on sekiz

471 53 17
                                        



Bazı insanlar kalbiniz tarafından öğrenilmiştir. Onlara yeniden aynı şekilde bağlanabilmek, onlarla aynı yakınlığa ulaşabilmek için hatıralarınıza ya da belli anılarınıza ihtiyacınız olmaz. Bu insanları kaybolsanız da yanınızda taşırsınız. Hatta bu insanlar, yeniden yolunuzu bulmanızda en büyük destekçileriniz olur. Onlara dair hisleriniz hafızanızda değil daima kalbinizdedir.

Park Jimin de benim kalbimin insanlarından biriydi. Onu gördüğüm an hissettiklerim, sarılışımız ve konuşmalarımız arasında hiç mesafe olmayışı da bunun kanıtıydı. Sanki daha bir hafta önce havadan sudan laflamış, sonrasında tekrar görüşmek üzere sözleşip günlük hayatlarımıza devam etmiştik.

Onun bu tanıdık samimiyetini uykumda bile özlediğime yemin edebilirdim. Ama bunu ne kendime ne de ona mantıklı sebeplerle açıklayabilecek imkanım yoktu. Sadece biliyordum işte; komada bile Park Jimin'in dostluğunun verdiği sıcacık hissi özlemiştim.

Yaşananlar ne kadar dehşet verici olsa da şuan üçümüz arasında hissedilen şey en iyi tanımı ile dile getirecek olursam, normaldi. Onların yanında kendimi normal hissediyordum. Sanki bütün o karışıklık yok oluyor, kayıp hatıralarım ve kaybettiğim zamanım bana geri veriliyordu onlarla olduğum her anın karşılığında.

"Sana söylemem gereken bir şey daha var." Jimin istekli ve heyecanlı sesini gizlemeye çalışmadan yüzünde büyük bir gülümseme ile doğrudan gözlerime bakıyordu.

Yaklaşık bir saattir birlikte oturmuş, konuşmuş, kaybettiğimiz zamanı telafi etmek ister gibi heyecanla birçok şeyden bahsetmiştik. Jimin şehir dışındaki yeni hayatından, çalıştığı ajanstan, hatta son üç aydır bu ajansta modellik bile yaptığından bahsetmişti. İçimden bugüne kadar benim yüzümden ertelediği şeyleri yaşayabiliyor oluşuna karşılık buruk bir sevinç duyduğumu ona belli etmemiştim. Ama öyleydi; bu uzun uyku ona hayatını geri vermişti. Kendisini benden sorumlu ya da bana mecbur hissetmeden özgürce istediğini yapmıştı. Muhtemelen bunları ona söylesem çok üzülürdü ama içten içe bunun doğru olduğunu düşünmeden edemiyordum.

"Hey, Jungkook, sana diyorum. Hadi ama, bir parça bile merak etmiyor musun?" Jimin'in ikinci kez konuşması ile düşüncelerimden sıyrılıp onunkine karşılık kocaman gülümsedim.

"Etmez olur muyum, onu düşünüyordum hatta. Seni dinliyorum."

Karşımdaki daha da hevesli bir şekilde yerinde kıpırdanmaya başladı. Söze nasıl gireceğine bir türlü karar veremediği her halinden belliydi.

"Senin aramıza döndüğünün haberini aldıktan iki gün sonra eskiden çalıştığımız ajanslardan birini aradım. Bir görüşme ayarlamak için..."

Tam derin bir nefes almış konuşacakken elini kaldırıp beni susturarak ilk sefere nazaran sakin bir şekilde konuşmasına devam etti. 

"Bak, bunun için erken diyebilirsin ya da ne bileyim istemeyebilir, bana kızabilirsin ama elimden geleni yapmama izin vermelisin. İyileşmek sadece fiziksel bir eylem değil Jungkook, senin ruhunun ilacı ise bu stüdyo, yaptığın iş. Bu iş için ne kadar uğraştığını hatırla. Bambaşka bir hayat yaratmak istedin kendine, babanın mirasını reddettin bu iş için. Şimdi de yapabilirsin. Hem bu sefer sen hayatını daha iyi yapmak için uğraşmayacaksın, hayatın kaldığı yerden devam ederek seni iyi edecek. İnanıyorum Jungkook, eğer yeterince istersen eskisinden de iyi olabilirsin. Yapabilirsin bunu."

İtiraz etmeden önce durup düşündüm. Sadece bu düşünceler bile bana zor geliyor olsa da, Jimin söylediklerinde bir bakıma haklıydı. Öylece durup iyi olmayı beklemek, muhtemelen tüm bu olanların ardından kendime yapacağım en büyük kötülük olurdu. Zaten iyi olmayı sadece beklemek bir hataydı, çaba harcamadan bir karşılık almak hiçbir zaman, hiçbir şey için mümkün değildi. Düşmüştüm evet ve şimdi kalkmıştım da ama eğer yoluma devam etmezsem, düşerken aldığım yaraların da o yaralara inat yeniden ayağa kalkmamın da hiçbir anlamı olmayacaktı. Belki bir süre ruhumu peşimde sürüyerek yapacaktım bunu ama sonunda daha iyi olacaksam buna da katlanabilirdim.

Daydream : TaekookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin