Dört Gün Sonra
Jamie tüm geceyi at sırtında mola vermeden geçirmişti. Beraberindeki az sayıda muhafızla beraber Galloway'a dönüyordu. Her ne kadar uzun yolculuklara alışkın olsa da yorgunluk ve uykusuzluk etkisini göstermeye başlamıştı. Bir an kralın teklifini kabul edip biraz daha sarayda kalmadığı için pişman oldu fakat sonra eve dönmek için sebeplerini hatırlayıp atını daha da hızlandırdı.
Sarayda her şey istediği şekilde gitmişti, endişe ettiği gibi olmamıştı. Krala planını anlattığında tek takıldığı nokta olanlardan bu kadar geç haberdar olmasıydı ve Jamie'nin bir İngiliz kızını işin içine karıştırmasına şaşırmıştı. Kralın tercihi Jamie'nin ordusuyla John'a saldırmasıydı ancak bu pek mümkün değildi. John onlar kadar sınıra yakın değildi. İngiliz topraklarında ilerleyerek ona saldıramazlardı. Bu yüzden onu üstlerine çekeceklerdi. Ayrıca Jamie için bu kadar bekledikten sonra sıradan bir intikam mümkün değildi. İşin içine artık kuzeni de dahil olmuştu.
Öfkesini yeniden uyandıran düşünceleri kafasından attı. Onun yerine evine, kaleye dönmek için acele etmesine sebep olan şeylere aklı kaydı. Her ne kadar Arthur'a ve adamlarına güvense de olası bir saldırı riski bu kadar fazlayken kaleden uzaklaşmış olmak rahatsız ediciydi. Üstelik Elizabeth'le öyle kötü ayrılmışlardı ki... Jamie'nin onunla evlenemeyeceği tüm rahatsız ediciliğine rağmen değiştiremeyeceği bir gerçekti. Sadece kendisine değil klanına ve ülkesine karşı da büyük sorumlulukları olan bir adamdı. Onun konumundaki biri ne yazık ki kalbinin istekleri doğrultusunda hareket etme şansına sahip değildi. Her şeyden önemlisi Elizabeth bir İngiliz'di ve öz kardeşinin yaptıkları, kendisi bundan haberdar olmasa bile Corning ile bir zamanlar nişanının duyurulmuş oluşu...
Elizabeth'in onu anlaması ve öfkeye kapılmadan önce aralarında gelişecek bir ilişkinin beraberinde getireceği imtiyazları fark etmesi gerekiyordu. Jamie ona belki adını veremezdi ama bunun dışıda sahip olduğu her şeyi sunabilirdi. Korunma, zenginlik, saygın bir hayat... Elizabeth onu bekleyenin hayatına önceden aldığı kadınlarınkinden farklı olduğunu zamanla anlayacaktı. Jamie onun doğuracağı çocuklara adını verebilir, kadını olarak klanı tarafından kabul edilene dek beraber yaşayabilirdi. Bir gün kralın emriyle kendisinden beklenen evliliği gerçekleştirmek zorunda kaldığında bile birçokları gibi bu evliliği stratejik olarak değerlendirip karısıyla ayrı hayatlar yaşayabilirdi. Henüz tam anlamıyla zorlanmamış olsa da yakında dile getirilen adaylardan biriyle sınırlarını genişletip koruma sağlamayı vaat ederek evlenmek zorunda kalacaktı. Bundan kurtulmanın bir yolu yoktu. Başka türlüsü sadece klana değil, krala ve ülkesine de ihanet olurdu.
Yokluğunda kalede Elizabeth'le ilgili sorun çıkacağına inanmıyordu ama kızın kendisini sürekli şaşırttığı da bir gerçekti. "Ne zaman ne yapacağı belli olmuyor," diye düşünüp gülümsedi. Yeniden karşılaştıklarında aralarına inşa edilen duvarları nasıl yıkacaktı? Aklına onu baştan çıkarmaktan başka bir çözüm gelmiyordu. En büyük umudu birbirlerine karşı besledikleri tutkuydu. Karşılaştıkları ilk andan beri yenemedikleri ve günden güne güçlenen tutku...
MacKinloch klanına ait topraklardan geçerken her zamanki gibi sessizliklerini korudular. Çünkü her ne kadar iki klan müttefik olsa da içlerindeki kanunsuzlar her zaman bir güvenlik tehdidi oluşturuyorlardı. Bu yüzden Jamie herhangi bir saldırıya karşı tetikteydi. Ellerini komşu klanlardan birinin adamlarının kanına bulamak onun için sadece yeni bir sorun demek olurdu. Zaten sınırın diğer tarafında yeterince can sıkıcı bir düşmanı vardı. Kendi ülkesinde yeni kan davalarının içinde yer almayı istemiyordu. Ancak insan bazen neyden kaçınsa kendisini o kaçındığı şeyin ortasında buluyordu. Önce atı yaklaşan tehlikeyi fark etti ve huzursuzlukla kulaklarını dikip kıpırdandı. Sonra ormanın içinde tiz bir kadın çığlığı duyuldu. Jamie ve adamları aynı anda birbirlerine baktılar. Ne olursa olsun bir yardım çığlığına üstelik sesin sahibi bir kadınken tepkisiz kalamazlardı. Jamie doğrudan omzuna asılı baltasını eline aldı, adamları da hemen iki yanına ve arkasına atlarını yaklaştırdılar ve ormanın içine, sese doğru ilerlediler.
Çamura bulanmış kıyafetleri, saçlarından süzülmüş başlığı ve sıradan kıyafetleriyle muhtemelen bir köylü ya da hizmetkâr olan genç bir kadın üç eşkıya tarafından köşeye sıkıştırılmıştı. Ormanda tek başına ne işi vardı bilmiyorlardı fakat biraz daha geç kalırlarsa başına neler geleceğini tahmin edebiliyorlardı. Jamie baltasının sapını biraz daha sıkı kavradı ve ilk adama doğru savurmadan önce kadının bedeninde tanıdık bir şeyler fark etti. Sonra bakışları yüzünü bulduğunda alnından süzülen kana ve tenine bulaşmış çamura rağmen güzel yeşil gözleri tanıdı. Aniden kalbinin sıkıştığını hissetti, içgüdüsel olarak onu korumak için öne atıldı.
Başka bir zaman olsaydı belki de o adamları öldürmeden kaçmalarına izin verirdi ama -bunun nasıl mümkün olduğunu bilmese de- saldırdıkları kadının Elizabeth oluşu Jamie'nin mantığını tamamen köreltmişti. Boğazından yükselen kan dondurucu savaş narasıyla beraber adamlardan ilkinin başını hedef alarak baltasıyla gövdesinden ayırdı. Adam dizlerinin üzerinde yere çöktüğü sıradaysa başı yuvarlanarak Elizabeth'in ayaklarının dibine düşmüştü. Diğer iki adam derhal toparlanarak kendilerini savunmak için savaş pozisyonu aldılar. Ancak hiç sansları yoktu. İkinci adam alnının ortasına saplanan bıçakla anında öldü ve üçüncü de ağaçların arasına kaçarak Jamie'nin adamlarından ikisinin peşine düşmesine neden oldu.
Elizabeth ise dehşete düşmüş bir halde yere çökmüş titreyerek ağlıyordu. Jamie onun gövdesinden ayrılmış baştan ayıramadığı bakışlarını fark etti ve doğrudan atından inip yanına gitti, yere çökerek kollarının arasına alıp sıkıca sarıldı.
"Geçti tatlım, güvendesin. Artık sana zarar veremezler."
Kirlenmiş saçlarından okşayarak titreyen bedeni kolları arasında sakinleştirmeye çalıştı ve genç kızın başını göğsüne yatırarak ölü adamların bedenlerini daha fazla görmesine engel oldu. Kısa bir süre bu halde kaldıktan sonraysa başını hafifçe geriye çekerek yaralarını görebilmek için yüzüne baktı. Aslında itiraf etmek istemese de o da neredeyse Elizabeth kadar korkmuştu.
"İyi misin? Çok canını yaktılar mı?"
Başını iki yana sallayarak hıçkırarak sarsılan bedenini yeniden onunkine yasladı Elizabeth. İkisinin de aklında tek bir şey vardı. Ya Jamie ve adamları vaktinde yetişemeseydi? Bunun düşüncesi bile Jamie'ye işkence etmek için yeterliydi. Ancak aklına bir başka düşünce daha süzüldü. Elizabeth buraya nasıl gelmişti? Başından ne geçmişti de Jamie'nin topraklarının dışındaydı hem de üstünde uşakların giymesi gereken türde kıyafetlerle... Birden tüm bedeninin buz kestiğini hissetti ve kızı şefkatle saran kollarının tutuşu sertleşti. Kalbi birden ihanetin acısıyla ve hayal kırıklığıyla sarsıldı. İngiliz esiri yokluğunda onun insanlarını alt ederek sonunda kaçmayı başarmıştı. Belki de en başından beri aklından geçen buydu ve Jamie'yi bunca zamandır kandırmıştı. Planını ustaca yaparak sonunda amacına ulaşmıştı.
Hızla ellerini kollarına koyarak bedenini kızınkinden uzaklaştırdı. Bakışlarından okunan ifade öyle keskindi ki Elizabeth gözyaşlarının arasında pişmanlıkla başını önüne eğdi. Fakat ne gözyaşları ne dileyeceği özürler Jamie'nin gözünde bir anlam ifade etmiyordu. Pek çok şeyi affedebilirdi ama ihanet bunlardan biri değildi. Elizabeth aralarındaki sessiz anlaşmayı bozmuştu, gördüğü dostça muameleye rağmen ancak bir düşmanın, esirin yapacağı şekilde kaçmaya çalışmıştı. Buraya kadardı, madem bir esir gibi davranmakta ısrarcıydı o halde artık kendisine öyle davranılacaktı.
Klanın renklerinden oluşan bir parça kumaş çıkardı ve Elizabeth'in bileklerini hiç de nazik olmayacak bir şekilde kavradıktan sonra bu kumaşla sıkıca bağladı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
İskoçya'nın Esiri (Tamamlandı)
HistoryczneOn dokuz yaşında, hayatı yalanlarla süslü, güzel, zeki ve cesur bir genç kız. Ettiği intikam yemininin esiri, etrafına korku salan, güçlü ve sevgisiz bir adam. Birbirinden tamamen farklı bu iki insanın yolu bir intikam planı sonucu kesişiyor. Yanlış...