! Aksine onları Yiğit'ten kurtarmıştık! Tabii böyle bir şey olsun istemezdim, ama gerçek buydu...

Her ne kadar acıya karşı acı dese de, adamın gözlerinde merhameti görmüştüm. İnsanın kalbine korkuyu yüklemeye çalışsa da, sanki bazı şeylerde geri durmayı tercih ediyordu. Özellikle de çocuklar konusunda... Kerem gittikten sonra aklım ermeye başladığında çok daha döndürüp durdum düşüncelerimi.. 

Kerem'i on yıl önce kurtaran saflığıydı...

Cesur ama masum kirpik kırpışları hayatta tutmuştu onu ve tabii ki Yiğit'in yaptığı acımasızlık... Sadece bizden gelen bir şey olsaydı, işte o zaman kızına verdiğimiz zararla bu işten kolayca sıyrılamazdık.

Başım düşüncelerle yere doğru eğildiğinde bundan sonrası için neler olabileceğini kestirmeye çalışıyordum. Belki de Kerem'in buraya gelip mutlu bir hayat sürdüğünden rahatsız olmuştu ve ona geri gitmesi gerektiğini söyleyecekti?

Peki öyleyse beni neden kaçırdı?

Ya Gökhan'ın bu işle ne ilgisi vardı?..

Sorularıma sorular eklenirken, kulağıma tuhaf sesler gelmeye başladı. Hırıltı ve hıçkırık karışımı bir sesti ve bu beni deli gibi korkuttu. Ellerim koltuğun kenarlarına kenetlenirken, sol tarafıma dönüp baktım. Odanın o tarafı neredeyse tamamen karanlıktı. Gözlerimi kısıp, kaşlarımı çattım ve neler olduğunu kavramaya çalıştım.

Bir koltukta dizlerini kendine doğru çekmiş, yere kadar uzanan saçlar ve zayıf bir beden gördüm... Kendimi tutamayınca dudaklarımdan güçlü bir inilti çıktı. Korku filmlerinde gördüğüm bir manzaraya benziyordu bu ve sonunda öleceğimi düşündürdü bana...

Oradaki her neyse birazdan ayağa kalkacak ve bana saldıracak gibi bir his belirtti içimde.. Galiba ölüm korkusu böyle bir şeydi. Biliyordun ve önüne geçemiyordun. Kaçmaya çalışsan da kaçamıyordun, çünkü bir kere yazılmıştı alnına kurtulamıyordun..

Uzun saçlar yavaşça oynaşmaya başladığında, kafa yukarıya doğru kaydı ve o simsiyah gözler, karanlığın içine adeta karıştı. Şöminenin ışığı görmeme biraz yardımcı olduğunda, bembeyaz, soluk ten bana doğru çevrildi. 

Korkudan bayılmayı çok istesem de olmadı ve bende bir çare kurtarılmak için ciğerlerim patlayana kadar çekinmeden çığlığı bastım.

&&&

Kerem, Robert'ı beklerken sabırsızlığı da gittikçe artıyordu. Telefonu yere fırlatıp evden bir asilzade gibi çıktığından hattı da telefonun içinde kalmıştı ve adam ona mesaj atsa dahi okuyamayacağını anladığında küfrü basmıştı. Şimdi durmuş bir kardeş gibi sevdiği çocuğun gelmesini bekliyordu.

Gözlerini Alsancak'ta ki sahil kenarından denize dikti. Burayı ne kadar da çok seviyordu. Çoukluğunda buraya ailesiyle birlikte çok gelmişti. Yekta'yla birlikte çimlerin üzerinde koşturup pamuk şeker yemişlerdi. Bazen şu banklardan birine oturup, küçücük bedenlerini denize çevirmişlerdi. Yekta'nın her zaman ki gibi örgülere bürünmüştü saçları ve yine çimlerde koştururken bu sefer onun canını hiç yakmadan tokasını saçlarından almıştı. Sonra hafif hafif esen rüzgarda, o güçsüz saçları dalgalanmış ve kokusunu ona taşımıştı.

Küçücük bedenlerinde o zamanlardan atmaya başlamıştı birbirlerine kalbi bunu hissedebiliyordu. Yekta'sı başını onun omzuna dayadığında, pamuk şekerinden ona pay verdiğinde, sinemada mısırlarını paylaştıklarında, sadece oyuncak kamyonu değil Barbie bebekleri de paylaştıklarında, ısrarla onun tabağından yemek için Yekta'yla savaştığında, üzerine döktüğü o vişne sularında... Daha aklına gelmediği birçok şeyde onun için atıyordu kalbi... Nasıl fark etmemiş olabilirdi ki? Nasıl bunca yıl derinliklerine gömüştü bu sezgilerini? 

Ama artık önemi yoktu, çünkü varlığını biliyordu...

Sadece insan gibi yaşayıp, aşkıyla mutlu olmak istemişti, fakat sevgisini dahi özgürce gösterememişti ona. 

Başını hızla eğdi ve ellerini kenetleyip baş parmaklarıyla derisini sertçe ovaladı. Bu anlamsız düşüncelere girmeyecekti. Enerjisini bunlarla düşürüp, yenilgiyi kabul etmeyecekti. Bu saçma hadiseden ikisini de bir şekilde kurtaracaktı. Biliyordu çünkü... Merhamet edilmesi gereken bir şey yoktu. Sadece, haline acınılacak bir şey vardı ki, o da komadaydı... Başını hızla sağa sola sallarken suçu kendinden koparıp denize fırlattı. Doğru olanı yapmıştı.. Annesini korumuştu.. Uzaklaştırılmış hayatında her zaman umuda yer ayırması gerektiğini bilmişti.Yaşadığı acılar onu olgunluğa yükseltirken, oturup haline mızmızlanmamayı da iyi öğrenmişti...

Esen kış rüzgarı onu bir anda üşüttü ve bedenini montuyla daha da sarmaladı ve başını hafifçe kaldırıp güçsüzce görünen güneşe yüzünü değdirdi. Gözlerini kapadı ve bir film şeridi hızlıca onu takip etti. Hayır, bu ölümden önceki hayatının özeti falan değildi. Bu Yekta'yla ilgili bir anıydı ve çok eskiydi. Burnuna onun tanıdık kokusu ulaştığında, yüzüne bir gülümseme gelip oturdu. Öyle ki, bir çağlayan kadar gürültülüydü bu gülümseyiş..

Çünkü Yekta'ya ilk ne zaman aşık olduğunu anlamıştı. Net bir şekilde hatırlıyormuş gibi gözleri önünde belirdi...

Çocukluğumun Kokusu - TAMAMLANDI #Wattys2015Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin