on iki

627 63 60
                                        



İnsanlar hep disiplinli ve istekli olmanın her alanda başarı getireceğini düşünürler. Hatta bir işe kalkışıyorsan sonunu getirmelisin, sonunu getiremeyeceğin bir işe de bulaşmamalısın derler çoğunlukla. Başarmaktaki en önemli adım istemektir, hep 'bir şeyi yeterince istersen olur' mantığı hakimdir düşüncelere. Ama bu insanların bilmedikleri bir şey vardı, konu duygulara geldiğinde her şey tam tersi olabiliyordu. Kalkıştığınız iş birini sevmekse bu sizin sonunuzu getirebiliyor ya da sevdiğiniz insan sizi yarım bırakabiliyordu. Bunlardan kimse bahsetmiyordu tabi ama ben çok iyi biliyordum; en kötüsü insanın yarım kalmasıydı.

Biliyordum çünkü ben de bundan bir yıl önce Taehyung'u yarım bırakmıştım. İşte şimdi tam bir yıl sonra da o geri dönmüş, benim sonumu getirmek istiyordu. Benim başlattığım işi o bitiriyordu. Aslında haketmiştim bunu, sevildiği gibi sevmeyi bir türlü beceremeyen korkak herifin tekiydim. Bu yüzden artık beni sevmiyor olmasından şikayet edecek değildim. Ancak, en azından beni bir kez dinlemesini, anlamaya çalışmasını isterdim. Yapmadı.

Bu düşüncelerin kaynağı bir rüya mı değil mi tam algılayamadan başımda keskin bir ağrı hissettim. Acıyla gözlerimi açtığımda bir hastane odasında yalnızdım. Tam yattığım yatağın üzerinde yanan parlak beyaz ışığın etkisi ile gözlerimi açtığım gibi geri kapadım. Neden burada olduğumu hatırlamak için kendimi zorladım ama yapamadım. En son Taehyung'un bir arabaya binerek uzaklaştığına şahit olmuştum ve şimdi de buradaydım. Arada geçen zaman ve olaylar kayıptı. Neler olduğunu, neden bir hastane odasında yalnız olduğumu hatırlayamıyordum.

Kendimi epey bir zorlayarak yerimde doğruldum. Başım sanki boynumun üzerinden kopup düşecekmiş gibi acıdığında, refleksle elimi alnıma götürerek başımı tuttum. Dişlerimin arasından hatrı sayılır yükseklikte bir inleme kaçırmıştım. Hatta buna ufak bir çığlık demek de mümkündü.

Bunun üzerine odanın kapısı hızla açıldı. Karşımdaki bir hışımla içeri giren Seokjin Hyung'dan başkası değildi. Demek ki burada yalnız olduğumu düşünürken yanılmıştım. Sadece bulunduğum odada yalnızdım. Muhtemelen telefonumdan Seokjin Hyung'un numarasını bulup, buraya gelmesi için onu aramışlardı. Seokjin Hyung buradaysa muhtemelen diğerleri de buradaydı.

Hiçbir şey söylemeden önce bana sımsıkı sarıldı. Uzun zamandır görüşmemişiz gibi içten ve sıkıydı sarılışı. Sadece sevgiyle değil de sanki ellerinden kurtulup, kaçıp gidecekmişim gibi korku ve aceleyle kucaklıyordu beni. Ama anlayamadığım bir şekilde sarılmasının etkisiyle bütün vücudum sızlamıştı. Aynı başımda hissettiğim acıda olduğu gibi inledim istemsizce. Seokjin Hyung da kollarımın etrafına sardığı kollarını çekti birden, telaşlanmıştı.

"Canını mı yaktım? Özür dilerim. Ben... Çok acıdı mı?" Yakmıştı ama ben yine de öyle demek istemedim.

"Hayır hayır. İyiyim ben." Konuşmaya başladığımda, sesim uzun süre uyumuş olmamın etkisi ile çatlamıştı. "Neden buradayım? Seninle beraber diğerleri de burada mı?"

Sürekli diğerleri diyordum, yüzleri gözümün önündeydi ama isimlerini söylemek istediğimde bir türlü hatırlayamıyordum. Ben hatırlamaya çalıştıkça başımdaki ağrı veya acı her neyse o daha da şiddetli bir hal alıyordu. Bir yandan korkmaya da başlamıştım. Bir anda hem büyük bir acıyla hem de bu hatırlayamama durumu ile bir hastane odasında uyanmam beni bir nebze korkutmuştu. Günlerden neydi? Ne zamandır buradaydım? Bunları bile hatırlayamıyordum.

"Jungkook..." İsmimi söylerken seslenir gibi değil de iç geçirir gibiydi. Gözleri dolmuştu. "Çok korktum." Yeniden kollarını etrafıma sarmıştı ama bu seferki ilkine göre daha hafif bir kucaklamaydı. Aynı anda ağlamaya da devam ediyordu ve bu durum iyice canımı sıkmaya başlamıştı.

Daydream : TaekookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin