dokuz

715 69 26
                                    


Bugün Hoseok Hyung'un doğum günüydü. Jimin bugünü zaten haftalar öncesinden planlamış, geçen hafta da bu planını bana anlatmıştı. Her şeyi düşündüğü bu planda, bana sadece onun isteklerine uygun şekilde hareket etmek ve sorun çıkarmamak gibi sorumluluklar yüklenmişti. Şimdiye kadar bir sorun yoktu, sorumluluklarımı layığıyla yerine getirmiştim.

Normalde işimizin olmadığı bu günde erkenden stüdyoya gelmemizin asıl nedeni de bu plan için son hazırlıkları yapmak ve gelecek olanları karşılamaktı. Ancak benim aklım tamamen başka bir yerdeydi.

Geçen hafta, o sokakta Taehyung'u gördüğümden beri kendimde değildim. Uyuyor, uyanıyor, nefes alıyor ve yemek yiyordum ama yaşadığımı hissetmiyordum.

Her sabah yürüdüğüm yol uzuyor, her zaman yaptığım iş beni bunaltıyor, uykusuz gecelerim bir türlü sabah olmuyordu.

Yeniden oluyordu işte.

Bir yıl önce beni arkasında bırakıp gittiği o gecenin ardından nasıl tökezlediysem hayatımda, aynı şekilde tökezliyordum. Düşmüyordum ama öylece ilerleyemiyordum da.

İçimde, asla dolduramayacağım bir boşluk olarak tanımladığım o kara delik daha da büyümüştü.

Onu bir daha göremeyeceğimi düşündüm hep. İhtimallerin aklımı kurcaladığı gecelerde "Belki başka bir hayatta, başka bir şekilde..." diye ümit ederek uykuya hapsederdim kendimi. Hep buna inandığım için, bu yaşamımda beni ardında bıraktığını kabullendiğim için hissiz bir adam olarak yaşamaya başlamış ve buna alıştığımı düşünmüştüm.

Yanılmışım. Bunu, yarım akıllı dünyamın, onun sokağı adımlayan sakin adımlarının altında ezildiğini hissederken, eve dönüş yolunda kalabalıklar arasında annesini kaybetmiş bir çocuk gibi hıçkırarak ağlarken daha iyi anladım.

"Ne düşünüyorsun?"

Jimin'in sorusu ile irkilerek kendime gelmiştim. Bir anda gelen soru karşısında ne diyeceğimi bilemeden durdum. Çünkü Jimin'e bu konuda bir şey anlatmamıştım. Sadece Jimin'e değil hiç kimseye hiçbir şeyi anlatmamıştım. Kendim bile kabullenemiyordum Taehyung'un bir yılın sonunda döndüğünü.

Omuz silkip geçiştirmek istedim. Ama bunu bir cevap olarak kabul etmeyen Jimin'in gözlerini üzerime dikmiş olduğunu ona bakmasam da hissedebiliyordum. Ona bakmazsam bir cevap beklediğini farkettiğimi anlamaz düşüncesi ile telefonumu karıştırmaya başladım. Tekrar konuşmaya başladı.

"Aslında.." dedikten sonra derin bir iç çekti. Bir an duraksadı. Sonra hafif titreyen sesiyle, daha sakin bir şekilde konuşmaya devam etti. "Seninle konuşmak istediğim önemli bir konu var ama..." Yine duraksadı. "Bunu yapmam doğru mu ya da bu konuşma için doğru zaman mı bilemiyorum. Sanırım biraz geç kaldım..."

Cümlesini bitirmesinin üzerine önce yüzümü çevirip yüzüne baktım. Stresli görünüyordu. Bunu sürekli parmaklarıyla oynayıp, dudaklarını dişlemesinden anlamıştım. Gözlerini bakışlarımdan kaçırıp duruyordu.

"Sorun ne?" Endişelenmiştim. Jimin'i kolay kolay böyle karamsar görmediğim için ne yapacağımı da bilememiştim. Yavaş adımlarla yanına ulaşıp, tek elimle onun iki küçük elini tuttum. "Gözlerime baksana Jimin. Neden böylesin? Ne oldu sana?"

Jimin'i en az onun beni önemsediği kadar önemsiyordum. Sadece bunu gösterme yöntemlerimiz birbirinden farklıydı. Ama ben kendi sorunlarım yüzünden son zamanlarda onu sık sık ihmal ettiğimi biliyordum. Yani farklı yollarla da olsa ona hakettiği alakayı gösterememiştim. Bu kırgın halinin sorumlusu gibi hissettim birden bire. Sanırım onu böyle kıran, bir türlü üstesinden gelemediğim ilgisizliğimdi. Bunu farkedince kendime kızdım ama belli ki geç kalmıştım.

Daydream : TaekookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin