otuz

364 40 34
                                    


"Çok karışığım. Bir yanım olabildiğince huzursuz ve yorgun. Diğer yanım mucizelere ve düşlerin gerçek olabileceğine halen inanıyor ve heyecanını koruyor. Bu iki yan arasında ben, eziliyorum."

Frida Kahlo

____________

Masanın etrafında karşılıklı oturmuş Seokjin Hyung ile birbirimize bakıyorduk. Onunla konuşmaya karar verdiğim akşamdan sonra uygun bir ortam yaratabilmek adına bu sabah kahvaltıya çağırmıştım. Ama masaya oturur oturmaz bütün o cesaretim içime kaçmıştı sanki. Karşı karşıya oturduğumuz andan beri konuşmayı unutmuş gibiydim. Ağzımdan gündelik bir sohbeti başlatabilecek bir kelime dahi çıkmıyordu. Nasılsın demeye bile dilim varmıyordu kısacası.

"Ee daha ne kadar böyle kaçamak bakışlarla süzeceksin beni?"

Elbette bu halimi görünce ilk lafa giren Seokjin Hyung olmuştu. Ne diyeceğimi yine bilemeyerek terleyen ellerimi pantolonuma silip ayaklandım.

"Bir dakika bekle..."

Hızlıca odama geçip dolabın önünde durdum. "Artık karar verdin Jungkook daha fazla düşünme." Bu saatten sonra vazgeçemeyeceğimi bilsem bile bir şekilde kendimi ikna ettiğime inanırsam, kendi içimde daha rahat hissederim diye düşünüyordum.

Büyük çekmeceyi açıp, saklarken çok da dikkat edemediğim ve sık sık dönüp okuduğum için sayfa uçları farklı yönlerde kıvrılmış, kabarmış defteri alıp odadan çıktım.

Defteri sıkıca göğsüme bastırıp kendi kendime zorlandığım bu anda içindekilere yaslandığımı hissettim. Bugüne kadar çok kez okumuş, düşünmüş, gülmüş ve birçok kez de ağlamıştım onunla. Ama artık içindekilerin bir sır olmaktan çıkması gerekiyordu.

Bu defterin içinde ne varsa kafamın da içindeydi ve her biri yalnızlığımı fırsat bilerek düşüncelerimi bir köşeye sıkıştırıyor, beni delirtiyordu.

Artık yalnız hissetmekten yorulmuştum. Bu konuda benim için hiç düşünmeden, tereddüt etmeden ve yargılamadan bir şeyler yapabilecek tek kişi de Seokjin Hyung'du. Bunu hep biliyordum ama o uzun uyku sürecinden sonra tamamen emin olmuştum; ben kendimi bıraksam da o beni bırakmazdı.

"Bu ne şimdi? Jungkook-" Anlamsız bakışlarla uzattığım defteri süzerken konuşan Seokjin Hyung'un sözünü aceleyle kestim.

"Her şey bunun içinde. Anlatmak isteyip anlatamadığım, inanmak isteyip inanamadığım, beni yarım bırakan, kalan yarımdan bile eksilten, kandığım, kandırıldığım ve bazen de kanmak istediğim... Her şey burada." Tereddütle defteri elimden aldıktan sonra sözüme devam ettim. "Anlatırken zorlanacağımı bildiğim için tuttum bu defteri. Okursan her şeyi anlayacaksın."

Yalandı. Yine unutmaktan, yarım kalmaktan korktuğum için tutmaya başlamıştım ama bunu söylemek istemedim. Dile getirsem de bir şeyi değiştirmeyecekti. "Bir şeyi değiştirmiyorsa her ayrıntı gereksizdir." diye düşünürken sessizce sandalyeme oturdum.

"Okuyayım mı yani? Şimdi mi?" Gözleri faltaşına dönerken ağzı şaşkınlıktan uzun bir süre açık kalmıştı. Bir yandan da endişeliydi. Belli ki içindekilerden o da korkuyordu.

"Evet, oku hyung. İstediğin zaman okuyabilirsin. Tek isteğim var bunun karşılığında, o da okuyacağın bu sahte anılarımın karşılığında bana gerçekleri vermen. O kadar..."

"Sahte anı mı? Neler dönüyor böyle? Jungkook, bak, sen gerçekten iyisin değil mi?" Endişesi katlanıyordu.

"Hyung, ben iyiyim sadece oku lütfen." Artık sabırsızdım, bir an önce ne olacaksa olsun ve bitsin istiyordum. Bu acelem de haliyle sesime yansımış olacak ki önündeki deftere bakan Seokjin Hyung iki elini teslim olur gibi havaya kaldırdı.

Daydream : TaekookHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin