~Son Evlilik Bükücü~Telefon kapanır kapanmaz kafamı yemek masasına dayadım. Bu neydi şimdi? Korkudan kafayı yemek mümkünse her ân yetilerimi kaybedelirim. Annem ne diye birden bire arayıp bu konuyu açtı? Aklından neler geçiriyor? Söz konusu başkalarının derdi olunca nasılda daha zeki ve daha nesnel oluruz, demiş Stefan Zweig. Bu cümlenin doğruluğunu ancak şimdi farkediyorum. Konu benim dertlerime geldi ve beynim düşünmeyi reddediyor. Çözüm bulmaya en azından bir uğraşsa diyorum, o da yok. Sıra bana gelince istifa ediyor, mübarek. Aklıma her hangi bir fikir gelmeyince oflayarak ayağa kalktım. Tiramisuda mı kalmıştık en son? En iyisi tatlı yap ve kafa dağıt stilinden devam etmek. Böyle düşününce aklıma bir dizi geldi. Güneş'i Beklerken. Bir sahnesine denk gelmiştim. Zeynep depresyonda ama kız kardeşine kurabiye yapıyor. Kurabiyenin üstüne Kerem ve Melis yazacakken dalgınlıkla Zeynep-Kerem yazıyor. Böyle bir dizi çektikleri için senaristlere küfretmiştim. Çünkü kız bütün kurabiyelerin üzerine aynısını yapmış. Hadi birinde dalgındın, diğerinde? Geri kalan yirmi taneden bahsetmiyorum bile. Kafamı iki yana sallayarak telefonu açtım ve tarife bakarak tiramisuya başladım. Ben de Güneş'i Beklerken'de ki Zeynep gibi dalgın bir şekilde tiramisumu yapmış ve dinlensin diye dolaba atmıştım. Sonra durup kendime güldüm. Ben kalkıp tatlı yapmıştım ama ortada yemek yok. Sen kalk dizilerde ki karakterlerle dalga geç, Sahra... onlardan bir farkın varmış gibi. Durumum gerçekten vahimdi. Yemek yapmayı unutur mu bir insan? Nefes almayı unutmakla eşdeğer bence. Üzerinde çok durmayarak telefonu açıp mesaj kutusuna girdim. Yemek için Cihangir'den fikir almayı düşünüyordum ki ondan gelmiş olan mesajı görünce, vazgeçtim.
Cihangir: Dokuz gibi evde olurum
Saat dokuza kadar nerede, ne yapacak ki? Esra'nın yanına mı gidiyor acaba? Aman giderse gitsin, zaten tüm amaç Esra değil mi? Bir ânda Esra'ya giden yolda araç olmanın verdiği kötü hisle içime ağır, çok ağır bir şeyler oturdu. Hani bazen durduk yere bir ağlama hissi gelir de gözyaşları akmaz ya... öyle de bir his. Oturma odasına geçtim, olmadı. Tiramisumu yemek istedim, olmadı. Biraz televizyon izleyeyim dedim, o da olmadı. Elimi telefona atıp saate baktım. Henüz yediydi. Meraktan yerinde duramamak, saatlerin normalde hızla geçerken bugün geçmemesi, aklıma gelen pis düşünceler eşliğinde mesaj kutusunu açıp Cihangir'e mesaj yazdım.
'Neredesin?'
Bu olmadı sanki? Göndermeden bir defa daha okudum. Ve ne kadar şüpheci, hesap sorucu ve sahiplenici bir tutumda olduğunu farkettim. Hemen silerek telefonu elimde salladım. Ne yazsam? Ne yazsam da nerede ya da ne yaptığıyla alakalı bir şeyleri belli etmeden öğrensem? Utanmasam aklıma dahiyane bir fikir gelsin diye Wikinglerde ki Wiki gibi burnumu kaşıyacağım, o kadar trajikomik...
En son sıkılarak telefonu koltuğun üzerine bıraktım ve çalışma odamıza, mini kütüphanemize girdim. Ders çalışmaya ve kitap okumaya çalıştım. Garip bir durumdu. İçim garip bir burkulmayla sıkışıyordu. Bir boşluk vardı ve nefes alınca geçmiyordu. Sıkıntıyla kafamı açık kitabın sayfalarına yasladım. Bunu yapmak bana anlamsız bir huzur veriyordu. Farkında olmadan açık kitap sayfalarının arasında uykuya daldım.
Rahatsız ve yorucu bir uykuydu. İnsan uyuyunca dinlenirdi. Ama benim ruhum uykumda bile sıkıntılar içindeydi. Sonra vücudumda bana ait olmayan eller hissettim. Sıçrayarak uyandığımda neredeyse çığlık atıyordum. Elimi alnıma atıp korkuyla etrafa baktığımda şaşkın ve en az benim kadar tedirgin olmuş Cihangir'le göz göze geldim. Elleri bir şey yapmadığını belli eder gibi iki yanında havada 'sakin ol' der gibi temkinli duruyordu. Heyecanla inip kalkan ve çok hızlı atan kalbimin üzerine yumruk yaptığım boşta ki elimi vurdum. Nefes borumda sanki nefesler iç içe sıkışmış, öne geçip ağzımdan, burnumdan çıkmak için yarışıyorlardı.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Son Evlilik Bükücü
SpiritualAptallar Takımı Psikolojinizin etkilenebileceği düşüncesindeyseniz 18 yaşından önce okumayın. (Henüz düzenlenmemiştir.)