İnsanları çocuklardan, hayvanlardan ve doğadan uzak tutmak mümkün olmalıydı... Mümkün olmalıydı ki, 'masumluk' dokunulmayan en saf haliyle iyiliğin içinden defalarca doğmalıydı...
Erkan Komutan ordudan istifa ediyor!
Mert'in az önce söylediği bu cümle kulaklarımda hala yankılanmaya devam ediyordu. Kalbime aniden sanki soğuk bir rüzgar esmiş gibi içimin ürperdiğini hissediyordum.
Bir yıldan biraz daha uzun bir zaman önce Erkan Komutan ile ilk karşılaşmam mülakat günü olmuştu. O günlerde kendi kalbi kendi avuçları içinde ufalanan ben, hayattan gelecek tüm gerçeklere kapısını sonuna kadar kapatmış olan ben ve gözündeki o siyah perdeyi asla kaldırmayacak içeri güneş ışınlarının sızmasına izin vermeyecek olan ben.
Kapıdan içeri adım atmamla başlayan keskin bakışları ile kurulun önüne çıkarken dizlerimin zangır zangır titremesine en çok o neden olmuştu. Gözünü kırpmadan her hareketimi izlemesi ve ağzımdan çıkan her sözcüğün sanki kaydını tutup aklına kazır gibi dikkatle dinlemesi ve mülakatın en sonunda beni alt üst eden o soruyu sorması.
'Çok sevdiğin erkek arkadaşını ve diğer otuz dokuz kişinin şehit olmasına neden olan adamı,' deyip kısa bir süre sessiz kalmış ve beni baştan aşağı süzmüştü o süre zarfında kalbim öfke duygusuyla hızla atmaya başlamıştı.
Ardından sessizlik molasını oturduğu masada daha da öne eğilerek bölüp, 'Patlamayı gerçekleştireceğini bilseydin, yine de hayatını kurtarır mıydın?' diye sormuştu.
'Hayır efendim,' demiştim kararlılıkla ve ölümüne bir kinle. 'Kurtarmazdım!'
O an verdiğim canice cevapla kurulda oluşan şaşkınlık dolu sessizlik büyürken Erkan Komutan ile birbirimize diktiğimiz gözlerimiz... Onun o keskin gözlerindeki karanlık bir büyü gibi beni şimdi bile dibe çekerken, bir anda hemen yanımda çalan telefonun sesi ile sıçrayarak içinde yaşamış olduğum şu ana dönmüştüm.
Yanımda oturan Kerem sandalyesini geriye doğru sürüp ayağa kalkarken elindeki telefonu gösterip, "Annem," dedi sanki herkes ondan bir açıklama bekler gibi. "Hemen dönerim."
Telefonu açma işini kafenin deniz kısmındaki arka kapısından çıkmaya bıraktı. Camın hemen dışındayken dalgınlıkla onu izledim, beden hareketleri bile aniden büyük bir ciddiyete bürünmüştü.
Damla, Sinem, Oğuz, Egemen ve benim oturduğumuz masada ise derin bir sessizlik hüküm sürerken, ayakta bir sağa bir sola volta atan Mert, "Hiç bir şey söylemeyecek misin Egemen?" diye sordu.
Egemen tam sağımda oturuyordu, yavaşça başımı çevirip ona baktım.
Elinden geldiğince benden kaçarken asla yanıma oturmuyordu. Nasıl yan yana denk gelmiştik acaba?
Arkasına rahatça yaslanmış, aldırmaz bir tavır sergilerken ayağının birini bacağının üzerine atmıştı.
Az önce babasının istifa edeceğini duymasına rağmen kılını kıpırdatmadan nasıl bu kadar vurdumduymaz olabiliyordu?
Çocukluğundan beri onun gibi olmak istediği babası, her davranışını örnek aldığı komutanı.
Okulda babası olduğunu bir kenara bırakıp hayranlık dolu bakışlarla saygı duyduğu, ağzından çıkan tek emirle canını verebilecek kadar itaat ettiği adamın, bugün ordudan istifa edeceğini duymasına rağmen duygusuzca oturuyordu.
Mert söylediği şeye karşılık ondan bir tepki alamayınca volta atmayı bıraktı ve birkaç adımla oturduğumuz yere gelerek elleriyle masadan destek alıp öne doğru eğildi.

ŞİMDİ OKUDUĞUN
DÖNENCE
Dla nastolatkówBir yılda iki farklı yaşam tatmıştım. İki farklı hayat dokunmuştu ruhuma. Ben buna bir isim vermiştim; Dönence. Birinin sonu vasiyet gibi diğerinin başlangıcını garantiye almıştı. Yaşam başlar ve biterdi. Benim yaşamım ise biterken başlamıştı. Tük...