•Hayatımın en dehşet verici uyanışı ile ayılmıştım. Bir yıllık bir uykunun ardından haliyle artık yabancısı olduğum, hatta tek tük hatırladığım ama inatla bana ait olduğu söylenen bir hayata gözlerimi açmıştım. Bildiklerimin ne kadarının gerçekten hayatımın bir parçası olduğunu ne kadarının kafamın içindeki dramalardan biri olduğunu bilmiyordum.
Seokjin Hyung karşımdaki koltukta oturmuş dikkatlice beni izliyordu. Ben ise hala olanları sindirmeye çalışmakla delirmek arasında gidip geliyordum. Tanrı aşkına bu nasıl mümkün olabilirdi? Tüm yaşadıklarım nasıl sadece bir rüyadan ibaret olabilirdi? Taehyung'un kokusunu hala burnumda hissediyordum. Bunun mantıklı bir açıklaması var mıydı?
"Jungkook, lütfen kendi kendine bir şeyleri çözmeye çalışmayı bırak artık."
Karşımda konuşan kişinin Seokjin Hyung olduğunu bilmeme rağmen bir yabancı beni izliyormuş gibi hissediyordum.
"Benimle hiç konuşmayacak mısın?" Bunu sorarken sesinde tuhaf bir hüzün hissettim. Şuan üzülmesi gereken o muydu gerçekten? Yoksa bildiği ve inandığı hayat, sahip olduğu hayattan oldukça farklı olan ben mi?
"Ne söylememi istiyorsun?"
Aklıma kalabalıkların arasından kolumu yakalayıp elime bir sigara tutuşturduğu o andaki yüzü geldi. Bunun sadece kafamın içinde olduğunu hatırlattım tekrar kendime ama olmuyordu. Bir türlü sorgusuz sualsiz kabul edemiyordum. Her şey gayet açık ve ortadaydı aslında, olanları kabul etmeme gibi bir tercihim yoktu. Ama ben yine de direniyordum; neye veya kime karşı olduğunu bilmeden savaşıyordum aklımdakilerle.
"Söylemenden çok sormanı bekledim ama onu bile yapmıyorsun." Yanlış bir şey söylememek için kelimelerini toparlarken duraksayıp hazır hissettiğinde devam etti. "Merak etmiyor musun bunca zamandır neler olduğunu?"
Hızla bakışlarımı gözlerine diktiğimde bu cümleyi kurmak için durup özenle seçtiği kelimelerin yersiz olduğunu o da anlamıştı. Çünkü merak, yaşadıklarıma karşı hissettiklerim arasında, sonucu beni en çok yaralayacak olandı.
Daha çok korkuyordum. Duyacaklarımdan, öğreneceklerimden, bilmediğim ama sahip olduğum bu hayatın kafamın içindekinden daha kötü olmasından korkuyordum ama bunu ona hiç söylemedim.
"Ne sormam gerektiğini bile bilmiyorum. Kendi hayatımda bir acemi gibiyim sadece." Seokjin Hyung söylediklerimi dinledikten sonra derin bir nefes alıp ayaklandı. Yavaş ama uzun adımlarla yatağımın yanına gelip, uç kısıma hafifçe yerleşti.
"Jungkook, anlat bana."
Sesi, nasıl denir, huzurluydu. O an bana huzur neye benziyor diye sorsalar Seokjin Hyung'u dinlemeleri gerektiğini söylerdim. Söyledikleri, yıldızlı bir gecede insanın yüzünü yalayıp geçen ılık bir rüzgar gibi nazik ama etkiliydi.
"Neden sinirlisin? Neye kızgınsın bu kadar? Yaşadığın şoku anlayamam elbette ama sen yeniden hayat bulmuş gibi değil de elindekini kaybetmiş ya da birileri canına kast etmiş gibi yaralı ve hırçınsın. Kimseyi yanına, yarana yaklaştırmıyorsun. Bırak da yardım edeyim sana, yaralarını beraber saralım, olmaz mı?"
Sesinden dökülen her bir kelime gözümde bir yaş haline gelip yanaklarımdan süzülürken, çaresiz bir kabullenişin beni sarmaladığını hissettim.
Zaten başka seçeneğim de yoktu. Uzun zamandır yabancısı olduğum bu hayat benimdi ve Seokjin Hyung yanımdaysa, bu hayat yaşanması için bir şans verilmesini hak ediyor demekti.
O sırada yaklaşıp gözyaşlarımı silmek isteyen titrek parmaklara izin verdim. Ardından bana göre kısa diğer insanlara göre ne kadar olduğunu bilmediğim bir süre boyunca Seokjin Hyung'un göğsüne saklanıp ağladım. Sonrasında yaşadığım bu duygu karmaşasının ve ironik bir şekilde, uzun bir uykunun verdiği yorgunlukla mayıştığımı hissettim. Bir yılın ardından ilk defa normal bir uykuya dalacağımı düşününce ürpermiştim ama aldırmadım.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Daydream : Taekook
FanfictionGeride bırakılan Jungkook için hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. "Bir hayalin içinde yaşıyorum Ve şimdi beni uyandırabilecek hiçbir şey yok." • 11.04.2020