-Anlamak ve düşünmek. Bu ikisinin insana dünya hayatında verilmiş en büyük cezalar olduğunu düşünüyordum. Ne kadar dile getirilmese de bana karşı yapılan her hareketin manasını anlayabiliyordum ve düşünmeden de edemiyordum. Hatta bazılarını biraz fazla düşündüğüm, sorguladığım bile oluyordu. Tıpkı şuanda da olduğu gibi.
Hafıza da bir lanetti mesela, bir kısmını kaybetmeden önce. Hatırlamak gerçekten bazen çok zor olabiliyordu ancak hiçbir şeyi doğru dürüst hatırlayamamak daha beterdi. Özellikle de kalbinin üstünde o anılara sahip biri tüm ağırlığı ile seni dibe çekerken.
Şimdilerde ise yavaş yavaş aklıma yeniden doluşan anılarım bana işkence ediyordu. Tam alıştım, düşünmüyorum derken bir yenisi beliriyordu üzerindeki pustan kurtulup. Sanki tüm ışıkları sönmüş bir şehirdi aklım ve şimdi birileri o karanlıkta usulca gelip bir bir ışıkları yakıyordu. Ama tüm ışıklar yandığında göreceklerim beni fazlasıyla korkutuyor ve düşündürüyordu.
Tüm bunları düşünürken, bulunduğumuz mevkiden ötürü tedirgin olduğu için ağır ağır ilerleyen arabanın içerisinde kalmaya daha fazla dayanamayıp, taksiden gideceğim yerin biraz gerisinde indim. Etrafıma bakmadan ortalama bir hızla gideceğim eve doğru yürümeye başlamıştım.
Birkaç araba ve birkaç kişi dışında ortalıkta kimse görünmüyordu. Bazı evlerin içerisinden duman yükseliyordu. Muhtemelen içeride ateş yanıyordu. Bir şeyler içmek veya farklı işler için buralara gelen çok insan olduğunu duymuştum ve belli bir saatten sonra da burası oldukça soğuk olabiliyordu.
Yaklaştıkça adımlarım yavaşlamıştı. Yürürken içimden keşke boya alıp gelseydim diye geçirdim. Çiçeğimiz, özellikle de duvarların yer yer dökülmesi sebebiyle yıpranmıştı. Buraya hiç düşünmeden ve hesaplamadan gelmiştim. Bu yüzden de unutmam normal diye düşünüp "bir dahaki sefere onu yepyeni yapacağım" dedim kendi kendime.
Hava henüz etrafı net görebileceğim kadar aydınlıktı ancak muhtemelen yarım saat sonra öyle olmayacaktı. Etraftakilerden ateş yakmak için çakmak ya da kibrit isteyebilirim diye düşündüğüm için çalı çırpı toplayarak ilerliyordum. Ellerimdeki çalı çırpıyı girişteki duvarın dibinde bırakıp içeriye adımladım ancak gördüklerim daha attığım ilk adımla donup kalmama sebep olmuştu.
Çiçeğimizin üzeri siyah boyalarla rastgele şekilde çizilmiş ve mahvedilmişti. Bacaklarımın titrediğini ve soluğumun hızlandığı hissettiğimde dizlerimin üzerine çöktüm. Yanmaktan iki kor parçasına dönüşen gözlerim yaşları içeride tutmakta zorlanıyordu.
İnanamıyordum. Gördüğüm manzaraya inanamıyordum. Kalkıp ellerimle siyah boyaya dokundum. "Keşke" dedim kendi kendime, "keşke bu boyayı buradan parmaklarımla kazıyabilsem ama çiçeğimize zarar gelmese..." Düşüncelerimle birlikte ağlamaya da başlamıştım.
Taehyung'la aramızdaki durum da aynen bu duvar gibiydi işte. Kocaman bir sevgi çiçeğinin üzerini kapkara renklerle örtmüştük ama ben o renkleri kazımak istersem çiçeğimiz de zarar görürdü. Kısacası fark etmeyecekti, iki şekilde de zarar gören biz olacaktık.
Gözyaşlarım durmuyordu. Bunu kim neden yapmış olabilir diye düşünmekten kendimi alamazken aklıma ilk gelen de Taehyung olmuştu. Sarhoş birileri buralarda dolaşıp, içki içerken de bunu yapmış olabilirdi elbette ama insanların yanında hususi olarak siyah boya ile buraya gelip bu duvarı bulması büyük bir tesadüf olurdu. Burayı Taehyung ve ben dışında, bizlerden bilen biri de yoktu.
Bir yıldır sapasağlam duran çiçeğin ve duvarın tam da Taehyung'un döndüğü zaman bu hale gelmesi kesinlikle tesadüf değildi. Ama ben bunun hesabını soracaktım. Beni sevmiyor olabilirdi, istemiyor olabilirdi, nefret bile edebilirdi ama bunu yapmaya hakkı yoktu. En azından hiçbir şey bilmiyorken bu kadar acımasız davranması gerçekten bencilce ve çocukçaydı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Daydream : Taekook
FanfictionGeride bırakılan Jungkook için hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. "Bir hayalin içinde yaşıyorum Ve şimdi beni uyandırabilecek hiçbir şey yok." • 11.04.2020