3 ay sonra, yazardan
"....birde gazete.. teşekkürler!" Haftalar önce Tarık tamda Zeynep'in ellerinden kanlarla alındığı günün ikinci haftasında polisten gelen bir telefon ve öğrendiği kötü haber ile müdürle kavga etmiş ve istifasını o gün vermişti. Zeynep'e yakışmayan kötü ithamlarda bulunmuş ve bunun ızdırabı ile vicdanını rahatlatmak adına yaşadığı evi terkedip başka bir şehire taşınmıştı. Ne Gözde'yi nede Ali'yi istemiyordu yanında.
Tam üç ay olmuştu bugün Zeynep gideli, tam on hafta olmuştu Zeynep'in ölüm haberini alalı Tarık o gün yıkılmış ve dünyadan kendini soyutlanmıştı.
Seher ve Sami ise en çok acı çekenler olmuştu. Karnında dokuz ay taşıdığı, yürümesini, ilk kelimesinin anne oluşu aklına geliyor her gün göz yaşı döküyordu. Bazen Zeynep'in mezarının başına gidip en sevdiği çiçekleri toprağının üzerine bırakıyordu. Kızının en sevdiği gün pazar günleri, kızının sevdiği yemeği yapıp evsizlere, bakıma muhtaç yaşlılara veriyordu. Seher va Sami'nin tek istediği kızları, canları soğuk toprak altında rahat uyusundu. Gözleri kapalı bile olsa, nefes almıyor bile olsa mutlu olsun istiyorlardı. Kar yağıyor ve Seher pencerenin perdesini aralayıp yerle buluşan iri taneli karı izliyordu. Gözünden bir damla yaş indi. Korkuyordu. Anne yüreği soğuk toprağın altında yatan kızının üzerine birde inen karı düşününce cız ediyordu. Hiç kimse Zeynep'siz bir hayata adapte olamıyordu.
Taze acı herkesin hayatını etkilediği gibi Gözde ve Ali'nin hayatınıda aynı derecede etkilemiş ve birde üstüne Tarık'ında yokluğu onları daha çok üzüyordu.
Tarık yerlestigi şehri herkesten sır gibi saklıyordu. Kiraladığı 1+1 evde sipariş ettiği şeyleri televizyon izlerken bekliyordu. Gün ay yıl hiçbirinin onun için artık bir önemi yoktu. Giden gitmis ve asla geri gelmeyecekti. Ondan başka hiçbir şeyin önemi artık yoktu. Yattığı koltuktan doğrulup elindeki kumanda ile televizyonu kapattı. Kapalı olan perdeyi açıp dışarı baktığında yere düşen ilk karla burnunu çekip odanın ortasına fırlattığı pantolonunu yerden alıp giydi. Beyaz gömleğini çıkarıp siyah bir buluz geçirdi iri bedenine. Arabasının anahtarını ararken çalan kapı ile doğrulup kapıya gitti.
"Siparişleriniz... 35 tl.." cebinden çıkardığı cüzdanında bir elli tl çıkarıp gelen market görevlisine parayı uzatıp üstünü beklemeden kapıyı kapattı. Tekrar çalan kapıya aldırmadan torbanın içinden sigarayı çıkarıp ucunu ateşe verdi. Tarık Zeynep'in ardından sigaraya başlamıştı. Bu ona iyi gelen tek seydi. Isıtıcıdaki sıcak suyu bardağa koyduğu kahvenin üzerine döküp gazetesinde alıp balkona çıktı.
Gazetenin denk gelen bir sayfasını açtığında bir fotoğraf gördü. Fotoğrafın başlığı şöyleydi; DAYAKÇI KOCA : daha öncede güvenlik kameralarına yakalanan ve sokak ortasında şiddete maruz kalan hamile kadın polis gözetimi altında tutulan kocasını kurtarıp yeniden kocasına sokak ortasında yem oldu.
Tarık yazıyı okuduktan sonra fotoğrafa tekrar baktı. Genç bir kadın karnı burnunda akşamın karanlığı yüzünü gizlemiş yerde kocasının attığı tekmelerden karnını koruyordu. Aklına o gün... Zeynep'in vurulduğu an geldi. Bir kadın çaresizce doğmamış bebeğini korumaya çalışıyor, biz iki kişi bir kızı koruyamadık diye geçirdi içinden. Balkondan aşağı bıraktığı sigarasının ardından gazeteyi katladı. Kaşlarını çatılırken gazeteyi hızlıca tekrar açtı. Fotoğraftaki adamın kolundaki bir kadına ait yüz dövmesi dikkatini çekti. Gözlerini kapatıp nerede gördüğünü düşündü. O gün geldi aklına Zeynep'i kanlar içinde kucağına alan adamın kolunda görmüştü. Gözlerini hızlıca açıp içinde bir yerlerde taşıdığı umut tomurcuklanmaya başladı. Dudaklarının kenarı yukarı kıvrılırken başını eğip yeniden baktı fotoğrafa. Bu kız Zeynep olabilir miydi? Heyecanla elindeki gazeteyi balkona fırlatan Tarık içeri girip koltuğun üzerindeki telefonu alıp Ali'yi aradı. Heyecanlıydı. Mutluydu. Haftalar sonra ilk kez bir umutla, bir fotograf parçası ile gülümsüyordu. Ağzı kulaklarına ulaşıyordu. Birden telefonu kapattı yüzü düştü. Gülüşü soldu. Polisle telefonda geçirdiği konuşma bir kaç dakikalık mutluluğa ateş atmıştı. İçinde yeşeren o tomurcuk kırıldı. Ne demişti polis; malesef, üzgünüm, ölü bulundu. Bu birbirine geçmiş cümlede üç kelime soldurdu yüzünü. Üzgün olan kim? Ölü olan kim? Yada geç kalınmış şey -malesef- ne...? Israrla yeşertmeye çalıştığı umudu ölüm engeline takılıyordu.
"... küçük kızın babaannesinin kıyafetlerini giyen kurt yatağa uzanıp küçük kızı beklemiş... Kız herşeyden bihaber babaannesinin evine girmiş. Kurt kızı yemeye çalıştığı sırada bir adam gelmiş. Kızı kurdun pençelerinden kurtarmış. Kurdu öldürmüş küçük kızı beyaz atına bindirip uzaklara götürmüş ve sonsuza kadar mutlu yaşamışlar!"
Tam üç aydır bir odanın içinde elim karnımda kırmızı başlıklı kızın masalını sonunun kötü bittiğini bile bile hem kızımı hem kendimi mutlu sonlara oyalıyordum. O günün gelmeyeceğini de iyi biliyorum. Bir ay kaldı. Yada daha az... Kızım gelince ben bu dünyadan gideceğim. Kızım o adi insanın ellerinde büyüyecek belki onun gibi canlar yakacak. Bu bir ihtimal değil gerçeğin, doğruluğun ta kendisi. Ona kızımı bırakmamak için iki defa üç ay içinde kaçmaya yeltendim. Kaçtım ama sınırı geçemedim. Yediğim dayaklar cabası!
Kapıdan gelen kilit sesi ile yerimden doğruldum. İçeriye giren kırk - kırkbeş yaşlarında bir kadın robot edasıyla kahvaltı tepsisini masaya bırakıp geri çıktı. Yataktan inip pencereye ilerledim. Bulutların arasından incecik firar eden güneş ışınları yerle buluşan kar taneciklerini eritmeye yetiyordu.
Aşağıdaki Çardakta birilerini gördüm. Üç adam ikisinin elinde sigara dumanları havayı kirletirken diğeri birşeyler anlatıp gülüyordu.
Pencereden çekilip odanın içindeki banyoya girdim. Aynada kendime baktım zayıflamıştım. Yüzüm hamileliğin etkisiyle şiş olsada bedenimde kemikler sayılacak derecede ortaya çıkmıştı. Karnımsa burnumda bir tek onun varlığı göz önündeydi.
Elimi yüzümü soğuk su ile yıkayıp banyodan çıktım. Kahvaltı tepsisinin üzerindekilere baktım. Herşey organikti. Süt, taze sıkılmış meyve suyu, beyaz beynir, domates, bal...
Bir dilim ekmek ve sütü alıp pencerenin önüne tekrar geçtim. Aç değildim. Bu haldeyken açlık dahi gelmezdi aklıma ama onun sağlığını düşünmek zorundaydım. Güneşin önünü kaplayan bulutlar kararırken kar daha iri ve kuvvetli yağmaya başladı. Pencereden ayrılıp yatağıma uzandım. Halsizdim, yorgundum. Gözlerimi kapattım. Kurduğum mutlu hayaller yerini güzel rüyalara bıraktı.
Gözlerim karın karanlık üzerinde kurduğu hakimiyetle kırmızıya dönük tavana açıldı. Şimdiye dek hiç bir yerde hissetmediğim bir şey hissediyordum. İçimde gereksiz, nedensiz bir mutlulukla kendi kendime güldüm. Yerimden kalkıp dolaba ilerledim. Beyaz bir elbise çarptı gözüme elbiseye hayranlıkla baktığım sırada kapı açıldı.
"Bebeğim..." Çağlar kapıdan yanıma ulaşırken araladığı ağzına bir yumruk geçirmek istedim. O yokmuş gibi hareket etmeye başladım.
"Benimle akşam yemeği yersin... Değilmi?" Diye emir vermeyi ihmal etmedi. Başımı kaldırıp iğrenç yüzüne baktım."Tamam, üzerimi değiştirmeme izin ver."
"Peki.." dedi yanıma gelip yanağımı öptü. Öptüğü yeri omuzumla silerken görmesi umrumda değildi. "Kapıdayım." Dedi ve telefonunu kulağına tutarak çıktı. Bu beyaz elbise bana birşeyler anlatmaya çalışıyor gibiydi. İnatla kendisini giymemi istiyor gibiydi.
İstediğini yaptım. Beyaz elbiseyi askısından çıkarıp banyoya girdim. Zorlanarak çıkardığım pijamarımı denk gele bir yere fırlatıp elbiseyi üzerime geçirdim. Stresten dökülen ve az kalan saçımı dağıtıp ensemde topuz yaptım ve çıktım. Bu hazırlık ona değildi. Dediğim gibi içimde bir mutluluk var ve sanırım ilk defa mutlu olduğum bir güne imza niteliğindeydi.
B. S.
❣️❣️❣️
ŞİMDİ OKUDUĞUN
BABAMIN GÜNAHI
Teen FictionZeynep, gecenin bir yarısı Gözde'nin yardımıyla annesini aramış korktuğu gibi babası çıkmıştı telefona. Konuştular, ağladılar, güldüler. Zeynep güldü sonunda! Uzun sürmesede gülmüştü. Mutluluk o'nun için kelebeğin ömrü kadardı bir saatlik yada bir...