Selamlar. Oğuz ve Caner'le geldim yine size.
Medyadaki şarkı çok hoşuma gidiyor aşklarım. Dinlemenizi tavsiye ederim.
Umarım beğinirsiniz. Yorumlarını okumaya ve cevaplamaya bayılıyorum haberiniz ola jdhshdj İyi okumalaar.
Her koyun kendi bacağından asılır diye bir söz vardır. Aslında bu sözün ne kadar yanlış olduğunu bu sözün hikayesiyle anlatmak isterim sizlere.
Behlül Hz. çarşı esnafına yumuşak dille çeşitli nasihatlerde bulunur. Çarşı esnafı bundan rahatsız olur. Harun Reşid'e giderek şikayette bulunurlar.
"Bize karışmasın. Günah bizim, sevap bizim. Her koyun kendi bacağından asılır."
Bunun üzerine Harun Reşid, Behlül Hz.'ye gider aynen olduğu gibi söyler. Buna anlam veremeyen Behlül Hz. yeni kesilmiş bir koyun alarak çarşının ortasına bacaklarından asar hayvancağızı. Çarşı halkı buna anlam veremese de 'delidir ne yapsa yeridir.' diyerek oralı bile olmazlar.
Günler geçer, koyun kokmaya, etrafına sinekleri toplamaya başlar. Çarşı halkı artık bundan rahatsız olarak Harun Reşid'e giderler ve bu durumu şikayet ederler. Harun Reşid, Behlül Hz'nin neden böyle bir şey yaptığına anlam veremeyerek hemen çağırtıp nedenini sorar.
"Ama efendim, ne zararı varkoyunun? Kendi bacağından asılmış, duruyor." der Behlül Hz.
Harun Reşid "Kokusundan rahatsız olmuşlar. Bana şikayete geldiler." diyince Behlül Hz. söze girer.
"İşte." der. "Kimse kimsenin günahını çekmez ama kötülük öyle bir şeydir ki kokusundan cümle alem rahatsız olur."
Bizim hikayemizde ise kötü insan yoktu ama her koyun da kendi bacağından asılmıyordu. Birinin yaptığı bir şeyin sonucunu başka biri de onunla birlikte yaşıyordu. Mesela Can'ın temas fobisi sadece kendisine sıkıntı çıkarmıyordu. Turgut, hâla bile dokunup sarılırken tedirgin oluyordu. Oğuz ve Mert dokunamıyordu bile mavi gözlü çocuğa.
Ama bugün konumuz ne Can'dı ne Turgut'tu ne de mavi gözlü çocuğun fobisiydi.
Bugünün konusu Caner'in, dakikalar geçtikçe içinde büyüyen kıskançlıktan tırnaklarını kemirmeye başlamasıydı. Karşısındaki yeşil gözler, Ege'nin anlattığı her anıyla parlayıp güldüğü için mutlu olsa da ilk başta o gülüşleri kendinin soldurduğu aklına geldikçe delirişi, kendini suçlayışıydı. Abisi kahvelisinin, Ege de kendi sevgilisinin kolunun altlarında muhabbet ederken Oğuz'un buruk bir gülümseme ve Caner'e attığı kaçamak bakışlarla onları izlemesiydi.
Oğuz, dediği gibi sanki hiç Caner'i sevdiğini itiraf etmemiş gibi davransa da bunun sonucu sadece kendi yanan içi olmamıştı. Caner, karşısındaki yeşillerde yanan alevleri görüyor, onun yeşil gözlerinden kendi mavilerine geçerek içinde bir yangına sebep oluyordu. Bütün organları cayır cayır yanıyormuş gibi hissediyordu. Öyle ki bazen yanık kokusu geldiğini bile düşünüyordu.
Hiçbir zaman aşık olmayacağını düşünmemişti. Elbette aşık olacak, bir kadını hayatının merkezi yapacak, evlenecek, ufak ufak çocukları olacaktı. Caner bu şekilde düşünürdü her zaman. Ancak her zaman dediğimiz gibi hayat müşterekti. Önümüze ne çıkaracağı ve ne zaman olacağı hiç belli olmuyordu. Evet, bazen kendi tercihimizi yapmamıza izin veriyordu ama önümüzdeki seçenekler yine hayatın bize dayattığı seçenekler oluyordu.