•Bir parkta kaybolmuş küçük, savunmasız bir çocuk gibi hissediyordum kendimi. Etrafta diğer çocuklar oynamaya ve hayat sorunsuzmuş gibi akmaya devam ediyordu. Bense beni bulanların elinden tutmuş, beni korumalarını ve ailemi arayıp bulmalarını bekliyordum sanki. Kendimi güçsüz, muhtaç ve çaresiz hissediyordum. Bu hissi içimden nasıl söküp atacağıma dair en ufak bir fikrim yoktu.
Aslına bakılırsa uyandığım güne nazaran hafızam çok daha iyiydi. Kafamın içindeki bulanık görüntüler bir şekilde netleşiyordu. Ufak tefek ayrıntıları da yavaş yavaş hatırlamaya başlamıştım. Bazılarını Seokjin Hyung ile de paylaşıyordum onu bir parça mutlu edebilmek için. O da her seferinde parlak, umutlu gözlerini kocaman açarak "Daha iyi olacaksın." diyordu sürekli ama öyle olmuyordu.
Hafızam iyiydi ancak ben hatırladıkça kötüleşiyordum. Hatırladıklarımın bir kısmı bana hiç de iyi gelmiyordu.
Taburcu olmadan önce doktorun istediği tüm tetkikler yapılmış, sonuçlar oldukça iyi gelmişti. Doktorun yapılmasını istediği şeylerden geriye sadece bir psikolog ile görüşmek kalmıştı. Aslında bu benim için de iyi olur diye düşünüyordum ancak ne anlatacağımı, nasıl anlatacağımı bilemiyordum.
"O kısmı bana bırakın." demişti Seokjin Hyung doktora. Tanıdığı bir psikolog mu vardı? Muhtemelen evet ama ben tabi ki bunu da hatırlamıyordum. Üzerinde fazla düşünmek istemedim. Nasılsa bana bırakın dediyse hallederdi, ona güveniyordum. Gerçi Seokjin Hyung'a da güvenmezsem hayatımda güvenebilecek kimsem de kalmazdı ya, neyse... Böyle düşününce bir kez daha iyi ki ona sahibim dedim içimden.
"Bu akşam sizi evinize gönderebilirim o halde. Bay Jeon, sizce de uygun mu?"
Doktorun demek istediği şeyi anlamıştım. Bir sorunum ya da şikayetim olup olmadığını anlamak istiyordu. Henüz komadayken bazı şeyler gördüğümden ya da gördüğümü sandığımdan kimseye bahsetmemiştim, doktorum da buna dahildi. Tam taburcu olabileceğim sırada bunlardan bahsedip buradaki zamanımı uzatmak da istemiyordum. Bu nedenle anlayışla başımı sallayıp bir sorun olmadığını söyledim. Bir an önce evime dönmek istiyordum.
Evimi en son ne zaman gördüğümü, en son ne zaman kendi yatağımda uyuduğumu bile anımsayamazken, evime tarifi olmayan bir özlem duyuyor olmam garipti. Sanırım bana ve hayatıma dair tanıdık bir şeyler görecek olmanın çocuksu heyecanını yaşıyordum.
Uyandığım andan beri gördüğüm ve bana tanıdık gelen iki şey olmuştu sadece; Seokjin Hyung ve gökyüzü. Bunlar dışında hayatıma ait biri ya da bir şey yoktu bu hastanede. Telaşım ve burda kalmaya karşı korkum da buradan geliyordu.
Doktor çıktıktan sonra Seokjin Hyung ile yeniden başbaşa kaldık. Tetkikler, kontroller ve muayeneler derken doğru dürüst konuşamamıştık. Dün akşam o yemek almaya gittiğinde odamda gördüğüm adamdan da ona bahsedememiştim bu yüzden. Şuan konuşmak için en uygun zamandı.
"Seokjin Hyung, dün akşam sen gittiğinde buraya bir adam geldi. Genç bir adam." dedim birden. Ona konuşması için fırsat vermeden de devam ettim. "Ama doktorun odaya girmesiyle beraber çıkıp gitti. Kim olduğunu..." Bir an duraksadım. Bilmiyorum mu demeliydim yoksa hatırlamıyorum mu? Seokjin Hyung duraksadığımı anlayınca cümlemi bitirmemi beklemeden konuşmaya başladı.
"İlginç. Kimseyi beklemiyordum ben. Yanlış bir odaya gelmiş falan olabilir mi acaba?" Son söyledikleri kendi kendine konuşur gibiydi. Ben de anladım dercesine başımı salladım. Bu söylediği doğru olabilirdi elbette ama bana "Sonunda uyanmışsın Jungkook" demişti, yani beni tanıyan biriydi. Belki ben de onu tanıyordum hatta ama bunu şuan bilmem mümkün değildi. Konuyu burada daha fazla uzatmak istemedim. Telaşlanmasını istemiyordum ve bu konuyu başkalarının duymasını da.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Daydream : Taekook
FanfictionGeride bırakılan Jungkook için hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktı. "Bir hayalin içinde yaşıyorum Ve şimdi beni uyandırabilecek hiçbir şey yok." • 11.04.2020