Grace'in aracından çıkardığı meyve kasalarını asamla, dükkana taşırken az dana omzuma çarpıp koşturan küçük bir çocuk yüzünden hepsini deviriyordum.
Birkaç tane şeftali kasalardan düşüp, yuvarlanırken iç çektim. Hayıflana hayıflana toplamaya girişecektim ki arkamdan Grace'in sesini duydum. "Lanet ufak troller sizi! Sizi sihirle küçük sıçanlara dönüştürmemi ister misiniz?"
Grace'in kızgın sesiyle birlikte dükkandan kaçıp, dışarıda koşuşturmaya devam ettiler. Bir tanesi Grace'in arkasından korkunç cadı diyince, az daha sekiz yaşındaki bir çocuk olmasını aldırmadan onu öldürmek için atılıyordu ki Thomas Relish onu kollarından tutup durdurdu.
"Birinin yemek saati gelmiş," dedi Grace'in küçük bir çocuğa saldırmayacağından emin olana kadar kollarını tuttu.
"Yalnızca yardım etmek için gelmiştiniz. Bir haftadır, sabahtan akşama kadar yapmam gereken işleri benim yerime yapmak için değil." Charlie unlu ellerini yemek önlüğünün üstüne sildi. Sıcak hava yüzünden burnu ile elmacık kemiklerinin üstü kızarmış, ocakta durduğundan yüzü de kekleri gibi pişmişti sanki.
Trende tanıştığım, sakar ve şaşkın on bir yaşındaki çocuğun sevdiği bir işi sevdiği şekilde, yani büyüyle yapmasını izlemekten daha gurur verici bir şey yoktu.
"Kapa çeneni, Alvingham. Ben kendi işimi yapıyorum. Dedenin fırınına ihtiyacı olanı getiriyorum. Kasaları taşımak yardım olabilir ama meyvelerimin parasını istiyorum. Dunnlar adına yani."
"Kasaları Thomas'a taşıtıyorsun."
"Yani? Meyveleri de ona ektirmiyorum ya?"
Charlie'nin dedesi yalnızca dış görünüşüyle değil, karakteriyle de ona fazlasıhla benziyordu. Daha doğrusu Alvingham Ailesi'nin doğasında meraklı, konuşkan ve içten olmak vardı. Sonunda kendisi yerine torunu işlerde koşturup, kendisinin rahatça arkasına yaslanabileceği için memnun olduğunu söylemişti. Memnuniyetini de ne zaman bizi görse ellerimize çörek ve şeker sıkıştırmakla gösteriyordu.
Bir fırını işletmenin önce kolay olduğunu düşünmüştüm. Ama işin içine büyü de girdiğinde, bir anda kendimi yalnızca dakikalar içinde ter kan içinde kalırken buluyordum. Durmadan dükkana gelen meyveler, şekerler, unlar ve diğer kalan tüm malzemeleri gözlerim bile yakalayamazken bunların hepsinin doğru not alındığından emin olmam gerekiyordu. Çünkü sihirle, kendi kendine deftere sayıları geçiren kalemcik dahi yorgun düşebiliyor, ışık hızında gidip gelen arabaları gözden kaçırabiliyordu. Tüm dükkan dört kattan oluşuyordu. Bir de en tepede terası vardı. Çoğu zaman hız kazanma iksirlerini üst üste fondiplemek istesem de hiçbir şey bu yorgunluğu azaltamıyordu. Büyü bile.
Mutfak ise tamamen bir kaostu. Gerçekten çoğu zaman Charlie'nin aklının içinden farksız olduğunu düşünüyordum. Özel siparişler, bekleyen müşteriler, hazırlanan tatlılar, ekmekler, sandviçler...
Hepsine rağmen burada durmak beni mutlu ediyordu. Charlie ve Grace'i haftanın birçok günü görebiliyordum. Hala büyünün içindeydim. En önemlisi ise bu karmaşa beni meşgul ediyordu.
Her gün Alden'dan bir haber beklerken daha da çok aklımı kaçıracak gibi hissediyordum.
Aurelis'i bulmaya hazırdım. Zamanım da kalmamıştı. Tek ihtiyacım olan bana yol göstermesiyken şimdi neden ortaya çıkmamakta ısrar ediyordu anlamıyordum. Muggleların arasına girmek istemediğini, anneme yakın olmanın tehlike teşkil ettiğini ve buraya gelmesinin zor olacağını biliyordum.
Ancak en kısa sürede bir çözüm bulmak zorundaydı. Yoksa elimde hiçbir şey olmadan yola çıkmaya hazırdım. Hiçbir önlem almadan bile.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Flower on The Cemetery // Gryffindor
Fanfiction"Yapamam," dedim gittikçe daha da ağırlaşan nefesimi düzenlemeye çalışırken. Panik bedenime hakim olmaya başlıyor, kontrolümü kaybediyordum. "Kim olduğu umurumda değil. Kimseyi öldüremem." Omuzlarımın üstüne kapanan eller bana hayatım boyunca hisse...