Müdürün sözleri tüm salondaki sesleri bastırmıştı.
Olanları idrak etmeye çalışıyordum. Kelimeler zihnimde yankılanıyor ama onları toparlayamıyordum.
"Ne?" Baran'ın şoka uğrayan sesi müdürü gram etkilemedi. "Duydun. Takımdan atıldın, bundan sonraki maçlara çıkmayacaksın."
Kutay'ın iğrenç sırıtışını gördüğümde midem bulandı. Aynı zamanda olanları anlamıştım. Kutay bunu bilerek yapmıştı. Bu okula yatırım yapan babası sayesinde sözü geçen biriydi. Baran'ı takımdan attıran oydu.
Melih'in küfür mırıldandığını, Ege'nin şokla sahaya baktığını, Kerem'in ise yumruklarını sıktığını fark ettim. Zaman ağır çekimde ilerliyordu.
"Bilerek kavgayı başlattı hocam, takımdan atılması gereken o."
Müdürün bakışları sertleşince Baran üzerindeki formayı çıkarttı. Formayı Kutay'ın suratına fırlattı. "Paralarınla bir orduyu satın alabilirsin. O formaya dikkatli bak. Orada gerçek şerefi ve emeği görüp utanırsın belki. Hiçbir zaman başarı elde edemeyeceksin." Gözlerim doldu.
Çıplak vücudunu umursamadan spor salonunun sağ tarafına yöneldi. Uğultu sesleri artmaya başladı, Kutay'ın yüzünde gram ifade değişmedi. Baran'ın peşinden gitmek istiyordum.
Kutay'ın bunu neden yaptığını tahmin edebiliyordum.
Fotoğrafı çekenin Baran olduğunu düşünüyordu, bunu tüm okul kabul ettirme çabasındaydı. Utku, Baran'ın peşinden gidecekken Buse onu durdurdu. Kerem koluma dokundu. "Biz gidelim." Kolumu ondan yavaşça çektim. "Baran'ın yanına gideceğim."
Ege "Ne?" diye fısıldadı. Melih şaşkınca "Saçmalama, şu an sinirli. Seni üzecek." dedi. Omuz silktim.
Onu kıran hep ben olmuştum, sıra ondaydı.
Kimseyi umursamadan sağa döndüm. İçeriden gelen kırılma seslerini duyunca gözlerim yeniden doldu. Kapıyı tıklamadan içeri girdim, Baran beni görünce duraksadı. Bir şey demeden işine devam etti.
Boğazımda oluşan yumruyu yutkunarak gidermeye çalıştım. Elindeki kupaları, çöpe atıyordu. Gözyaşlarım yanaklarımı ıslatırken gözlerimiz kesişti. Sadece bir soru sordu bana.
O soru, kalbime atılan oklardan en kötüsüydü.
"Hayatımı mahvettiğin yetmedi mi?"
Bir şey diyemedim. Bu konuda da beni suçluyor gibiydi. Diyeceğim her kelime, onu üzdüğüm zamanlarda ortadan kayboluyordu. Baran'ın gözlerinin dolduğunu görünce hıçkırdım.
Çenesi kaskatıydı, ağlamamak için zor duruyordu. Tıpkı ayrıldığımız günkü gibi.
"Hocayla konuşuruz, seni takıma geri alır." dedim fısıltıyla.
Dolabından bir kupa daha aldı. Bana doğru uzattı. "Bak." dedi sadece. Adının yazılı olduğu kupaya baktım ve bir şey demedim.
"İnsanların hayatlarıyla oynamayı kendinize ilke edinmişsiniz. O boktan ilişkiniz, benim kariyemi mahvetti ve bunun bir telafisi yok." Kalbim acıyla sıkıştı. Nefesim kesilirken görüşüm bulanıklaşıyordu.
Sinirle bağırdı. "Rahat bırakın artık beni!" Elindeki kupayı duvara doğru fırlattı. Sesi kısıldı. "Bu takımdan çıktığım için, ülke takımlarına gidecek yolum da bitti. Basketçi olma hayalim yok oldu. Bunun da sorumlusu sensin. Hayatımı mahvettiniz. Yeter artık, uzak dur benden."
Ağlamaya başladım. Gitmek istemiyordum, vicdanımın susmasını istiyordum. "Özür dilerim..."
O da ağlıyordu.
Hıçkırarak ağlamaya başladı. Dolaba yaslanıp yere oturdu. Gözleri kıpkırmızıydı. "Artık özrün, hiçbir hayalimi geri getiremeyecek."
"Çok pişmanım." dedim sadece. Ne diyebilirdim ki? Her konuda haklıydı.
"Yemin ederim, geceleri uyuyamıyorum." diye fısıldadım. Ben de yere oturdum. İkimizin de gözleri doluydu, gözlerinde hayallerinin yıkılmasının ardından kalan öfke kırıntılarını görebiliyordum.
"Ben kendimi affedemiyorum." dedim ağlayarak. Hiçbir şey demedi, ifadesizce yüzüme baktı. "Neden susuyorsun?" diye bağırdım. "Kızsana bana, bağır! Kır beni, incit! Bakma şöyle işte! Bağırsana!"
Titreyen sesiyle yanıtladı beni. "Neden şimdi yanımdasın?" diye sordu. Yanıt vermeme izin vermedi, titreyerek yanıtladı. "Beni bıraktığında ailemi kaybettim. Hepsini toprağa verdim. Bir kez olsun, yaşadığımız günleri anısına baş sağlığı dilemedin. Seni seviyordum. Yanımda olmadın. Hayallerimi çaldın. Şimdi yanımdasın. Niye biliyor musun?" Kendi kendine gülümsedi, gözlerinin içine baktım. Beceriksiz bir gülüştü, solan bir çiçek gibi bir gülüş.
"Kendi vicdanını rahatlatmak için. Benim için değil, kendin için buradasın. Bencilsin. Hep bencildin. Hiç değişmedin. Her zaman bencildin, hep kendini düşündün. Okula yalan haberler atarken bir kez olsun beni düşünmedin." Herkes patlama noktasına gelmişti.
"Neden itiraz etmedin, neden sustun?" diye sordum.
"Birbirimize bir söz vermiştik." diye mırıldandı. Kafa karışıklığıyla ona baktım.
"Ne olursa olsun, birbirimizi üzmeyecektik." İç çekti. "Ben sözümü tuttum." Yerden destek alarak ayağa kalktı. "Vefasız olan sendin. Fedakar olan ben. Artık bir önemi kalmadı, senden nefret ediyorum. Ama sen benim nefretimi bile hak etmiyorsun."
Kapıyı çarparak çıktı.
Hıçkırarak ağlamaya başladım, kalbim çok acıyordu. Fazlaca acıyordu, nefesimi kesen bir acıydı.
Sözünü bozmuştu, beni üzmüştü. En kötüsü de bunu hak etmiş olmamdı.
Koridordan gelen diğer sesleri duydum. Buse'nin endişeli sesini. "Baran, lütfen! Yapma."
Gözlerimi kapattım ve kafamı duvara yasladım. Takımın tüm kupalarını kırıyordu. Her zaman susan çocuk, bugün öfkesini haykırıyordu. Ve onun hayal kırıklığı altında eziliyorduk.
< >
...
ŞİMDİ OKUDUĞUN
ELZEM | Texting
Teen Fiction▪︎ Yarı Texting | Yazışmalar azdır. Sude: Madem öyle neden beni seviyorsun? Sevilmeyi hak edecek biri gibi durmuyorum? Anonim: Özünde iyi birisin, sadece değiştin. Popülerlik seni böyle biri yaptı. Anonim: ayrıca insan seveceği kişiyi seçemez Anon...