Uyandığımda bir an için nerede olduğumu çözemedim. Koyu yeşil çadırın tepesini sonunda anlayınca neler olduğunu hatırladım. Asam da elimde değildi.
Aniden yerimde doğruldum. Sabah olmuştu. Saatin kaç olduğundan da haberim yoktu ama horozların sesi uzaktan geliyordu. Sabah soğuğu yüzünden büzüşmüştüm.
Çadırdan telaşla çıkınca Leo'yu göremeyince az daha kalp krizi geçiriyordum ama saniyeler içinde onu iki yanında köpeği olan bir adamla görünce tekrar bedenim normal haline döndü.
Eh, en azından sabah kahvesi yerine vücudumu uyandıracak bir şey bulmuştum.
Çadırı toplayıp, çantama sokarken yanıma geldi. Tüm gece uyumamış olmasına rağmen epey keyifli görünüyordu. "Günaydın," dedi elimdeki çantayı benden alıp. Sertçe ondan geri aldım. Centilmenliğin sırası değildi.
"Beni uyandıracağını söylemiştin."
"Ah," dedi yeni hatırlamış gibi. "Trene binmeden önce uyumuştum. Bu yüzden uykum gelmedi. İkimiz de ayakta kalacağımıza birinin uyuması iyi olmadı mı?"
"O kimdi?"
Gerisine bakıp, mısır tarlasına girmekte olan adama tekrar baktı. "Buranın yerlisiymiş. Nereden araba bulabileceğimizi öğrendim."
"Sen Fransızca mı biliyorsun?"
Ona okumayı bilip, bilmediğini sormuşum gibi bana baktı. "İyi habere gelirsek. Bir araba buldum."
Eliyle her halinde epey eski ve- bana sorarsanız- neredeyse tarlaları biçmek için kullanıldığını düşündüğüm bir arabayı gösterdi. Üstündeki füme rengi güneş ve kirden solmuştu. Benim içinse hala iyi haberler demekti. Yalnızca tekerleklerinin dönüp, gaza basabiliyor olması önemliydi.
Ve tabii ki sihirli olmaması.
"Karşılığında ne verdin?" Hayatı boyunca Muggle parası gördüğünden bile emin değildim.
"Kümesini ve çitlerini onardım. Muggle'lar ve küçük sorunları. Arabasını son yirmi sene içinde kullandığından bile şüpheliyim. Her neyse. Yola çıkabiliriz."
Kestane dalgaları kirpiklerine düşünce refleksle yüzünden geriye itti. Aynı renk gözleri ise parlıyordu. Ter, toz, toprak içinde günlerdir dışarıda kalmıyor olsa neredeyse bu durumdan zevk aldığını düşünecektim.
"Hepsini ben uyurken mi yaptın?"
"Evet. Kolay oldular."
Hah.
Gece ben uyurken, birisi kafasını yerinden koparıp beni de zehirledikten sonra ailelerimizi katletmediği için şanslıydı. Ama kabul etmek gerekir ki, iyi de iş çıkarmıştı. Açtığı sorunu bilmesem bile gidermeye çalışmakta başarılıydı.
"Tamam," dedim benden aferin bekler gibi bakan yavru köpek bakışlarını görmezden gelirken. Kolunu tutup onu arabaya sürükledim. Bana karşı çıkmadı. Onu yolcu koltuğuna ittirip, aceleyle kendim kapıyı açtım.
"Fransa'da yaş sınırı on sekiz," dedi ben elimden gelen tüm hızla buradan çıkarken, haritayı cebimden çıkarıp önümüze bıraktım. Alden'ın ":)" işareti tamamen yolu değiştirmiş, Brighton'daki evimi gösteriyordu.
Gözlerim arabanın takviminde bir şeyler aradı ama Fransızca yazıları anlayamıyordum. "Tarih ne?"
"Ağustos on sekiz."
"Doğum günüm geçeli aylar oldu," dedim. Göğsüm sıkışmıştı. Kesinlikle bir haftadan çok daha uzun süredir ortada yoktum. Sonbahara çok yakındık. Eylül geldiği an Diabolos bunca aydır gösterdiği sabrın karşılığını alacaktı. Leo'yu elimden gelen tüm günlerde hayatta tutmak isteyeceğimi biliyordu. "Ayrıca hiç uyumayan, cisimlenmekten kan değerlerinin tehlikeli derecede düştüğünü varsaydığımız kişidense benim kullanmam daha mantıklı."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Flower on The Cemetery // Gryffindor
Fanfic"Yapamam," dedim gittikçe daha da ağırlaşan nefesimi düzenlemeye çalışırken. Panik bedenime hakim olmaya başlıyor, kontrolümü kaybediyordum. "Kim olduğu umurumda değil. Kimseyi öldüremem." Omuzlarımın üstüne kapanan eller bana hayatım boyunca hisse...