Önceki Bölümden Kesit:
En az iki saattir yürüyordu. Susamamıştı, acıkmamıştı da, yorulmuş da değildi. Sonuçta burada yaptığı hiçbir hareket fiziksel değildi. Sadece kendi zihninin içindeydi. Sadece içinde bir bıkkınlık, bir yorulmuşluk vardı. Belki de zihni yorulmuştu. Sadece ilerlemeye devam etti...
--------------------
Biraz ileride bazı sesler duydu. Kükreme sesi gibi. İki yaratık birbirleriyle boğuşuyor gibiydi. Biraz daha ilerledikten sonra dev, siyah bir ejderhanın altın sarısı, dev bir yılanla savaştığını gördü. İsimleri "Karanlık Ejderhası" ve "Zenginlik Yılanı"ydı. Bir ağacın arkasına saklanıp izlemeye başladı. Olabildiğince az ses çıkarmaya çalışıyordu çünkü ikisinin ismi de simsiyah bir renkle yazıyordu. Bundan Dorpi bahsetmişti:"Dede, yaratıkların isimlerinden çok renkleri önemlidir. Renkler, o yaratığın sana göre ne kadar güçlü olduğunu gösterir. Zayıftan güçlüye şu şekilde sıralanır:mavi, yeşil, koyu yeşil, sarı, turuncu, kırmızı, koyu kırmızı, siyah ve koyu siyah. Turuncuya kadar öldürebilme ihtimalin var ama ondan sonrası kesinlikle kaçmalısın. Tabii ki bazı kişiler kırmızı hatta koyu kırmızı yaratıkları öldürmeyi denedi ve çoğu başaramadı. Dünya üzerinden bunu başarabilenlerin sayısı bir elin parmaklarını geçmez. Ama şu ana kadar hiçbir insan siyah veya daha üstünü öldürmeyi başaramadı. Bunu deneyen birçok insan saniyesinde param parça oldu. Bu yüzden eğer onlardan birini görürsen kesinlikle kaçmalısın!"
Demek bu yaratıklar aşırı güçlüydü. Biraz daha izlemenin zararı olmayacağını düşündü. Ejderha kazanacak gibiydi. Pençeleri onu hem koruyor hem de saldırmasına olanak sağlıyordu. Yılansa olabildiğince çevik olup ejderhayı dolamaya çalışıyordu. Onların savaştığı yerde aşırı büyük bir dağ bulunmaktaydı. Her bir darbede yerle birlikte dağ da sallanıyordu. Karşılaşmayı merakla izlemeye devam etti.
Birkaç dakika içinde karşılaşma sonlanmıştı. Ejderha kazanmıştı. Yılanı çok ağır bir şekilde yaralamıştı. Son darbeyi vurmak için geri çekildiğinde yılan hızlı bir hareketle ejderhanın yanından kaçtı ve uzaklaşmaya başladı. Ejderhaysa onun bu kaçışını önceden tahmin etmiş gibi yılanı boynundan ısırıp dağa doğru fırlattı. Ardından simsiyah renkteki aleviyle canlı canlı kavurmaya başladı. Yılan acı içinde tıslıyordu. Sonra yılan kendisinden hiç beklenmedik şekilde kendisini tüm gücüyle dağa vurmaya başladı. Koskoca dağ, kum tepesi misali her vuruşta daha bir sarsılıyordu. Ejderha da Samir de yılanın neden böyle yaptığını anlayamamıştı.
Ejderha yılanın kafayı yediğini düşünerek iyice yaklaştı ve pençesiyle boynunu yırttı. Yılan artık bir ölüydü. Ejderha bir kükremeyle zaferini kutladı. Ardından ziyafet için ödülünü almaya hazırlanıyordu ki dağdan bazı sesler gelmeye başladı. Kafasını kaldırıp baktığında yüz binlerce, milyonlarca ton ağırlığındaki bir dağ parçasının üstüne doğru geldiğini fark etti. Artık yılanın ne yapmaya çalıştığını anlamıştı ama çok geçti. Yılan düşmanını öldürmek için kendini feda etmişti. Dağ parçası ejderhanın üzerine düştüğü sırada yer 9.7 şiddetinde deprem olmuş gibi sallandı. Tabi bir anlığına...
Samir'se bir seyirci gibi her şeyi sadece izlemekteydi. Ağzı açık bir halde... Kendine geldiğinde ortamdaki toz bulutu inmişti. Yavaşça saklandığı yerden çıktı. Yaratıkların savaştığı yere yöneldi. Oraya vardığında gördüğü şey iki dev, inanılmaz, yüksek seviyeli yaratığın ölüsüydü. Hayatındaki bütün şansı bu an için kullandığını söylemek yanlış olmaz. Yaratıkların yanlarına yanaştı. Ejderhanın hala sıcak olan pullu derisinde elini gezdirdi. Ayakları korkudan titremesine rağmen burayı böylece bırakıp gidemezdi. Şu an ne yapması gerekiyordu? Bu yaratıkları sırtlayıp götürecek hali yoktu. Envanterine de sığacak gibi görünmüyordu.
Bunları düşünürken arkasında oluşan kıvılcımları ve parlaklıkları fark edememişti. "Merhaba, efendim. Her şey yolunda mı diye kontrol etmek için gelmişti-" Bu ses onu kendine getirdi. Gelenin Magister olduğunu hemen anlamıştı. Arkasını dönüp Magister'e bu yaratıkları nasıl kullanabileceğini sormak üzereydi ki Magister'in beş karış açılmış ağzını görünce söyleyecek bir söz bulamadı. "B-b-b-bun-bunları s-s-si-siz mi öldürdünüz?" dedi kekeleyerek Magister. Samir tam hayır demeye hazırlanıyorken duraksadı ve yeniden düşündü. Eğer evet derse onu direkman gerçek bir İşçi olarak şirkete alabilirler. Sonuçta hangi şirket böyle büyük bir oyuncuyu kaçırır ki? Bu sayede batı şehri hakkında daha fazla endişelenmesine gerek kalmaz. Tüm bunları gözden geçirdikten sonra "Evet, ben öldürdüm." dedi Samir. Magister aradan bir miktar zaman geçmesine karşın hala kendisini toparlayamadı. Derin bir nefes alıp duygularını kontrol etmeye çalışsa bile elinin titrediği bir kilometre öteden rahatlıkla anlaşılabilirdi. "E-efendim. Gerçekten de bunu beklemiyordum. Siz bunları nasıl öldürdünüz?" "Orası meslek sırrı. Sen bana şunu söyle:Artık bir İşçi miyim, değil miyim?" "Ben, benim bunu kurulla konuşmam gerek efendim. İzninizle ayrılıyorum." "Hayır! Bekle, ben bunları nasıl toplayacağım?" "İlk yaratığınızı öldürdüğünüz zaman size yeni bir beceri gelmiş olmalı. 'Toplama' adında bir beceri. Bu beceriyi kullanarak onları rahatça toplayabilirsiniz. Şimdi gitmem gerekiyor, görüşmek üzere Bay Samir."
Samir önceden bir slime öldürdüğü için öyle bir beceriye sahip olması gerektiğini düşündü. Fakat becerilerini kontrol ettiğinde öyle bir becerinin bulunmadığını gördü. Bir hata mı olmuştu? Bir dakika, yoksa o slime, ölmemiş miydi? Ama kendi elleri ile öldürmüştü. Gerçi hiç tecrübe puanı gelmemişti. Ya da herhangi bir bildirim. Onu sadece parçalamış olabilir miydi. Slimelar parçalandıktan sonra birleşebiliyorlar mıydı? "Lanet olsun!" dedi Samir. "Şimdi başıma başka bir dert daha açıldı..."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Diğer Dünya
Action"Hata yapmaktan korkma." derdi büyüklerimiz. Ama tuhaftır ki her şey bir hatayla başladı. Küçük bir hatayla... Oyunun yapay zekası hatalı yapıldığı için artık doğru düzgün çalışmıyor. Hatta oyunun içinde ölen bir insanı gerçek hayatta da öldürebiliy...