Ne olduğunu anlamadan attığım çığlıkla kendimi havuzda bulduğumda sesim de suyun altına karışırken kaybolarak yarıda kesilmişti. Burnumdan dolan su genzimi yakarken bedenimi yukarı doğru iterek başımı su yüzüne çıkardığımda nefes nefeseydim.
"Ne yapıyorsun!" diye çıkıştım. Gözleri hınzırlıkla parlayan Egemen arsız bir çocuk gibi gülümseyerek, "Yara izlerimi görmeye çalışıyordun," dedi tek kaşını kaldırarak. "Al işte daha yakından incelemen için sana fırsat."
Elimi suya sertçe vurarak, "Bu kadar düşünmeseydin keşke!" dedim ve çıkmak için havuzun kenarına doğru yüzerken, bugün hiçbir davranışına kısıtlama koymamaya kararlı gibi olan Egemen, "Dur bakalım çaylak!" diyerek suyun içinde birden öne doğru atılıp beni kolumdan yakaladı.
Şu an sergilediği davranışlarına anlam veremiyordum. Hayretle, "Ne yapıyorsun Egemen?" diye bağırdım, sesim koca salonda yankılanmıştı. "Bırak kolumu, çocuklaştın iyice!"
Kolumu Egemen'in kerpeten gibi sıktığı parmaklarından kurtarmak istesem de başaramayınca, "Şu halime bak sırılsıklam oldum!" diye kızdım.
Şu an yaşadığı şeyden başka her şeyi önemsizleştiren Egemen umursamazca, "Ne mızmızlandın ama kızım ya! Hastane binasından çıkınca bakıp giyecek bir şeyler alırız," dedi. "Hem okulda sen de bana yapışıp çekmiştin havuza. Ödeştik."
Gözlerim irileşerek açılırken şaşkınlıkla, "Ne!" diye bağırdım. "Hafızanı tazele istersen. Hatırlatırım ki; okuldayken sen bana çarpmıştın ve ben de düşerken yalnızca refleks olarak senin tişörtüne tutunmuştum."
Hoşnut bir ifadeyle sırıtmaya devam ederken gözlerini kısarak, "Ne fark eder, sonuçta ödeştik öyle değil mi?" dedi. "Zaten beni havuza bu şekilde çekmek senin cesaretinin sınırlarını epey zorlar."
"Zamanı gelince bu söylediklerini yaşarken bulacaksın kendini Egemen. Şu an bu konunun üzerinde durmayacağım," diye gözdağı verdim.
Bakışlarım tekrar Egemen'in omzundan göğsüne uzanan izlerin ağına takıldığında, kendimi suçlu hissederek yutkundum. "Patlamada yaralandığın yer burası değil mi?" diye sordum, dokunmadan sadece parmağımla işaret etmiştim.
Egemen bir şey söylemeden sadece başını evet anlamında yavaşça salladı. Okulda pansuman yaptığım gece kanadığı için omzunda kurşunun bıraktığı hasarı net bir şekilde görememiştim ama şimdi iyileşen yaranın, omzunun üst köşesinden kalbine doğru inen dikiş izlerini rahatlıkla görebiliyordum.
Ten renginden daha da açık renkte olup beyaz bir yolu andıran, çizgi şeklinde birbiri ardına atılmış dikişlerin izi benim omzumdaki yara izinden daha uzundu.
Derin bir nefes alıp vererek, "Benim yaramdan daha büyük yara almışsın," dedim ve birkaç saniye sonra, "manevi yaramla kıyaslanamaz ama ciddi izler taşıyorsun," diyerek dikkatle beni dinleyen kişinin gözlerine baktım.
Kirli sakalları daha da uzamıştı. Gözlerindeki güzelliğin beni dibe çeken derinliğinden bazen korkuyordum.
Egemen yine bir şey söylemedi. İkimizin de az önceki neşesinden eser kalmamıştı. Kana bulanmış yaraların ardından kalan izler, yaşanan acıların sahiplerini gölge gibi takip edecek ve sonsuza dek oradaki varlıklarını hatırlatacaklardı.
İzler asla geçmiş zamana zincirlenemeyecek yaşanmış acı anıların tutsağıdır. İnsanoğlu bedenindeki yarasının kapandığını ve iyileştiğini zannederken, anılar asla kabuk bağlamayacaktı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
DÖNENCE
Teen FictionBir yılda iki farklı yaşam tatmıştım. İki farklı hayat dokunmuştu ruhuma. Ben buna bir isim vermiştim; Dönence. Birinin sonu vasiyet gibi diğerinin başlangıcını garantiye almıştı. Yaşam başlar ve biterdi. Benim yaşamım ise biterken başlamıştı. Tük...