DEPREM...

3.9K 680 214
                                    

 Bugün buradayım,

Fakat tam üç ay iki gün önce,  5 Şubat'ta, o gece... Tam da depremin merkezinde Kahramanmaraş'taydım, ailem ile birlikte. Üstelik orada yaşamıyorduk ve kardeşimin işi için gittiğimiz günün gecesinde depreme yakalandık.

Saat gece üç buçuk civarı falan uyumuştum ve o korkunç sesler ve sarsıntıyla uyandığımda aklımın yaptığı tek şey o gece o anları yaşadığımı inkar etmek oldu. 

O televizyonlarda, sosyal medyada, seminerlerde ve daha nice yerde uzmanların deprem anında ne yapmamız gerektiği ile ilgili anlattıkları... O an öyle bir andı ki ne yatağın yanına geçmek ne de cenin pozisyonunu almak imkansız.

Uyku sersemi gözlerimi açmadan önce derinden gelen o ses çok farklı, ürpertici, asla ama asla tanımlanamayacak o ses kulaklarımda daha güçlendiğinde kendimi bir kabusta zannettim ama gözlerimi açtığımda odanın içi gökyüzünden şimşek gibi çakan o ışıkla bir aydınlanıp bir zifiri karanlığa gömülüyordu. Öyle bir ışıktı ki, birkaç saniye tüm odanın içi en ince ayrıntısıyla aydınlanıyor sonra zifiri karanlığa gömülüyor. Bitecek sanıyorsun bitmiyor...

Sarsıntı... O kadar tanımlaması korkunç bir olay ki yatağın üstünde bile sabit duramıyorsunuz. Avize tavanda tam tur dönüyor sonra tavana çarpıyor çarpıyor sonra yine dönmeye başlıyor. Sarsıntı duracak sanıyorsun durmuyor... 

Beyaz eşyalar rüzgarın önüne kattığı kağıt gibiydi, yağmur gibi yağan mutfak dolaplarının içindeki tabaklar, tüm eşyalar, duvarlardan ve tavandan üzerimize dökülen o sıvalar... Çökecek sanıyorsun çökmüyor...

Bina bir sağa sola bir öne arkaya sallıyor sonra halka çiziyor resmen içinde bizi çalkalıyor. Binadan gelen o çatırdama sesleri... Elinden hiçbir şey gelmiyor. Saniyeler git gide uzuyor ama asla o sarsıntı durmuyor o sesler dinmiyor.

En son kendini o kadar çaresiz hissediyorsun ki, bina yıkılacaksa yıkılsın da yeter ki sesler sussun bu sarsıntı dursun diyorsun. Meğer ben o güne kadar hiç çaresiz kalmamışım ki, sadece öyle olduğunu zannetmişim. 

Çok uzun sürdü. Bana saatler kadar uzun gelen kaç saniye olmuştu bilmiyorum ama artık o depremi yaşıyor olduğumuzu inkar etmeyi bırakarak sonun geldiğini kabullendiğimde deprem sonlara doğru şiddetini az da olsa azaltarak durdu.

Şoktaydık. Ne kadar hızlı davransak da montlarımızı ve botlarımızı giyip kedimiz Çakıl'ı arayıp bulmak altı dakikayı buldu. Tam dış kapıdan çıkacaktık ki yeni bir sarsıntı başladı ve çok şükür ki o kısa sürdü. Bina yedi katlıydı ve biz dördüncü kattaydık. Merdivenlere dökülmüş olan duvar parçaları, bu nasıl birşeydi bilmiyorum ama o basamaklar bir türlü bitmek bilmedi, binanın duvarı ayrılmıştı ikinci katta fark ettim.

Ve nihayet dışarı çıktığımızda yüzüme öyle bir soğuk çarptı ki, işte o an ikinci kez doğduğumu hissettim ve kurtulduk diye bağırdım... Öyle bir kar yağıyordu ki montumun şapkasını kafama geçirmedim çünkü o kar taneleri buz gibi yüzüme çarparken beni ıslatırken bana yaşadığımı hissettiriyordu.

Ama dışarısı öyle bi kıyamet yeri gibiydi ki, bir an kurtulmamızın verdiği sevinçten utandım. Şükürler olsun biz kurtulmuştuk ama herkes öyle değildi gördüğümüz manzara bunu size gösteriyor kendi adınıza sevincinizden dolayı sizi utandırıyordu.

Bir binada yangın çıkmıştı alevleri karanlığa yayılıp o yoğun dumanı gökyüzüne yükseliyordu, ağlayan insanlar, o soğukta o yağan karda ne sırtında mont ne ayağında ayakkabı yalın ayak kendini dışarı atanlar, tam karşımız tıp fakültesiydi ve arka arkaya siren çalarak hastaneye giren ambulanslar, korna sesleri, kimisinden tek parça düşmezken kiminin bir tarafı uçmuş olan binalar, kar ve buz gibi bir soğuk... Biz o an bilmiyorduk ama şehrin üstü gökyüzüne doğru bembeyaz kaplanmıştı, meğer enkazlardan yükselen tozlarmış.   

Herkesin gözünde dehşet bir korku, telefonlar çekmiyor, internet yok ara ara bağlansan bile depremin net olarak nerede olduğuna dair bir bilgi yok, ülke ne halde bilgin yok! Kahramanmaraş merkezden yaşadığımız ilçeye gitmek istiyoruz yollar kilitlenmiş ulaşım yok. Hava aydınlanmaya başlarken yavaş yavaş haberlerde netlik kazanmaya başlamıştı. Depremin merkezi o gece olduğumuz yerdi ve Allah'a şükürler olsun ki biz oradan çıkmıştık. Ama maalesef yavaş yavaş gelen haberlerle felaketin büyüklüğünü de anlamaya başlamıştık.   

Öğleden sonra asıl yaşadığımız yere, Kahramanmaraş'a yarım saatlik mesafedeki ilçeye nihayet ancak ulaşmıştık. Amacımız eve çıkıp üzerimizi değiştirmekti, sırılsıklam olmuştuk. Birkaç dakika içinde eve çıkacaktık ki, ikinci büyük deprem oldu bu defa merkezde değildik ama depremin merkezine yakındık.  

Bu defa açık alanda yakalandık, ayağımızın altından yer öyle bir vuruyor, öyle bir sallıyor ki ayakta kalmak imkansız. İkinci defa insanların çaresiz çığlıkları, sarsıntıyla devreye giren arabaların alarmları, beşik gibi sallanan binaların patlayan camları... Eve çıkmak artık imkansız, buz gibi bir ayaz, diz kapağımıza kadar kar. 

Yakınlarımızla birlikte tek bir noktaya toplandık. Hiçbir yerde marketler açık değil, şehirden çıkmak daha doğrusu sürekli deprem olduğu için kaçmak istiyorsunuz ama yollar kapalı, araca alabileceğiniz yakıt yok, diğer şehirlerden yardıma gelen ekipler ve insanlardan dolayı şehirler arası yollar tıkanmış. Açlık asla ama asla aklınıza gelmiyor ama susuzluk mahvetti bizi. Neyse ki kar vardı da onu eritip içtik. 

İki gün araçta kaldık ve yollar açıldığında o şehri terk ettik. Ve evimizi ise henüz bir ay önce taşıdık. İnanın bunları yazmak o kadar zordu ki şimdi bile sanki o yaşadığım güne döndürüyor beni. Son bir aydır geceleri uyuyorum, tam iki ay hava aydınlanmadan uyuyamadım. 

Bu gece bunları buraya yazmamın tek bir nedeni var; hayatta o uğruna üzülüp gözyaşı döktüğümüz hiçbir şey gerçekten ama gerçekten de hiç önemli değilmiş! Ne zaman karamsarlığa düşersem bu bölümü açıp bu satırları okuyacak ve yaşadıklarımı hatırlatacağım kendime. 

Dünya sonsuzluğa uzanacak kadar büyük bir evren, tek bir gökyüzü var ama bizim aslında bu evrende birden fazla penceremiz var. Birinin manzarası güzel değilse başka pencereyi açabiliriz arkadaşlar. Nefes alabileceğimiz bir penceremiz varsa umut her zaman her yerde var. 

Yaşadıklarım ve gördüklerim o kadar ağırdı ki psikolojik olarak berbat bir durumdaydım. Yazmayı bırak yemek yemeyi bile canım istemiyordu. Her şey çok fazla anlamsız gereksiz geliyordu. Ama artık şükür ki iyiyim ve buralara dönüyorum. Kelimeler yine anlam kazanmaya başladı, kafamdaki o dünya tekrar dönmeye başladı ve ben ait olduğum o dünyamı da karakterlerimi de çok özledim.         

Yaşadığım o günü yazmak çok zordu. Birkaç defa yazmaya yeltendim ama tetiklenince vazgeçmiştim. Çünkü düşünmek bile bana yine o anları yaşatmaya başlıyordu. Fakat hayat devam ediyor ve artık toparlandım, bir de şu var ki; ben kurgularımla iyileşiyorum.  

Son bir şey; ilginç olan ne biliyor musunuz? O gün depreme yakalandığımız ev çok içimize sinmemişti ve geçici diyerek kiralamıştık. Aslında daha merkezde, şimdi deprem ile dümdüz olan semtlerden tutmak istemiştik evi. Ama hep bir engel çıktı ve o depremle yerle bir olan binaların olduğu çevredeki evler olmadı. Şükürler olsun ki Allah korudu.

Yani hem size hem kendime söyleyeceğim en önemli şey; hayat kısa arkadaşlar! Bir saniye sonramızın garantisi yok, sevdiklerimizin ve kendimizin değerini bilelim. Dilerim ki hayatı en güzel şekilde dolu dolu yaşayabilmeyi hepimiz başarabiliriz.  

Artık dönüyorum, hem kendime hem de buralarda kelimelerimle kafamdaki dönen dünyama. Görüşürüz, şimdilik hoşça kalın :) Ve lütfen hayatın ve kendinizin değerini bilerek yaşayın...

Sevgilerle, Gül A.

 

DÖNENCEHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin