Yaşadığım yılları gözden geçirdim. Ve yürüdüğüm çakıl taşından bile ayıklanmış yolları. Ayağıma hiç diken batmamıştı, yolum hiç dik bir yokuşa dönmemiş, sorunsuz geçen günlerimin caddeleri hiçbir çıkmaz sokağa bağlanmamıştı. Hayat bana epey bonkör davranmıştı sanırım. Dünya öylesine zahmetsiz dönmüştü ki benim için, akan zaman bana her saniyesiyle istediğim her arzuyu yaşama şansı vermişti. Beni çok seven annem ile babam ve kardeşim Ozan, harika bir ailede sevgiyle büyümüştüm ve ben de onları çok seviyordum. Eğitim hayatım; sadece benim isteklerim doğrultusunda kurduğum hayallerin çerçevesinde şekillenmişti. Yolumu kendim çizmekte her zaman özgürdüm.İstediğim her şeyi öylesine kolay elde etmiştim ve öylesine zahmetsiz yaşamıştım ki, hayatla mücadelenin ne olduğunu bile bilmemiştim. Yani bilmiyordum sanırım. Hiçbir olumsuzlukla karşılamadığım için evrenin savaş isteyen diğer tarafıyla yüz yüze de gelmemiştim.
Teselli edilecek bir günüm bile olmamıştı. Fazla emek gerektirmeyen elde ettiğim her şeyi dibine kadar da yaşamıştım. Bir isteğimin yerine gelmesi için muhtaç kalmamıştım hiçbir soyut kavrama. Mesela ben herhangi bir arzumun gerçekleşebilmesi için hiç dilek dilememiştim. O ağaçlara gereksiz anlam yükleyerek küçük bir kumaş parçası bağlayan insanları asla anlamamıştım. Kim bilir ne kadar çaresizlerdi de bu tip inançlara muhtaç kalmışlardı.
Daha önce kimse için yaşamamıştım, başka bir insan için bir amaç edinmemiştim. Bir insanı ayağa kaldırmak için parmağımı bile kıpırdatmamıştım. Bencil değildim, sadece bana hediye edilmiş olan dingin hayatı yaşıyordum sakince. Ta ki o güne kadar...
O lanet güne kadar. Patlama gününe kadar. İşte o gün hayatım bambaşka bir yöne evrildi. Bana tüm kolaylıklarıyla gelen dünyam tersine dönmeye başladı. Rüzgarımın yönü değişti fırtınaya devrildi.
Ve hayat artık bana bugünü bile değil 'şu anı' yaşamayı öğretti.
Belki de hiçbir zaman yarın olmayabilirdi. Artık inandığım tek bir gerçek vardı; o da yarının dünden daha önemli olduğunu bugün ile ispat edecek olmasıydı...
Gözlerimi henüz açamamıştım ama zihnim çoktan uyanmış olacaktı ki kulağıma dolan seslerin tanıdık gelmeyen tınısıyla gözlerimi hızla araladığımda sırtüstü uzanmış olduğum yatakta çatı katının eğimli tavanına bomboş diktim gözlerimi. Neredeydim ben? Zihnim felaket derecede bulanıktı.
Başımı sol tarafa çevirdiğimde odanın bir ucundan diğer ucuna kaplı olan pencereyle karşılaştım. Hala yatmaya devam ettiğim için perdeleri sonuna kadar açılmış camdan gördüğüm tek manzara ise masmavi bulutlara sahip açık gökyüzüydü. Burnuma farklı bir koku çarptı, Ankara'nın kurak havasıyla tezatlık oluşturan denizin tuzlu nem kokusu. Farklıydı ve ilginç bir şekilde huzurluydu da. Karmaşanın ortasında kalan zayıf düşüncelerim uykunun nahoş sersemliğinden tamamen sıyrıldığında yavaş yavaş nerede olduğumu gözlerimin önüne sermeye başladı.
İzmir, Urla'daydım!
Bu yaptığım kesinlikle delilikti. Buram buram Egemen'in kokusuyla dolup taşan odada onun yatağında, dedesi ve babaannesinin evindeydim. Annem ve babam İzmir'de Damla ile kalacağımı zannederken, onların aslında doğrusunun o olması gereken mantıklı tahminlerine karşı çıkmamış, sessiz kalarak konuşmasam da yalan söylemiştim.
Üzerimdeki pikeyi açarak doğruldum ve ayaklarımı yataktan sallayıp bir müddet öylece oturdum. Yabancısı olduğum bu evin ılık tahta zemini içimde tuhaf bir şekilde daha önce yaşamadığım güzel duyguların yeşermesine neden oluyordu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DÖNENCE
Novela JuvenilBir yılda iki farklı yaşam tatmıştım. İki farklı hayat dokunmuştu ruhuma. Ben buna bir isim vermiştim; Dönence. Birinin sonu vasiyet gibi diğerinin başlangıcını garantiye almıştı. Yaşam başlar ve biterdi. Benim yaşamım ise biterken başlamıştı. Tük...