Bayan Trelawney tarot kartlarını belki de beş yüzüncü kez karıştırmamızı isterken Charlie bayılacak gibi görünüyordu.
"Bir kez daha Deli'yi çekersen delireceğim. Bir saattir aynı şeyi yapıyoruz yahu!"
Charlie'nin çektiği kartlardan birini yüzüne tuttum. "Senin dördüncü kez Rahibe kartını çektiğini, Beasent'a göstermemi ister misin?"
Kulaklarına kadar kızarırken elimden kartı alıp saklamak ister gibi kadife örtünün üstüne koydu. Sonra da derin derin bir iç çekti. "Sanırım Eadburg Beasent'ı kazanma planım suya batıyor."
Sınıfın diğer tarafındaki Eadburg Beasent'a baktım. Diğer öğrencilerin aksine hiç de sıkılmış görünmüyordu. Kartları dikkatlice inceleyip, notlar alıyordu.
"Planın adımlarını izlemediğin için olabilir mi? Adım bir, hayalinde değil gerçekten de Eadburg'le bir sohbet başlat."
Kartları tekrar yelpaze şeklinde açıp seçmem için bana sundu. Surat asmaya devam ederken çektiğim kartları tek tek önceki çektiklerimle karşılaştırıp hangi kartı, kaç kez çektiğimi üst üste sıraladığı tabloya yazdı. Her çekişimde aynı gelen iki kartı kenera alıp tekrar karıştırdı.
"Robert Cornish ile pek samimiler."
"Ee? O halde ondan önce hareket et."
"Nasıl ondan önce hareket edebilirim, ikisi aynı binada. Cornish'in daha çok şansı var. Zamanım yok. Haksızlık."
"Charlie, yaklaşık yedi yılın vardı."
"Konu bu değil! Ah— bu arada, bak, Papa çıktı ilk kez. Her neyse... Flamewood olayı ne iş?"
Adını söyler söylemez, duymuş olmasından çekinerek Leo'ya bakındım. Angelina'nın seçtiği kartları diğer elinde tuttuğu kitaptan bakarak yorumluyordu. Gözaltları hep olduğu gibi kızarık ve morarıktı. Burnu ile dudakları gibi. Kravatı da gevşemiş, gömleğinin dördüncü düğmesinde sallanıp duruyordu.
"Bir iş yok."
Charlie seçtiğim kartları bir yana bırakıp bana ters ters baktı. "Gerçekten Grace ile her şeyi konuşup beni her şeyin dışında mı bırakacaksın? Biliyorsun Grace ve Diana'dan önce Charlie ve Diana vardı."
Onun isyanına karşı gülmeden edemedim. Bazen üçümüz arasında biraz dışlanmış hissedebiliyordu. Bu konuda da tamamen haksız sayılmazdı. Nedeni de Charlie'ye güvenmediğimden ya da anlatmak istemediğimden değildi. Yalnızca Grace genelde neler olduğunu Charlie'ye nazaran çok daha kolay çözüyor ve ısrarcı olabiliyordu.
"Leo artık... benden nefret etmiyor diyebiliriz."
Sonunda ağzımın açıldığını duyar duymaz sandalyesinde daha rahat bir pozisyona geçip kollarını göğsünde bağladı. "Ya sen?"
"Hayır. Artık arkadaşız."
Gözleri tavandaki kürelerde gitti geldi. "Benimle senin gibi mi?"
"Hayır. Yani... Dürüst olmam gerekirse, Charlie, bilmiyorum."
Bu konuda da doğru söylüyordum. Leo beni öpmüştü, Noel boyunca beraber vakit geçirmiştik ve bol bol konuşmuştuk ancak, yine de, öpücükten sonra arkadaştan dahası olduğumuza dair bir şey vurgulamamıştı. Ya da o şekilde hareket etmemişti. Bana günaydın diyor, karşılaştığında gülümsüyordu evet ama... özellikle beraber olmamız için çaba harcamıyordu Noel bittiğinden beri. Yalnızca dostmuşuz gibi davranıyordu.
Onu suçladığım ya da daha fazlasını da beklediğim yoktu. Benden nefret edememek bile ona dayanılmaz bir vicdan azabı ve ızdırap verirken tüm Hogwarts öğrencilerinin gözüne dahasını sokmayacağını da biliyordum. Bunu istemek de bencilce olurdu.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Flower on The Cemetery // Gryffindor
Fanfiction"Yapamam," dedim gittikçe daha da ağırlaşan nefesimi düzenlemeye çalışırken. Panik bedenime hakim olmaya başlıyor, kontrolümü kaybediyordum. "Kim olduğu umurumda değil. Kimseyi öldüremem." Omuzlarımın üstüne kapanan eller bana hayatım boyunca hisse...