33 - Kezir

279 41 65
                                    

ZEİR

Oops! Bu görüntü içerik kurallarımıza uymuyor. Yayımlamaya devam etmek için görüntüyü kaldırmayı ya da başka bir görüntü yüklemeyi deneyin.

ZEİR

Çetük Şehri

Sabaha Karşı

Karanlıkta uzaktan birazdan varacak oldukları yer belli olmuyordu. Saye birkaç kez parmağıyla uzakları işaret etmişti fakat ateşin gözleri için bile görünürde her şey sıradandı.

Cadı ile buluştuktan sonra son sürat hızla Çetük'te ilerlemeye devam ettiler. Artık köylerden, çiftliklerden kurtulmuş ve esas sessizliğe gömülmüşlerdi. Kendilerinden başka konuşabilen kimse yoktu etrafta. Ya da kimselere ait bir yaşam izi yoktu. Kulaklarına uğrayan tek gürültü kendi hızlı solumalarına karışan nal sesiydi. Doğru düzgün yapılmış hatta açılmış bir yola bile rastlamadılar. Toz toprak içinde, simasız bozkırın ortasında, bir cadının liderliği eşliğinde dans ediyorlardı. Sanki Marseha'ya ait değildi yürüdükleri topraklar. Ettikleri dansın izleyicisi olmadığı gibi gayesi de her adımla eriyordu.

Kendi canlarını mı kurtaracaklardı yoksa kim için çıktıkları artık hiç umurunda olmadığı bu görev için mi hareket ediyorlardı?

En azından Zeir böyle düşünüyordu. Toprak üstündeki atın nalları altında eziliyor olmasına rağmen evim dediği bu ülke o kadar yabancı ve o kadar uzaktı şimdi. İlgilenmiyordu, tanımıyordu. Olmak istediği yer burası değildi. Ailesinden -annesinden- bu kadar uzaklaşırken kendisini ait hissetmediği bu yer tepetaklak olup omuzlarına biniyordu.

Tepeler yine arttı. Hatta daha da uzayıp birleştiler. Yollar daraldı ve geçitler dikleşmeye başladılar. Atlar giderek huysuzlanırken Zeir de pek farklı hissetmiyordu.

"Artık durmalıyız," dedi Ahzem. "Bir yerde durmalı ve konuşmalıyız." O da istiyordu. Bu yolculuğun manasızlığı artık ona da görünüyor olmalıydı.

"Biraz daha ilerleyelim. Şu iki tepenin arasına gireceğiz. Sonra da..." Atının terkisine vurunca cadının sözleri hafif esen rüzgara yem oldu.

Biraz daha, biraz daha... Tek yaptıkları ormana doğru yolu çok daha uzatan talihsiz bir rotadan ilerliyor olmaktı. Yürümek istiyordu. En azından yürümesine izin vermelilerdi.

Fırtına'nın uzun ensesini okşarken mırıldandı. "Evde olmayı isterdin değil mi?" Ev derken Yakut Sarayı'nı kastediyordu Hükümdar Oğlu. Doğup büyüdüğü yeri düşünüyordu, daha sonra çeşitli sıkıntılarla kiraladığı sığınağını değil.

Bunun iki nedeni vardı. Birincisi orası evdi. Kişinin en sıkıntılı anlarında yürek yakan bir özlemle andığı, kendi çekirdeğinin köklerinin ait hissettiği, sarmalayan huzuruna kavuşabilmek için serçe parmağını gözden çıkarabileceği akla ilk gelen yer oraydı.

Ait hissetmek. Aslında bu biraz çelişkiliydi Zeir için. Ama düşününce gözünde canlanan orası olmuştu. Büyük tavanı, altın varaklı kabartmaları ya da korkutucu resimleri değil kendi mütevazı odasının duvarları arasında bulunan annesinin odasına açılan gizli, dar geçit gelmişti aklına. Oraya aitti. İşte tam olarak o karanlık ve rutubet kokan koridor Zeir'in eviydi. En tanıdık, en olmak istediği yer. Birkaç yüzyıl evvel en sevdiği evladıyla bir dadı ve bakıcı ordusu olmadan ilgilenemediğini fark eden Hanım Afina tarafından yapılmıştı. Kadın beş çocuğundan birine o kadar düşkündü ki diğer dördünün hain bir gösteriyle beraber, kendi elleriyle anneleri ile ablalarını Yakut Sarayı'nın arka bahçesinde kılıçtan geçirebileceklerini ön görememişti.

YILAN YÜREKHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin