~Son Evlilik Bükücü~
Sessizlik. Sığındığım tenha liman. Düşünüyorum hâlimizi. Vakit geçtikçe dibe çekiliyoruz. Anlaşma yaparken koyduğumuz şartları tek tek yıkıyoruz. Çok samimi olmayacaktık, birbirimize dokunmayacaktık, arkadaş gibi olacaktık. Bu sadece bir kısmıydı. Bugün mesela; kendi isteğimle yanına gitmiş, oturmuştum. O da kolunu sanki her zaman yaptığımız bir şeymiş gibi hemen arkamdan uzatmış, koltuğa koymuştu. Kötü olan bundan rahatsız olmamamdı. Hatta bir ara arkamdaki kolunu omzumdan bana dolasın diye beklemişim içten içe. Bunu da şimdi farkediyorum. İçimi derince çektim. Dirseğimi arabanın kapısına camla bitiştiği noktaya yaslamış, başımı da yumruk yaptığım elime. Video izliyoruz beraber, gülüşüyoruz. Ondan önce ben onu, başka birini düşünüp gülümsemekle suçluyorum tabi onun bunlardan haberi yok. İşin trajik tarafı O zaten benimle başka biri için evlenmiş. Başımı iki yana belli belirsiz sallıyorum. Ben tam bir aptalım. Bundan böyle daha dikkatli olmam gerek. Ben bu adamdan hoşlanmaya başlarsam ortaya çıkacak yıkımı düşünemiyorum bile. Cihangir'in bana nasıl bakacağını, hakkımda ne düşüneceğini bilmek dahi istemiyorum zaten. Ha bir de hiç görmediğim malum Esra var. Ben bile merak ediyorum, kıskanıyorum Cihangir'i. Ama gayet doğal bir şey, farkındayım. Onu sevdiğim için değil bu. Başka biriyle görünürse, kime ne hesap vereceğimi düşündüğümden. Peki ya Esra? O, sevdiği adam başka bir kadınla aynı evde yaşarken kıskanmıyor mu? Ya da sevdiği adam kendisini değil de kaybedilecek bir mirası daha fazla önemsediği hâlde nasıl onu sevdiğini düşünebiliyor ki? Daha fazla düşünmek istemeyerek önümde dalgınca izlediğim boşluktan kafamı kaldırıp camdan dışarıya, karanlık gecenin içinde karanlığı daha da karanlık yapan sokak lambalarını ve kalabalığı daha da yalnız kılan âdeta birbirleriyle yarışan yalnız arabaları izledim. Hepimiz yalnızdık. Ve etrafımda ki her detay beni daha çok yalnızlığa sürüklüyordu.
"Geldik." Diyen Cihangir'le durduğumuz sokağa baktım. Ailemle yaşadığım ev. Şimdi o kadar uzak geliyor ki burada koşturup durduğum, Sümeyye'yle kavga edip Usame'yle oyunlar oynadığım zaman. Sanki yıllar önce gördüğüm eski bir rüya gibi. Şimdi içimde garip yalnızlıklar var sadece. Sümeyye'yle beraber biz de arabadan indik. Canan ablalardan ayrılınca kızlar artık eve dönmek istediklerini söylemişlerdi ve biz de onları eve bırakıyorduk. Önce Sümeyye'yi ardından da Firdevs'i evlerine bıraktık. Evleri. Onların evleri, yuvaları. Bizse artık o yuvanın tamamına dahil olamadığımız gibi tamamen dışarıda da bırakılmıyorduk. Eksik hissediyorum tabi. Yine de büyük ölçüde kendi tercihlerimin sonuçlarını yaşıyorum. Eve dönmek yerine siteye yakın bir belediye parkının önünde arabayı durdurdu Cihangir.
"Hadi, gel. Biraz hava alalım." Dediğinde onun gibi ben de indim arabadan.
Banklardan birine ilerledik ve bir ucuna ben diğer ucuna Cihangir oturdu.
"Bu gece hava serin ama sanki tatlı, yumuşak bir serinlik var." Diye sanki bir şey söylemesi gerekiyormuş da aklına bir tek bu gelmiş gibi mırıldandı. Ben de kafamı gökyüzüne doğru kaldırdım. Cihangir'in dediği gibi havada ki yumuşaklığı hissedecek miyim diye kendimce havayı hissetmeye çalıştım. En son neyi kastettiğimi bilmeyerek "Bilmiyorum..." dedim. Çünkü bilmiyordum. Ne havayı, ne düşüncelerimi, ne de duygularımın gidişatını. Cihangir bankta geriye doğru yaslanırken sağ bacağını da sol dizinin üstüne attı.
"Seni ne zaman mutlu veya azıcık huzurlu görsem çok zaman geçmeden sanki sevindiğine, güldüğüne hatta huzurlu olmana bile içerlemiş gibi düşüncelere dalıyorsun."
Söylediği şeyi tam olarak anlayamadığım için doğrularak ona döndüm.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
Son Evlilik Bükücü
EspiritualAptallar Takımı Psikolojinizin etkilenebileceği düşüncesindeyseniz 18 yaşından önce okumayın. (Henüz düzenlenmemiştir.)