O T U Z

637 76 103
                                    

- L E O -

Gözlerini kapatıp açtı. Sakin kalmaya, tekrar onunla başka bir kavga çıkarmamaya çalışıyordum ama Diana o kadar zordu ki sürekli elim kolum bağlı kalıp onun bana gelmesini beklemek zorundaymışım gibi hissediyordum.

Ki bu his hiç hoşuma gitmiyordu.

Ama sürekli her an elimden kayıp gitmek üzere gibi hissettirmesinin yanında hiçbir şeydi.

"Mantıklı değil işte." Kendini tekrar etti. Kazağının yakasını çekiştirip, şöminenin yüzüne vuran sıcağından dolayı kızaran yanaklarını şişirdi. Her zamanki gibi çok yumuşak görünüyorlardı. "Kendin gibi konuşmuyorsun sanki. Leo gibi konuşmuyorsun."

"Neden böyle düşünüyorsun?"

"Çünkü—" eliyle beni gösterdi. Ne demek istediğini anlamakta zorlanıyordum. Hiçbir zaman onun düşündüğü kadar nefret etmemiştim ondan. Küçük birer çocuk olduğumuzda bile yalnızca kızgındım. Kafasında beni nasıl tanımladığını söylemek pek mümkün değildi ama her şeyi abarttığını tahmin edebiliyordum. Kim onu suçlayabilirdi ki? Ben de böyle inanması için kendimi zorlamamış mıydım? Bir anda maske düşünce elbette karşılaştığının gerçek olan olduğunu kabullenmiyordu.

"Sana söylediklerimin gerçek olmadığını mı düşünüyorsun?"

Başı eğik olduğundan saçları yüzünü kapatıyordu. Hep kendinden son derece emince kaldırdığı çenesine ve meydan okuyan bakışlarına alışık olduğumdan son zamanlarda karşımdaki Diana'yı tanımakta zorlanıyordum. Adeta bir anda ailem konusunda endişelenen, bana hak veren ve Gonheart olmasından benden bile daha çok nefret eden birine dönmüş gibiydi. Soyadıyla gurur duyan biri olmamıştı hiçbir zaman ama bu sene bir anda değişmişti.

Şimdi de beni bir anda değişmekle mi suçluyordu?

"Hayır yalnızca neden aniden kendimizi burada bulduğumuzu anlamıyorum."

"Sen neden beni bir anda öpmeye karar verdiysen ondan."

"Yani," pembe dudakları aralanıp, parmaklarıyla oynadı. İncecik parmakları ve küçük avucuyla nasıl her defasında Snitch'i bu kadar hızlı yakaladığını merak ettim. Belki de epey zayıf olması ona hızla avantaj kazandırıyordu. Ya da büyükbabası ile olan çocukluk anısındaki gibi etrafındaki objelere karşı çok hassas olmasındandı bu. Diana'ya karşı ilgimin olduğunu az çok çözmüştüm ama bir anda bana bunu itiraf ettiği günden beri aklımdan çıkmıyordu. Hep korkusuz, çok güçlü ve umursamazmış gibi görünürken bana bu savunmasız yönünü açacağını düşünmezdim.

Gözüme bir anda benden hiç de farklı görünmemişti. O da korkarak, kusursuz olmaya mahkum ve ailesine karşı özlem duyarak çocukluğunu geçirmişti. Çizmek istediği ve dışarıdaki herkese gösterdiği o efort göstermeden iyi notlar alan, herkesi tek bakışıyla korkutup uzaklaştıran ya da kendinden bir an bile şüphe etmeyen sinir bozucu derecedeki mükemmel camı kırıldığı için yanında kendimi çok daha... kendim olabilirmiş gibi hissediyordum.

"Yani ne?"

Konuşması için tekrar onu ittirmem gerekiyordu. Dürüst olması için, ne istediğini, ne yapmaya çalıştığını söylemesi için hep arkasında olmam gerekiyordu.

Eğer o kocaman, altından yapılma bir çöl gibi görünen kahverengi gözlerini bana çevirip çocuksu gülümsemesiyle güleceğini bilseydim bunu yapmaktan bir an için bile şikayetçi de olmazdım.

Diana bana kolay kolay gülümsemiyordu. Bunun da farkındaydım. Bana bakarken, kahkaha attığı, güldüğü ya da kıkırdadığı zamanlar yalnızca onu gafil avladığım zamanlar oluyorlardı ve yalnızca saniyeler sonra bunu yapmak canını yakıyormuş gibi hemencecik silkelenip ciddileşiyordu.

The Flower on The Cemetery // GryffindorHikayelerin yaşadığı yer. Şimdi keşfedin