24.Bölüm

13.8K 522 10
                                    

On Yıl Önce 

Kenan açılan kapıyı sertçe itip, karısına zarar verip vermediğini düşünmeden hızlıca eve daldı ve yerde yatan Yiğit'e görünce hızla ona doğru ilerledi.

Yerde hareketsizce yatan adama tekmelerini sertçe savururken, onu öldürmek için çıldırdığını da saklamıyordu. 

“Kenan dur, Kenan!” diyerek ona bağıran karısına ya da onu kollarından tutup geriye çekmeye çalışan Mert'e aldırış etmiyordu.

“Bırak beni s.kcem onun belasını bırak beni! O.spu çocuğu! Öldürücem onu bırak!”

Mert, onu kollarından yakalayıp geri çekse de, Kenan kurtulup, adamın en zayıf yerine, kafasına kafasına çekinmeden tekmeler savuruyordu.

“Kenan öldüreceksin dur!” diyerek bağırdı Mert ama onu durduran bu değildi, onu durduran Yağmur'un haykırışıydı.

“Allah kahretsin dur artık, dur!” diyerek ağlamaya başladı. Elleri, dağılmış dalgalı saçlarında, bal rengi gözleri yaşlarla akışkan bir hal almış, korku ve şaşkınlıkla kocasına bakıyordu.

“Baba?” diyen Yekta'nın sesi yukarıdan ulaşınca herkes onlara bakan çocuklara döndü. Eda, koşturarak yukarı çıktı ve onları odaya soktu.

Yağmur, çocukları odaya bıraktığında, Yiğit'in ellerini ve ayaklarını sıkıca bağlamış, ona başka türlü temas etmemek için de yerinden kıpırdatmamıştı. Önce kocasını, ardından Eda'yı aramıştı ve onları beklediği yarım saatte zaman onun için çok zor geçmişti.

Kenan nefes nefese dönüp karısına baktı ve onun ne denli perişan ve korkmuş olduğunu anladı. Hızla ona ulaştı ve öfkeyle titreyen bedeniyle onu sarıp sarmaladı. Kolları arasında hıçkıran, öfke patlaması yaşayan karısını, içindeki büyük öfkeye rağmen üzüntüyle karşılıyordu.

“Onu öldüreceksin.” diyerek Yağmur hıçkırdı.

Kenan dönüp yerde yatan, burnundan kanlar fışkıran adama baktı ve hemen ardından elleri belinde sıkıntıyla duran arkadaşıyla göz göze geldi.

“Tamam sakin ol, öldürmeyeceğim.” Bakışları hala Mert'teydi. “Ama öldürmekten beter edeceğim!”

Yağmur başını hızla kaldırdı ve onu kolundan yakaladı. Gözlerindeki yalvarır ifade, Kenan'ın gönlünü dağladı.

“Lütfen artık yeter! Polise gidelim, şikayet edelim bilmiyorum! Ama artık şiddet istemiyorum Kenan!”

“Onu öylece bırakayım mı yani?!” derken sesinde affedilmez bir duruş vardı.

Yağmur, kocasının kollarında kendini biraz toplamaya başlamıştı. Sesini sakin bir tınıya alçalttı.

“Hayır, polise gidelim. Hapis yatsın, bilmiyorum...”

“Sonra da yine gelin saldırsın!”

“Kenan...”

Genç adam kararlı duruşundan taviz vermezken, karısıyla gözgöze kalakaldı. Ne cevap vermesi gerektiğini düşünürken, Yiğit'in cebinden telefon sesi yükseldi. Yağmur'u kolları arasından çıkarıp yavaş adımlarla ilerleyip adamın baş ucuna geldi. Deri ceketini, kokuşmuş bir leş gibi parmak uçlarıyla yokladı ve telefonu bulup doğruldu. Gür siyah kaşları öfkeyle çatılırken, açıp açmamayı düşünüyordu.

“Kim o?” diyen Mert'e döndü ve “Mehmet diye biri..” dedi.

“Açacak mısın?”

Bakışlarını Yiğit'e çevirdi. “Bu pislik torbasını ne yapacağız ki? Arayan kimse gelip alsın!”

“İyi de ağzını burnunu fena dağıttık, öylece gelip çağırırsak ne diyeceğiz? Bir plan yapmak lazım.”

Kenan bakışlarını bir süre adamdan ayırmadı ve sonunda telefonu açıp kulağına götürürken, bakışlarını da arkadaşına çevirdi.

“Kimsiniz?”

Karşıda saniyelik bir duraksamadan sonra cevap geldi. “Sen kimsin? Yiğit nerede?”

“Burada yanımda, ama konuşamaz.”

“Anlamadım?” diyen adamın sesi gittikçe sertleşiyordu.

“Konuşamaz, çünkü az önce a.zına s.çtım! O yüzden gel de götür buradan!”

“Sen kimsin lan?!” diyerek ona bağırıp küfretmeye başlayan adama konuştu. “Birazdan sana adresi atarım.” dedi ve telefonu kapadı.

Mert onun düşüncelerini çatılmış kaşlarla okumaya çalışırken, Yağmur şaşkınlıkla kalakalmıştı.

“Onu evimize mi çağırdın? Sen delirdin mi? Kim olduğunu bilmiyoruz!” diyerek ona baıran karısına döndü.

“Aslında ben mert'in yazlığının adresini vermeyi düşündüm. Ne de olsa orayı yazları kullanıyoruz.” Gözleri arkadaşını bulduğunda Mert derin bir nefes alıp sıkıntıyla bakışlarına karşılık verdi ve “Sonunda orayı satmak zorunda kalacağım. Hatta bunca şeyden sonra, yakıp yıksam daha iyi sanki!” dedi.

Yarım saat kadar sonra, Mehmet denen adam buz gibi olan yazlığın içine üç tane adamıyla birlikte girdi. Sert kahverengi gözleri, dökülmeye başlayan kırlaşmış saçları ve saklamakla uğraşmadığı koca göbeğiyle onu içeride bekleyenlere sert şekilde bakış attı.

Ve yerde hareketsizce yatan, elleri ve kolları bağlı olan Yiğit'e ulaştı bakışları.

“Ne yaptınız lan Yiğit'e?!”

Mert ve Kenan ayakta durmuş, hiçbir şeyden korkularının olmadığını gösterircesine onlara cevap veriyorlardı.

“Biz bir şey yapmadık! O ne yaptıysa hep kendine yaptı!” diyerek tısladı Kenan.

“Sen kimsin lan?! P.ç!”

Mert onun sözlerinden hiç etkilenmemişcesine, “Yerdeki köpeğin evimize saldırdı. Benim kardeşimi kolundan tutup, çocuğuyla birlikte kaçırmaya çalıştı.”

Mehmet Bey şaşkınlıkla onlara bakarken, sözlerini anlamaya çalışıyordu.

“Benim karıma saldırdı, benim karıma!” diyerek konuyu en vurucu yerden adama anlattı. “Oğlum kafasına vurmasaydı, karıma zarar vermiş olacaktı!” derken gözlerini sertçe kapadı ve derin nefesler alırken, ellerini beline dayadı. Dönüp Yiğit'e saldırmamak için kendini çok zor tutuyordu. En kötüsü ise, ondan karşılık alamıyordu. Böyle kuru kuru dövmek, canının yandığını hissetmemesi hoşuna gitmiyordu.

“Yalan söylüyorsunuz! Kimsiniz lan siz?'” diyerek bir iki adım ileriye atıldı ve onalrın yüzünü inceledikten sonra, “Paşa'nın adamları mısınız?”

“Biz paşa maşa bilmeyiz efendi!” diyerek sonunda patladı Mert. “Bu p.çin birkaç yıl önce de peşimizden ayrılmıyordu, şimdi de birdenbire ortaya çıktı! Araştırdık, baktık ama bulamadık ismini de bir yerlerde.”

Orta yaşını devirmeye yakın olan adam, dalgın bir ifadeyle yere baktı ve “Geberteceğim onu!” dedi. Sonra başını kaldırıp adamlara baktı. “Ama önce sizi!” diyerek başını öne doğru eğdiğinde, yanındaki bir adamı hemen silahına sarıldı. Mert'te aynı çeviklikle silahını çıkardığında, Kenan sakince konuştu.

“Tam karşına bak Mehmet Efendi. Kafamın hemen üzerinde, şöminenin orada, iki çerçevenin tam arasında küçük bir objektif görüyor musun?”

Adam bakışlarını onun başından arkaya doğru uzattı ve orada dediği şeyi gördü.

“Bu bir kamera!” Hemen ardından devam etti. “Ama hemen heyecan yapma bence. Çünkü üç gizli yere daha yerleştirdik. Ve tabii ki az önce dışarıdan resimlerimiz de çekildi. Biz öldüğümüz an senin de pinini çekerler. Ve eminim ki, hakkında arayıp bulunabilecek çok şey vardır...”

Mehmet Bey öfkeyle soludu ve başını indirdi. Yanındaki adamına işaret vererek onun silahını yok etmesini sağladı, fakat Mert hala tetikte bekliyordu.

“Şimdi şu leşini alıp git! Ve bizi asla ama asla rahatsız etmeyin! Yoksa ne olacağını tahmin edersin...”

“Sizi mahvedeceğim.” dese de adamın ses tonu kendine bile güvensiz çıkıyordu.

Yiğit'i hızla alıp gittiklerinde, iki genç adam bedenlerine doluşan adrenalinle oturup kaldılar. Göründükleri gibi cesur değillerdi, çünkü bir mafyayla uğraşmaktan hiç hoşlanmazlardı.

Yiğit ölmemişti, fakat intikam için gelir mi diye tetikte beklemektense hemen ertesi gün yazlığı iki arkadaşlarına peşpeşe sattılar ve sonunda o da bir başkasına sattı. Böylece onlara ulaşmalarını engelleyeceklerdi, fakat bu sefer sert bir kayaya çarpmışlardı.

Tam bir hafta sonra, iki aile akşam yemeği yerken, birden kapıları çalındı. Yağmur, Kerem'in dile getirdiği bir şeye gülerken karşısındaki yabancının sert ve tehlikeli mizacını fark etmedi.

“Buyrun?”

“Kenan evde mi?”

“Evet, bir saniye çağırayım.” deyip ardını dönmesiyle, onu sertçe yakaladılar ve alnına bir silah dayadılar.

Salonda gülüşen, en sonki olayların etkisini üzerlerinden atmaya çalışan genç aileler, Mehmet Bey'i görünce şaşırdılar. Yağmur'un boynunu bir adamın kolunun altında görünce, Kenan hızla yerinden kalktı ve karısına ulaşmaya çalıştı, fakat Mehmet Bey'in sesi kararlıydı.

“Yerinde kal Kenan!” Şöyle bir etrafına baktıktan sonra, ayakta yanyana durmuş olan çocuklara baktı. Cesurca ona bakan erkek çocuğunun gözlerini hemen annesininkilere benzetti. Onun ardına saklanmş olan yeşil gözlü kızın ise ürkek bakışlarından hiç etkilenmeden, onun ne kadar tatlı olduğunu düşündü.

Çocuklarla uğraşmayı sevmezdi. Duygularıyla hareket etmekten nefret ederdi, fakat onun bir kızı vardı ve maalesef bazen kendi prensiplerinden vazgeçmek zorunda kalıyordu.

Dönüp Kenan'ın öfkeli karalıklarına baktı ve “Seni bulamayacağımı sandın değil mi?” dedi.

“Ne istiyorsun?”

“Çektiğin fotoğrafları istiyorum.”

“Karımı bırak önce.”

Mehmet Bey başını sağa sola yavaşça sallarken, alay eder bir tavrı vardı.

“Hayır, bırakmam...” Sonra durup bir iki adımla yaklaştı ve bakışlarını tekrar Kerem'e çevirip orada sabit kaldı.

Kenan içinde fokurdayan korkuyu görmezden gelmeye çalışarak, cesur bir öfkeyle ona saldırmayı istedi, ama yapamıyordu. Kenan bu sefer gerçekten çok ama çok korkuyordu.

“Bu yakışıklı senin oğlun mu?”

“Evet.”

Mehmet çocuğa gülümsedi ve Kenan'a dönüp, “Gel dışarıda konuşalım seninle. Karın da gelecek.” deyip işaret etti. Kenan onu takip etmek zorunda kaldı, başka ne yapabilirdi ki...

Bahçeye çıktıklarında, Kenan, titreyen karısının ellerini tutmak istedi, fakat onlara bir zarar verir diye cesaret edemedi.

“Konuyu uzatmayacağım Kenan. Buraya hal hatır sormaya gelmedim. Kerem, Yiğit'e vurunca artık ne yapmış bilmiyorum, ama sert bir etki yaratmış.”

“Öldü mü?” diyen dolmuş gözlerle soran Yağmur'a döndü ve cevapladı.

“Hayır, ama keşke ölseydi, ben de kurtulurdum! Komaya girdi. Uyanabileceğini de düşünmüyorlar.”

Hem Kenan hem de Yağmur şaşkınlıkla kalakaldılar. Yine de ondan kurtulduklarına sevinmiyor değillerdi...

“Yiğit'i aldığımda sokaktaki köpeklerle birlikte yaşıyordu. Babası mı atmış bunu bir köşeye, bende buldum bir yerde işte. Bu yıla kadar tek bir tersliğini görmemiştim. Üstelik kızımda çok aşık oldu ona, nişanladım da onları... Bir iki aya düğünlerini de yapacaktık. Ama bu iş şimdi hiç olmadı... Kızım kafayı yedi, öylece yatan bedene gözlerini dikmiş bakıyp duruyor...”

Yağmur duyduklarını hazmedemeden Kenan atıldı.

“Karıma saldırmış, onları kaçırmaya çalışmış diyorum size. Eğer bunun için bizi suçlayacaksanız, kusura bakmayın ama bunu kabul etmeyeceğim.”

“Yaşadığım ihanetten sonra, onu öldürürdüm bende ama arada kızım var...” deyip duraksadı ve iç geçirdi.

Zalim bir hayat sürdürmeye çalışsa da, kızına olan bağımlılığı birçok şeyi değiştiriyordu bu adamda.

“Yani alınması gereken bir intikam var.” diyerek bakışlarını Kenan'a çevirdi. “Fotoğrafları almalıyım ama önce.”

“Sonra bizi öldürecek misin yani?”

Mehmet Bey sonra şöyle bir düşündü ve “Hayır.” dedi. “Ben adalete önem veren biriyim.”

Kenan alayla gülüp ona baktı. 

“Eğer bana fotoğrafları ve çektiğiniz kaydı getirmezsen işte sizi o zaman öldüreceğim!”

Kenan yerinden dahi oynamadan ona baktı, fakat şaşkınlıkla irkilmesine neden olan sözleri adam söyledi.

“İntikam olarakta, kızımın acı çekmesine neden olan şu çocuğun gitmesini istiyorum.”

“Ne?!” diyerek karı koca sordular.

“Sizden uzak kalsın istiyorum. Çocuklarla uğraşmayı sevmiyorum. Yanıma almak isterdim, fakat katil ve kurbanı aynı evde yaşatmak komik olur.”

Kenan ve Yağmur şaşkınlıkla duruyorken, adama verilmesi gereken cevapları düşünemiyorlardı bile.

“Haydi bekliyorum Kenan. İki gün sonra da, çocuğu İzmir'den yollayacaksın. Bence bana öyle üzülerek bakma, çünkü ben merhametli bir insanım...”

&&&

On yıl Sonra 

Kerem ve Yekta el ele Kerem'in ailesinin evine girdiler. Son birkaç haftadır yüzlerindeki gülümseme hiç silinmiyor, onların geleceğe dair umutla bakmalarına sebep oluyordu.

Kerem kapıyı kapadı ve Yekta'yı kendine çekip sıkıca sarıldı. Hemen dudaklarını onunkilere uzatıp, kızı sarıp sarmalarken, aynı oranda da öpücükleriyle ona saldırdı.

Bedenleri de birbirlerine kilitlenirken, Kerem onu kolları arasında sıkıca tutup çevirdi ve duvara yavaşça yasladı. Öpücükleri arsızca, kızın dudaklarının üzerinde kayıp giderken, aralarındaki kıvılcım gittikçe artıyor, durdurulamaz bir ateşe doğru ilerliyordu...

Nefes nefese geri çekildiklerinde, Yekta çimen yeşiline bürünen gözleriyle genç çocuğa baktı ve titrek nefeslerle sustu.

“Gittikçe daha çok öpmek ve dokunmak istiyorum sana. O kadar tatlısın ki, insan bir kez tadını alınca, uzaklaşmak istemiyor.” Sonra eğilip kızı, bu sefer daha yumuşak ve tatlı bir şekilde öptü.

Kerem'in, artan aşkı tutkuya ilerlerken, Yekta ürkek bir ceylan gibi davranıyordu. Her şey güzeldi, gülüyordu, mutluydu, fakat ne zaman o öpüşler cesur bir hale büründüğünde çekiniyordu. Özellikle de, Nurşen'in sözlerinden sonra korkuyordu. Ya Kerem istediğini alamayıp giderse? Kalbinden geçen sözler, onu çok iyi tanıdığını, Kerem'in herkesten çok ona sahip çıkacağını söylüyordu. Ama işte, şüphe... İnsanı yiyip bitirmek için, hep pusuda bekliyordu.

“Bugün hangi filmi izlemek istiyorsun?” diyerek kızın düşüncelerinden birhaber olan Kerem onun elini tutmuş merdivenlerden yukarıya çıkarıyordu.

“Bilmem, sen bilirsin...”

“Hayret, ilk kez Bay Darcy diye tutturmadın.” diyerek neşeyle ona döndü ve kızarmış yanaklar, tereddütlü bakışlarla karşılaştı. Merdivenin tam ortasında durup ona sordu.

“Ne oldu tatlım? Yoksa okulda bilmediğim bir durum mu var? Gökhan seni rahatsız ediyorsa, bunu bana söyle!”

Onun çatılan kaşlarını görünce, düşüncelerinden daha çok utandı Yekta.

“Hayır, öyle bir şey değil.” Sonra duraksadı ve “Bir şey yok aslında, annemlere söyleyemedik ya ondan biraz tedirginim.”

Kerem onun yanaklarını samimiyetle öptü ve eski neşesine kavuşup yukarı çıkmaya devam etti.

“Endişe etme birkaç güne söyleriz.” diyerek odasının kapısını açtı ve kızla birlikte içeri girdi.

Bilgisayarının yanına yığdığı film DVD'lerini incelerken, konuşmaya devam ediyordu.

“Bu duruma pek şaşırcaklarını sanmıyorum ben aslında.”

“Evet, Yağmur Teyze bu konuda bir hayli istekliydi. Ama annemi düşününce...” deyip göğüs geçirince, Kerem dönüp ona baktı. Bunun için endişe etmeleri gerektiğini biliyordu, çünkü Eda onları ne kadar çok sevse de, Yekta'ya olan düşkünlüğü çok başkaydı.

“Merak etme.” derken kızın yanına turdu ve elini sıkıca tutup gözlerine odaklandı. “Biz güçlü durduktan sonra, her şeyin üstesinden geliriz.”

Yekta cevap vermeden onun gözlerine odaklandı. Bkışları öylesine derin ve sevgi yüklüydü ki, bakışlarını çekemiyordu. Burnu bir erkeğinkine göre nazikti, fakat kalın dudakları ondan üstün olduklarını gösteriyorlardı. Oturuken bile, boyunun uzunluğunu fark edebiliyordu ve omuzlarının genişliğine bakmadan edemiyordu.

Kerem'i çok beğeniyor, ona dokunmak istiyordu...

O çok güzeldi... Sahip olduğu her bir özellikle çok aça çok güzeldi ve Yekta var olduğu her anda, güzel şeyin kıymetini bilmek için çabalıyordu. İçindeki ses, Kerem'ten ötesinin olmayacağını biliyordu. Öyle ki, buna izin vermeyi zerre kadar istemiyordu.

Korkmuyordu.

Çünkü yüksek bir samimiyetle sahip olmak istiyordu.

Yavaşça ayağa kalktı ve Kerem'in meraklı bakışları karşısına geçip, başını elleri arasına aldı ve onu içinde biriken tüm arzuyla öptü.

Kerem, genç kızın bakışlarındaki şeyi deminden beri yanlış algıladığını düşünmüştü, fakat öyle değildi... İşte öpüşü ortadaydı. Ve şimdi elleri saçlarına dalarken, üzerine üzerine geliyor, onu yatağa yatırmya çalışıyordu.

Genç oğlan daha fazlasını düşünemedi ve elleriyle kızın belini yakalayıp, onunla birlikte kendini yatağa yatırdı. Genç kızın üzerindeki bedeni kasılırken, dudaklarıyla da onu sakinleştirmeye çalışıyordu. O istemedikten sonra bir şey yapacağı yoktu, sadece onu öpüp, elleriyle de bedenini seviyordu.

Kerem'in elleri yavaşça kızın bacaklarına indi ve kalçalarına çıktı. Yekta'nın titreyen nefesi çocuktan uzaklaştı ve başını eğip yüzünü sakladı. Kerem sessizce onun rahatlamasını bekliyordu.

“Ben... İstiyorum...” dedi ve Kerem'in kalbini heyecanla adeta yerinden oynattı. 

“Neyi tatlım?” derken zaman kazanıp, onun emin olmasını istiyordu.

Yekta başını hiç kaldırmadan konuşmaya devam ediyordu.

“Seni istiyorum...”

“Ben de seni istiyorum güzelim...” dediğinde genç kızın bakışları yavaşça onunkileri buldu. Kerem onun sırtını sıvazlarken konuşmaya devam ediyordu. “Ama ben sadece senin tamamen emin olmanı istiyorum.”

“Ben.. eminim.. galiba...”

Kerem derin bir nefes alıp kollarıyla onu sıkıca sarıp kendine bastırdı ve yanaklarına sevgiyle öpücük kondurdu. “Gerçekten olman lazım. Kendini bunun için zorlama.”

Yekta onun öpücüklerinden kurtulup gözlerinin içine odaklandı.

“Öyle hissetmiyorum. İstiyorum...”

Bakışlarınin etkisi öyle güçlüydü ki, Kerem sertçe yutkunmak zorunda kaldı. Gerçekten bunu yapmayı istiyordu. Ona daha özgürce dokunmak, aşkını bir de bu taraftan haykırmak istiyordu, fakat onun hazır olmadığını görebiliyordu.

“Bende sadece emin olmak istiyorum...”

“Sana yetememekten korkuyorum.”

Kerem şaşkınlıkla ona baktı ve ne demek istediğini ve ne düşündüğünü anladı.

“Saçmalıyorsun.”

“Nurşen'in sözleri hala aklımda.” derken sesi boğuk çıkıyordu.

“Senin damarına basmak için söylediğini biliyorsun. Aramızı bozmak için...”

“Biliyorum, ama yalan değil... Onunla bir şeyler yaşamadın mı?”

Kerem gözlerini onunkilere dikti ve bekledi.

“Bu konular hakkında konuşmak istemiyorum Yekta. Geçmişte kaldı. Bundan sonraki her şey, yani senden önceki her şey bitmiştir benim için.”

“Ama gerçekleri değiştiremezsin.”

“Tatlım, lütfen...”

“Yaşadın değil mi?” diye soran genç kıza cevap olarak bakmakla yetindi Kerem. Onun kalbini kıracak, onu aptalca kıskançlıklara sürükleyecek bir şey söylemek istemiyordu, fakat kızın saflığı öyle yoğundu ki, istemede kendi kendini kırıp, zora sokuyordu.

“Seni istiyorum...” diyerek dudaklarına yapışınca Kerem bir anlık şoktan sonra, ona karşılık verdi. Nasıl hayır diyebilirdi ki onun öpüşlerine? Fakat elleri arsızca bedeninde dolanıp, gömleğinin ve pantolonunun içine dalmaya başladığında nefeslerini düzenlemekle uğraşmadan çekildi ve konuştu.

“Tatlım yapma... Seni anlıyorum gerçekten, fakat böyle olmaz... Olmamalı...” diyerek onun saçlarını sevmeye çalıştı, fakat Yekta bir anda üzerinden kalkıp odanın ortasında kalakaldı.

Kerem doğruldu ve ayaklanıp onu yakalamak için hamle yapamadan kız bağırdı.

“Onunla yaptığın şeyi benimle yapmıyorsun. Gerçekten beni ne kadar çok sevdiğini görebiliyorum! Sana eminim dedim, ama beni istemiyorsun!”

Kerem şaşkınlıkla ona baktı ve “Sakin ol, seni istemiyorum demedim.” dedi.

“Çok belli ne kadar istediğin!” diyerek sesini yükseltti ve birden hıçkırıklara boğuldu. Yekta, hemen montuna uzanıp merdivenlere koşturdu ve dış kapıya doğru ilerledi.

Kerem onun gidişini merdivenlerden inmeye başladığında anladı ve panikle fırlayıp kızı yakalamak için koşturdu, fakat endişeyle dışarı çıktığında, Yekta'nın birden yok olmasıyla şaşırıp kaldı.

Çocukluğumun Kokusu - TAMAMLANDI #Wattys2015Hikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin