Öyle bir yere geldik ki, hiçbir sokağın adı yok.☁️
Yalnız başına, yıldızların altında oturmak bir zevkti. Kimse yokken, karanlık gökyüzünün altında olmak daha da güzeldi. Yalnızdım. Yine uyuyamadığım bir geceydi. Balkona çıkmış, elimde kahvemle oturuyordum. Uyuyamamamın tek güzel yanı bu anı yaşamamdı belki de.
Kahvemden büyük bir yudum aldığım sırada telefonum çalmıştı. Saat sabah karşı 4'e geliyordu. Bu saatte kimse kimseyi aramızdı normal şartlarda. Arayanı görünce gülümsedim. Minik bebeğim beni özlemiş olmalıydı. Onu daha fazla bekletmemek adına hemen aramayı cevaplandırdım.
"Bebeğim?"
Karşıdan gelen burun çekme sesiyle kaşlarımı çattım.
"S-seokJin..."
"Ağlıyor musun sen?"
Endişeyle ayağa kalktım. Konuşurken sesi çatallıyordu.
"SeokJin iyisin değil mi?"
"Ben iyiyim, asıl sen iyi misin? Neden ağlıyorsun? Bir şey mi oldu Taehyung?"
Derin bir nefes verip ağlamaya devam etti. Endişeyle balkondan çıkıp odamdan ceketimi ve anahtarımı aldıktan sonra evden çıktım. Bir yandan da cevap vermesi adına Taehyung'a sesleniyordum.
"Taehyung cevap ver! Endişeleniyorum."
"SeokJin... Çok, çok kötü bir kabus gördüm."
Fazla hızlı olduğum için ağrıyan bacaklarıma tutunup soluklandım. "Kabus mu? O yüzden mi ağlıyorsun bebeğim?"
Burnunu çekip onaylarcasına mırıltılar çıkardı. Rahatlamıştım. Ona kötü bir şey olacağı düşüncesi beni bitiriyordu. En son MinAh'ın saçma oyununda bu kadar endişelenmiştim.
"Tamam sen şimdi tüm ışıkları aç, biraz da su iç ve beni bekle tamam mı? Hemen geleceğim."
"Gerçekten hemen gelecek misin?" Tatlı sesine bir de minik bir bebek gibi burun çekmesi eklenince kendimi sokağın ortasında yere atmamak için zor tuttum. Öyle tatlıydı ki sevimliliği karşısında kendimi kaybetmek üzereydim.
"Gerçekten hemen geleceğim bebeğim. Yola çıktım bile."
"Tamam o zaman bekliyorum seni." Telefonu kapatıp yapabildiğim kadar hızlıca koştum. Bacaklarım bana pek yardımcı olmasa da söz konusu benim minik ağlayan bebeğim olunca durum farklı oluyordu. Yaklaşık beş dakika sonra evi görüş açıma girmişti. Basamakları zar zor çıkıp kapıyı tıktıkladım. Taehyung sanki kapıda bekliyormuş gibi hızlıca açmıştı. Karşımda kırmızı gözleri, kırmızı burnu, ayılıkla pijamaları ve kucağında peluş ahtapot oyuncağıyla tam bir bebek gibi duruyordu. Öylesine tatlıydı ki kendimi oracıkta yere bırakacaktım.
Ahtapotunu kenara fırlatıp kollarını boynuma doladı. Tekrar ağlamaya başlayınca belinden tutup kucağıma aldım. Bacaklarını belime sarıp arkamdan kapıyı da kapatarak içeriye girdim. Bacaklarımın daha fazla dayanamayacağının farkındaydım. Hızlıca salona girip koltuklardan birine yerleştim. Kucağımdaki minik bebeği kendimden biraz uzaklaştırıp yüzünü avuçlarım arasına aldım.
"Daha iyi misin bebeğim?"
Usulca kafasını salladı. Göz yaşlarının ıslattığı yanağına minik bir öpücük kondurup alnına yapışmış saçlarını geriye doğru ittirdim. "Ağlama artık, geçti. Bak buradayım, iyiyim." Alt dudağı titremeye başlayınca dudaklarını birbirine bastırıp kafasını salladı.
"Şey SeokJin... Burnum akıyor da, tişörtünün köşesini kullanabilir miyim? Peçete almaya gidemem."
Ufak bir kıkırtı bırakıp kafamı salladım. Şuan ne isterse yapabilecek durumdaydım. Ve emindim ki bu haliyle bir şey istediğinde yapamayacak kimse yoktu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
KOMOREBI |TAEJIN|
FanfictionYanaklarımda hissettiğim yoğun ısıya bir de midemdeki tuhaf kıpırtılar eklenince yerimde huzursuzca kıpırdandım. "Bambaşka bir hayat, bomboş insanlar ve eşsiz gülümsemen... İnan daha güzeline rastlamadım Taehyung."