Can, evden yüzündeki büyük gülümseme eşliğinde çıktı. Bugün son sınavına girmişti ve şaşırtıcı şekilde gayet iyi geçmişti sınavı. Birileriyle kutlamak istiyordu ve ilk aklına gelen isim Turgut olduğu için kahveliyi işten almayı planlıyordu.
Ayrı kaldıkları bir haftayı gayet güzel konuşup telafi etmişlerdi. Turgut, akşam vardiyasına devam ettiği ve gündüzleri boş olduğu için Can'la beraber konuşa, şakalaşa okula gitmişler, Can sınavdan çıkana kadar onu beklemiş ardından da ikisi birlikte sürekli ya gezmişler ya da eve kadar beraber yürümüşlerdi.
Montunun cebinden, babasından izin almak için kırk takla attığı arabanın anahtarlarını çıkardı ve kapılarının kilidini açarak kendini soğuk arabanın içine attı.
10 dakika sonra kafeye geldiğinde kafenin önünde durdu. Arabanın motorunun ve içerisinin ısınması için arabayı çalışır durumda bırakarak dışarı çıktı. Kalçasını siyah arabanın kapısına yasladı ve kafenin camından içerideki Turgut'u izlemeye başladı.
Vardiyasının bitmesine 5 dakika vardı ama kahveli bunun farkında değil gibiydi. Hafifçe kavis verdiği koyu kahve saçları, üzerindeki ince krem kazağıyla mükemmel uyumdaydı. Kahve gözleri ışıldıyor, dudakları geniş bir gülümsemeye ev sahipliği yapıyordu. Bir insanın masa silerken bile gülebileceğini Turgut sayesinde öğrenmiş oldu Can böylece. Karşısındaki manzaraya gülümserken Turgut'un kahveleri bir anlık kendisine değdi ve işine devam etti. Ancak saniye sonra şaşkınlıkla tekrar kendisine döndü.
Can, montunun cebinden ellerini çıkararak saatini işaret etti. Turgut, Can'ın ne demek istediğini anlayarak kafenin duvarındaki saate baktı ve Can'a bir dakika işareti yaparak beline bağladığı siyah önlüğü çıkartıp kafenin arkalarına doğru gözden kayboldu.
5 dakika sonra kocaman gülümsemesiyle kendisine yaklaşan kahveliyle kendisi de gülümsedi.
Turgut "Geleceğini haber verseydin keşke. Üşümüşsün." dedi, Can'ın soğuktan kızarmış burnuna bakarken. Işıldayan mavi gözleriyle aynı çocuk gibiydi.
Can, sürücü tarafına ilerlerken "Haber verseydim sürpriz olmazdı." dedi muzipçe.
Barıştıklarından beri Turgut o kadar fazla jest yapmıştı ki istemsiz bir şekilde Can kendini borçlu hissetmişti. Hatta bir gün evlerine Can'a bir koli muzlu sütle bile çıkagelmişti. Can'ın her sınavından önce ona çikolata ve muzlu süt alarak enerjisini yüksek tutmaya bile çalışmıştı.
Hoş, her gün bunları yese de asla bıkmadığını ve bıkmayacağını fark eden Turgut biraz şaşırsa da sesini çıkartmıyordu.
Turgut, soğuk havadan kendini sıcak arabaya, Can'ın yanına attığında üşümüş ellerini birbirine sürttü ve ardından kalorifere uzattı. Sadece 3 dakika dışarıda durmuştu ama kemiklerine kadar üşümüş gibi hissediyordu.
Can'ın kendisinden daha fazla üşüdüğünün bilincinde kaloriferleri ona doğru çevirdi. Arabanın içi zaten sıcaktı, ısınırdı şimdi ama mavi gözlünün üşümesini istemiyordu.
"Pekala Turgut Yıldız bey, bugün sizin şoförünüzüm. Siz nereye gitmek istersiniz?" dedi Can, elleri direksiyondayken.
Turgut bilmiyorum dercesinde omuz silkti ve "Kaptan olan sizsiniz Can Eren Baltacıoğlu. Götürün beni." dedi.
Can, Turgut'a yandan gülümseyip kafasıyla onayladı.
Kafasında bir plan yaparken zaten çalışır halde olan arabanın el frenini indirerek sürmeye başladı. Turgut, en sevdiği aktivitelerden birini yaparak radyoyu açtı ve düzgün bir şarkı bulana kadar kanalları gezdi ama güzel bir kanal bulamayınca sıkıntıyla ofladı.