Yıllar önce
Annem babam ve ben anneannemden evimize dönerken karanlık yollara ışık tutan araba farlarını izliyordum. Babam karşısından sis farlarını açan bir adama yolladığı küfürler sonunda annemle atışıyordu. Daha beş yaşında ona kadar saymayı biliyordum ve üç tane ona kadar saydığım sırada korna sesleri duydum. Sarsıldığımı hatırlıyorum ve bir kaç kez kendi etrafımızda döndüğümüzü...
Yabancı kolların arasında soğuk ve yumusak bir yere bırakıldım. Hastane odama annem gelmişti. Ya babam, babam yoktu. "Gelecek" dedi annem "seni bırakmaz, oyuncak getirecek sana" dedi. Küçüktüm. İnandım. Günlerce haftalarca bazen kapı önünde bazen pencere kenarlarında bekledim babamı. Gelmedi. gelmeyecekti. Annem "gelemez" dedi biraz daha büyüyünce. Annem babama ne olduğunu anlattı. Öldüğünü söylediği gün konuşmayı bıraktım. Ölüm kelimesinin ne anlama geldiğini bilmiyordum ama annem ağlıyordu babamın öldüğünü soylerken. Bu kötü bir şey demekti. Sonra bir gün annem bir adamla geldi. "İşte baban" dedi kabullenmedim. Benim bir babam vardı zaten. Başkasının babasını istemiyordum. O adam her gün oyuncaklarla şekerlerle geliyordu eve. Anneme çiçekler getiriyordu. Her yanıma geldiğinde itekliyor yada kaçıyordum ondan. Günler böyle geçerken yavaş yavaş alışmıştım ona, yemekleri bile artık o yediriyordu bana. Gece gelip üstümü örtüyor yanağıma öpücük kondurup gidiyordu. Haftalarca, aylarca baba demek istediğim adamıda geçirdiğimiz son kazada kaybedeceğimi düşünerek ona ilk defa orada "baba!" dedim. Burnundan ve başından kan akarken gülümseyerek bana baktı. "Babam!" dedi. Ogün saçımı sıvazlayıp "geçti kızım!" dedi. Onu da kaybetme korkusuyla ağlıyordum. İşte o gün konuşmaya tekrar başladım. O gün saçıma değen babamın elleriyle yeniden hayat buldum. Kekeleme sorunum onu kaybetme korkusuyla başlamıştı.
Bugün
Karanlık odamda, evimde, kapımda... Adım attığım her yerde... Bir beden haline bürünmüş karanlık, gölgemi bile rahat bırakmıyor. Her neredeysem kapı arkasından aniden çıkıyordu. Tam yedi gündür odamdan çıkmıyorum. Bazen odama kardeşim geliyor beni güldürmek için tüm masumluğunu kullanıyor. İki, üç saate de annem geliyordu. Annem elinde ya yemek tepsisiyle giriyor odama yada kendi nefesimi keseceğimden korkup küçük, masum yalanlarla çalıyordu kapımı. Penceremin önünde dizlerimi karnıma çekip oturmuş halde düşünüyordum. Gözüm dışarıda penceremin önünde rüzgarla sallanan kavak ağacının yapraklarında. Akşam üzeri yoğunlaşan karanlık, ayın pürüzlü, beyazlığına daha dikkat kesiyordu. Ve etrafında belli belirsiz yıldızlar gün yüzüne vuruyordu. Kapım tıklatıldı yeniden, beynimin içinde dönen tonlarca ağırlıktaki düşüncelerim karanlığı ezberlercesine daha çok yük alıyordu. Kapıdan giren anneme hiç birşeyim yokmuş, olmamış gibi davranıyordum. Sahi ya babam nerede? Yanıma uğramadı, saçımı okşayıp 'güzel kızım geçecek bunlar yanındayım' demedi. Büyümüş müydüm? Çocukluğumu aldılar benden belki babamın sevgisinide!
Annem, süzülmüş bedeni, mora dönük göz halkalarıyla geldi yine odama elini uzatıp yüzümü okşadı. Hâlâ küçük bir çocukmuşum gibi..."Zeynep, anneciğim bugün bizimle ye yemeğini, gözümle görüyüm yediğini!" Başımı salladım annemin içini rahatlatmak adına gülümsemeye çalışarak pencerenin yanından ayrıldım.
"Tamam, gidelim." Salondaki büyük masanın en ucundaki kardeşim beni görünce yanıma koştu.
"Yaşasın aplam geldi!" Kardeşime gülümsedim belimdeki minicik ellerini avuçlayıp beraber masaya geçtik. Televizyon karşısında maç tekrarı izleyen babam, Zehra kadar sevinmedi hatta beni görünce televizyonu kapatıp anneme seslenip kapıya yöneldi. Benim düşüncemin aksine gelir, sevinir, saçımı okşar sanmıştım. Ne çok muhtaçmışım babamın saçımda dolanan ellerine... şimdi ne oldu?
Annem elindeki tencereyi masaya bırakıp babamın arkasından gitti."Apla gel sana birşey göstereceğim." Zehra elimden tutup portmantoya yönlendirip çekmeceden bir oyuncak çıkardı.
"Apla bak, babam bana bunu almış. Güzelmi!?" Kardeşime onaylayan bakışlar attım.
Eskiden banada alırdı babam, böyle küçük, mutluluk dolu hediyeler."Güzel!" Gülümsedi annemin sesi geliyordu kapıdan. Zehra'ya gitmesini söyleyip kapıya yöneldim. Beni, kızım diye bağrına basıp acılarımı, saçıma koyduğu eliyle dindiren babam anneme odamdan beni niye çıkardığının hesabını soruyordu.
Kendiside çok iyi biliyor ki ben onun yüzünden bu haldeyim. Ama bunu söyleyecek o yürek, o vicdan yok bende kıramam babamı, babamın beni kırdığı gibi..Yemek masasına gözyaşlarımı silerek oturdum. Annem son anda kondurdu yüzüne gülümsemesini salona girerken, ama çok bariz belliydi ağladığı, gözünden yüzüne doğru inen göz yaşının kurumaya yüz tutmuş beyazlığı kendini ele veriyordu.
"Hadi kızım, bu yemek bitsin!" Annem önce benim sonra Zehra'nın tabağına koydu yemekleri. Kendiside oturdu yanıma hiç birşey yokmuş gibi! Yiyecek halim yoktu. Sırf annem mutlu olsun diye yiyordum. Siz sırf birileri mutlu olsun diye yolunuzdan döndünüz mü? Kırılmasın-lar, üzülmesin-ler diye sustuğunuz geri adım attığınız mutlaka oldu değilmi? Bende tam şuan bunu yapıyorum babamın yolundan çekiliyorum, mutlu olsun diye.. Penceremin önünde oturmuş dışarıyı izlerken karanlığımın üzerine yine ellerim gitti. Yine okşadım istemsizce onu. Gözümü kamaştıran bir araba farı ile aşağıya baktım. Babamın geldiğini görünce sessizce dolabıma ilerledim. Ceketimi ve kumbaramdaki paraları alıp kapıya ilerlerken bir kapı kapanma sesi basamak sesleri, devrilen eşyalar, ve sessizlik... Yine içmişti kafasını dağıtmak düşüncelerinden arınmak için... Aklıma gelen bir şeyle masama dönüp çantamdan defter çıkarıp tam ortadan bir kağıt yırttım.
İçimden ne geliyorsa yazdım. Göz yaşlarım satırlara imza olurken sonsuz bir kapı aralandı bana ve karanlığıma.Bölüm sonu!
Satır arası yorum ve oylarınızı bekliyorum!
AŞK'LA KALIN!❣️
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BABAMIN GÜNAHI
Teen FictionZeynep, gecenin bir yarısı Gözde'nin yardımıyla annesini aramış korktuğu gibi babası çıkmıştı telefona. Konuştular, ağladılar, güldüler. Zeynep güldü sonunda! Uzun sürmesede gülmüştü. Mutluluk o'nun için kelebeğin ömrü kadardı bir saatlik yada bir...