Kapıyı tuttuğumda Leo beni durdurdu. "Bekle, bekle. Doğru görünüyor muyum?"
Leo'yu çok nadir kendinden emin olamazken gördüğümden gülmemek için kendini tutamadım. Birbirine girmiş saçlarını ve hırpalanan görüntüsünü ellerimle düzeltip burnunun ucuna vurunca irkildi. Gözü kolay korkmuyordu ama benim ailemden mi gergindi?
"Doğru görünüyorsun."
İçeri girip, ben daha kimsenin ismini seslenmeden babam salona elinde kupası ve asasıyla girdi. Ciddi bir tehlike olmadığının farkında olsa bile eve bir yabancının girdiğini, büyü kullanmadan bir anahtar yardımıyla girdiğini biliyordu. Evin üstündeki büyü gerçekten de işe yarıyordu demek.
Babam ve Leo birbirlerine şaşkınca bir süre baktılar. Babam gözlerini kısıp onu uzun uzun inceledikten sonra tek kaşını kaldırdı. "Charlie sarışın değil miydi?"
Gözlerimi devirip, Leo'yu salona daha çok girmesi için çekiştirdim. Şimdi o kadar da kendinden emin görünmüyordu. "Baba... bu Leonard Flamewood."
Babamın yüzü bir anda dondu. Elinde tuttuğu kupayı daha sıkı kavradı. İkisi birbirine bakarken, en az Diabolos'un yanında hissettiğim kadar rahatsız olmuştum. Ya birbirlerinden hoşlanmazlarsa? Ya tartışma çıkarsa? Ya ikisinden biri yanlış biri söylerse? Ya babam evi terk etmesini söylerse?
Panikleme. Kendi kendimi sakinleştirmeye çalıştım. Sonuçta onu buraya getirebileceğimi kendi söylememiş miydi?
Leo elini uzatınca babam; Quidditch süpürgesini, çeşit çeşit kalemlerini, ejderha yüreği tellerine sahip asasını yıllarca elinden indirmemekten aşınan soluk tenli avucuna baktı. Neyse ki sonunda uzanıp sıktı ve ona gülümsedi. "Leo," dedi genzini temizleyip. "Üzgünüm. Diana'nın bu saatte birini eve getireceğini düşünmemiştim. Hele de seni. Dürüst olmak gerekirse bir Flamewood'un evimde olması biraz beklenmedik oldu. Sophia! Canım, gel de misafirimize merhaba de."
"Diana sana milyon kez söyledim. Grace ve Charlie'yi eve getirmeden önce bana haber vermek dünyanın en zor işi değil. Sözsüz büyü yapabiliyor ama bana bir geleceklerini-- ah. Bu kişi yeni."
Annem şaşkınca, tıpkı babam gibi, hayatlarında ilk kez bir erkek çocuğu görüyorlarmış gibi Leo'ya bakmak için durdu. Leo'nun sessizliği ve gerginliği beni neredeyse bu durumda bile güldürecekti. Odadaki herkesi kendine hayran bırakmaya ve sevdirmeye takık biri için Gonheart Ailesi ona bir mücadele olacaktı.
"Leonard Flamewood," dedi elini bu sefer de anneme uzattı. Tanışmaları iyi miydi? Kötü müydü? Karar veremiyordum. Bir şeyler ters gider ve Aurelis'in üstesinden gelemezsem, en azından neler döndüğünü çözmek için tek başlarına olmayacakları en azından, değil mi? Eğer Diabolos olmasaydı, Leo'nun annemi görmesini istemez miydim? Ya bu elimdeki son şansa, kaçırmam daha mı iyi olurdu?
Ben düşüncelerimin arasındayken ikisinin ne zaman konuşup, gülüştüğünü kavrayamamıştım. Annem, Leo ile aramdakine can atarak yaklaşmayan biri için Leo'ya fazla içten davranıyordu. Masaya oturmak için eğilince, üç sandalyeli masamıza uzaktan bir tanesi sihirle- adeta koşarak- katıldı. Derin bir nefes alıp, ter içinde kalmış ellerimi pantolonuma sildim. Leo'nun yanına oturduğumda uzun süreden beri ilk kez tabakların ve çatalların havada uçtuğunu kendi evimde gördüm. Misafir ayrıcalığı. Flamewood bile olsanız.
"Turta sever misin, canım? Büyük dilimini al, lütfen. Daha fazla aç mısın? Akşam yemeğinden kalan bir şeyler de--"
"Sophia," dedi babam masanın diğer tarafından annemi uyarmak için. "Bırak da çocuk nefes alsın. Boğucaksın. Bu ev bir tane daha Flamewood vakasıyla ne kadar başa çıkabilir, bilmiyoruz."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Flower on The Cemetery // Gryffindor
Fanfiction"Yapamam," dedim gittikçe daha da ağırlaşan nefesimi düzenlemeye çalışırken. Panik bedenime hakim olmaya başlıyor, kontrolümü kaybediyordum. "Kim olduğu umurumda değil. Kimseyi öldüremem." Omuzlarımın üstüne kapanan eller bana hayatım boyunca hisse...