Bu saatte bölüm atmayı hiç istemiyorum okunmaz diye ama yarın falan müsait olmayabilirim. Onun için şimdiden atayım dedim.
İyi okumalar minik kelebeklerim. Umarım beğenirsiniz. Yorum bekliyorum sizlerdeen 🤍
Bazı şeyler vardı ki; düşüncesi dahi içini yakıyor, kalbini dağlıyor, beynini düşünemez kılıyordu. Düşünmek istemiyor ancak bir şeylerin düşünülmesi, hatta daha da ötesi konuşulması gerektiğinin de gayet farkındaydı.
'Ne zamana kadar böyle sürecek?' sorusu beynini her daim meşgul ediyordu. Evet, Can'la çok mutluydu. 26 yıllık hayatı boyunca bir erkekle kendini bu şekilde hiç düşünmese de her şey elinin altında, ulaşbileceği kadar ortalıktaydı.
Her yeni güne gözlerini açtığında Can hayatında olduğu için şükür, yatarken ise bir gününü daha kirpisiyle tamamladığı için Allah'a teşekkür ediyordu.
Sabahları uyandığında aklına ilk gelen şey Can olurken, gün içinde de aklının her zaman bir köşesinde o mavi gözler kendisine gülüyordu. Basitçe sevmek değildi bu. Aşıktı. Hem de sırılsıklam. Bunun zaten farkındaydı ama şöyle de bir şey vardı ki; duygularına, kirpisine karşı hissettiklerine sadece aşk derse çok basit kalacakmış, basitlikten hakaret niteliği taşıyacakmış gibi hissediyordu.
Belki de hissettikleri, yüzlerce kişiyi şair yapan, dağ deldiren, çöllere düşüren o üç harflik kelimeydi gerçekten ama ilk defa böyle şeyler hissettiği için tanımlayamıyordu.
Bunları şu an düşünmesinin nedeni ise, Can'ı hayatının geri kalanının her anında gerçekten istediğine dair kalbinin ve beyninin kesin kararıydı. İstiyordu istemesine de bir şeyleri sürekli gizlemek artık canını sıkmaya başlamıştı. Turgut, açık bir kitap gibiydi. Hissettiklerini saklayamazdı. Hal böyle olunca gizli saklı işler yapmak, bir kaç ortak arkadaşları hariç herkesin yanında bir şeyleri saklamaya çalıştıkça yorulduğunu hissediyordu.
Aptal değildi, dışarıda, bir sinemada ya da bir sokakta elini tutamayacağını, kirpisini, hakaretler yemeden öpemeyeceğini kendisi de biliyordu. Can'ı güzel bir akşam yemeğine götürmek, sahil kenarında kimseyi umursamadan o baldan tatlı dudaklarını öpmek istiyordu ama olmazdı. Homofobinin ana vatanlarından biri olan bu ülkede yapamazdı. Her ne kadar sözlü olarak umrumda değil dese de içten içe biliyordu ki umrundaydı. Kendisi bir zaman sonra siktir edebilirdi belki ama kirpisine tek bir laf, söz gelse biliyordu ki; taş üstüne taş, baş üstüne baş bırakmazdı.
Bunları aylardır zaten düşünüyordu ama bugün aklını kurcalayan daha önemli, daha can alıcı bir konu vardı.
Kendi annesi ve Can'ın babası. Can'ın annesi zaten biliyor ve destekliyordu ama kendi penceresinden bakması gerekirse kendi annesinin ne tepki vereceğini kestiremiyordu. Ne derdi? Kızar mıydı? Döver miydi? Sokağa mı atardı yoksa oğluna hastalıklı olduğunu söyleyip hastane hastane gezdirir miydi? Bu düşünceler beynini yoruyor, kalbine anlık spazmlar yaşatıyordu. Ne tepki alacağını bilmemek tedirgin ediyordu kahveliyi. Özellikle Can'la seviştikten sonra sanki annesi her an her şeyi anlayacakmış da kızıp bağıracakmış gibi annesinin yanında bile durmamaya çalışıyordu ki Can'la birden fazla kez seviştiklerini düşünürse, bu uzun bir zamana tekabül ediyordu.
Bir kaç haftadır düşündüğü tek şey annesine açıklamak istediğiydi. İlişkisini zaten toplum içinde gizli saklı yaşıyordu. En azından kendi kanlarından, canlarından olan insanların yanında saklamak istemiyordu. Can ise babasının şu anlık öğrenmesini istemiyordu. Öncelik kahvelisiydi. İlk önce onun istedikleri olacaktı.