Y/N: Öncelikle çok teşekkür ederim bu hikayede yolculuğuma katıldığınız için gerek yorumlarınızla, gerek oylarınızla, gerek okumalarınızla. Diana ve Leo benim için çok özel bir yerde oldular gerçekten de sizin sayenizde. İyi okumalar, umarım başka hikayelerde de görüşürüz ! <3
Alden Findlay yazısının üstünde parmağımı gezdirdim. Ne tuhaf. Alden'ın gerçek soyadını bile hiç öğrenememiştim daha önce.
Bugün hava kuruydu ama inanılmaz bir soğuk vardı. Montumun içindeki kazağımın boğazını çeneme kadar çekmeye çalıştım. Kot pantolonumun altındaki çimler bile kuru olmalarına karşılık, beni donduruyorlardı. Ancak karlı günlerde burada oturmak çok daha zor oluyordu.
Mezarlığın dışındaki evlerin bazıları Noel süslerini indirmeye başlamışlardı. Fakat hala sokakları uzaktan bile aydınlatıp, dikkat çekecek kadar parıltılı evler vardı.
Alden'ın mezar taşına bir zambak bırakmadan önce ona bırakılan iğrenç, cansız ve onun için kötülükten başka hiçbir şeyi simgeleyemeyecek gülleri kenara attım. Ona ne getireceğimden de emin değildim. Her seferinde farklı bir çiçek getiriyordum. Çiçecekleri sevip sevmediğini bile bilmiyordum. Asla öğrenme şansım olmamıştı. Yalnızca güllerden nefret ediyor olduğundan emindim.
Aslında düşününce soğuk o kadar da kötü hissettirmiyordu. Onunla bir sene önce, hep baykuşhanede buluştuğumuzda da soğuk oluyordu hava. Beni çalıştırdığında, bana bildiklerini öğrettiğinde, planlar yaptığımızda... hep pijamalarım içinde titreye titreye onu dinliyordum.
Mezar taşına bir tane karga konunca ister istemez bir heyecana kapıldım. Fakat bu, ne zaman buraya gelsem oluyordu. Kargalar sanki Alden'ın kim olduğunu biliyormuş da, yasıma ortak çıkmak istiyorlarmış gibi burada oluyorlardı hep.
Elbette diğer bir sebebi de kargaların genellikle bu mezarlığa yuva yapıyor olmalarıydı.
Alden'a karşı duyduğum özlemin hiçbir zaman geçmeyeceğini biliyordum. Bunu bilmek hem çok yorucu bir ağırlık veriyor, hem de bir parçam olduğunu kabullenmek, artık sonucun belirlendiğini görmek, rahatlatıyordu.
Sonunda kendi başıma çıktığım dairemde ne zaman camıma bir karga konsa koşa koşa kendimi camı açarken buluyordum. Oysa Alden'ın cenazesindeydim. Onu görmüştüm. Bundan aylar önce gömülürken.
Anılar tekrar gözümün önünde belirince başımı iki yana salladım. Belki de tarihteki en kalabalık olmayan cenazelerden biri olmıştu. Onun cansız bedenini görene kadar sanki öldüğü gerçeği bu kadar somut olmamıştı. Cevabı olmasa bile kendime neredeyse her gün soruyordum.
Neden?
Birkaç metre ötemde bir anne ve oğlu olduğunu düşündüğüm bir çocuk duruyorlardı. Noel zamanı mezarlıkların daha kalabalık olması beklenirdi belki ama tam tersi oluyodu. Noel'de insanlar üzgün olmak istemiyorlardı. Birilerini anmayı belki de sonraya ertelemek daha az yorucu geliyordu içten içe.
Benimse gidecek hiçbir yerim yoktu. Alden'la konuşabildiğim kimseyle konuşamıyordum. Ailem, Alden'ın lafı geçse bile suçluluk çektiklerini görünce ben de eziyet çekiyordum. Grace ve Charlie ise yeterince benim yanımda olmak için her şeyi yapmışlardı. Daha fazla onları tanımadıkları biri için tuttuğum yasla sıkmamın manası yoktu. Üstelik işte olmak beni genelde meşgul ediyordu da. Sabah geç kalmamak için telaşla hazırlan, akşama kadar oradan oraya koştur ve eve geldiğinde yorgunluktan koltuğunda bayıl...
Hayal ettiğim hayat olmadığını biliyordum ama hayal ettiğim hayata gitmem için katlanmam gereken bir basamaktı yalnızca. Üstelik tek başıma yaşamak, sandığımdan çok daha eğlenceli olabiliyordu. Durmadan hiçbir şey yokmuş gibi davranmak zorunda olmamak, istediğim saatte istediğimi yapmak ve sorgulanmamak bana ihtiyacım olan özgür ve huzur yaşamı getirmişti.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Flower on The Cemetery // Gryffindor
Fanfic"Yapamam," dedim gittikçe daha da ağırlaşan nefesimi düzenlemeye çalışırken. Panik bedenime hakim olmaya başlıyor, kontrolümü kaybediyordum. "Kim olduğu umurumda değil. Kimseyi öldüremem." Omuzlarımın üstüne kapanan eller bana hayatım boyunca hisse...