on altı

519 54 33
                                    


Anılar.

Kaybedilebilecek şeyler midir bir anda? Bir kez unuttuğunuz zaman bir daha hatırlayamayacağınız, benzerini yaşadığınızda tekrarını yaşıyormuş gibi hissedemeyeceğimiz kadar yitirebilir miyiz hatıralarımızı? İnsanın kendisini bu denli kaybetmesi mümkün müdür?

Ben böyle olabileceğini hiç düşünmemiştim. Evime döndüğümde, hafızamın bu tanıdık ortam ile bir şekilde uyarılacağını ve anılarımın çok yavaş da olsa geri döneceğini umuyordum. Ama eve attığım ilk adımın ardından gerçekten de o eve ilk kez geliyormuş gibi hissedişim, hatıralarımı geri kazanacağıma olan inancımı bir parça zedelemişti. Kalbim kırılmıştı, kendi hatıralarıma küsmüştüm ama onların bundan haberi bile yoktu.

"Buraya dair bir şey hatırlıyor musun?" Seokjin Hyung, ikimiz için de güzel kokulu birer bitki çayı hazırlayıp geldiğinde sormuştu bunu. İç çekişimi kamufle edebilmek için elimdeki çayın kokusunu içime çektikten sonra içilebilecek kadar soğumasını beklemek adına bardağı önümdeki masanın üzerine yavaşça bıraktım. Bardak ile oyalandığım kısa sürede, gerçek ve açıklayıcı bir cevap verebilmek için düşüncelerimi toparlamaya çalışıyordum.

"Sanırım hayır." Kısa bir dalgınlığın ardından verebildiğim bu iki kelimelik cevabın Seokjin Hyung için yeterince açıklayıcı olmadığı kesindi ama en azından gerçekti. Ama o buna pek takılmamış gibi görünüyordu. Biraz daha düşününce aslında başından beri buna, yani yaşadığım bu kısmen unutkanlığa takılmadığını, benim kadar şaşırmadığını farkettim. Ben böyle düşünürken aramızda oluşan birkaç dakikalık sessizliği bozan Seokjin Hyung olmuştu.

"Jungkook..." Derin ve büyük bir nefes alıp verdikten sonra biraz daha rahatlamış gibiydi. "Süreç hakkında hiçbir şey sormadın. Hastane veya koma süreci yani. Sana anlattıklarım dışında bir şey bilmiyorsun. Merak mı etmiyorsun yoksa sormaya mı korkuyorsun?" 

"Dürüst olursam, her ikisi de." Bu defa düşünmeden cevap vermiştim ama verdiğim cevap içimden geçenleri gerçekten de tamamen açıklayabilecek en kısa ve net cevaptı. Bir yanım merak etmiyor, neyse ne diyordu diğer yanım deli gibi merak ediyor ancak sonunda duyacaklarından korkuyordu.

Aslında rüyalardan yani kafamın içindekilerden bahsetmeme sebebim de hemen hemen bununla aynıydı; korku.

Kendi hayatımda bilinçsizdim. Bu nedenle de bana karşı söylenebilecek her şeye karşı savunmasızdım. Seokjin Hyung'un bana anlattıklarını kabul etmek zorundaydım. Hatıralarımın yarısı silik, diğer yarısı ise muammaydı. Aklımdakilerin ne kadarının gerçeği yansıttığını bilemeyecek kadar çaresiz bir durumdaydım.

Bu durumda iki seçeneğim vardı ya öylece durup hafızamın günden güne güçlenmesini bekleyecektim ya da Seokjin Hyung ile hatırladıklarımı paylaşıp bendeki hatıraları gerçekleri ile takas edecektim.

Düşününce, gerçekleri bilmek istediğimden bile emin değildim. Kendi hikayelerime inanmak istiyordum bir süre daha. Taehyung'un çilek kokusu, Seokjin Hyung ile yaptığımız kahvaltılar, Jimin ve Hoseok Hyung ile stüdyoda geçirdiğimiz keyifli zamanlar... Her biri gerçekler için kurban edilemeyecek kadar güzeldi içimde.

"Biraz uyumaya ne dersin? Dinlendiğinde her şeyi daha detaylı konuşuruz." Seokjin Hyung'un önerisiyle oturduğum yerde doğruldum. Önümde ancak bir iki yudum alabildiğim, içilmeyi beklerken bardakta soğumuş olan çaya baktım.

"Bana benzedi." dedim birden ve karşımdakine çevirdim gözlerimi. "Soğuk, yarım... Üstelik yeniden ısıtmaya kalksan bile bir anlamı yok, buna değmez. Lavaboya dök ve kurtul. Yeniden aynı tadı vermeyecek çünkü."

Daydream : TaekookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin