Uyandığımda kendimi yatağıma bulmadım.
Kat kat yorganların arasında yumuşak ve sıcak yatağımda değil, buz gibi bir yerdeydim. Neresi olduğundan emin de değildim. Her yer çok karanlıktı fakat aynı zamanda da her yerde ayna vardı. Eğer bu koskocaman oda yerine daha dar bir yerde kalsaydım, tek göreceğim şey kendim olurdum.
Üstümde pijamalarım da yoktu. Yavaş yavaş paniğe kapılmaya başlıyordum. Günlük kıyafetlerim vardı. Keten pantolonumla, bir kazağım ve botlarım vardı ancak ne çantam ne de başka bir şeyim yanımdaydı.
"Diana!"
Diabolos'un sesi yankılanınca üstümü aradım. Elim refleksle hep asamı muhafıza ettiğim yere gitti ancak orada da yoktu.
Bu kötü. Bu çok kötü. Bu ya kabus ya da benim acı verici sonumun giriş sahnesi.
"Alden, iyi iş çıkarmışsın. Baksana şuna hiçbir şey hatırlamıyor."
Gözlerim etrafta Alden'ı aradı. Ona tüm benliğimle güvenebileceğimden emin olamasam da bu yerde Diabolos ile yalnız kalmaktansa en azından onun varlığını paylaşmak beni bir nebze daha iyi hissettirebilirdi.
Sonunda gölgelerin arasında açık renkli gözlerini gördüm. Bakışları endişeli olsa da bana gülümsedi. Uzun pelerininin arasından asamı gösterdi. Sakinleş. Diabolos'ta olmasından iyidir, değil mi? Merlin aşkına Alden'a güvenmek istiyordum. Alden'ın söylediği her şeyin doğru olmasından daha çok ihtiyacım olan hiçbir şey yoktu.
"Neden buradayım? Burası neresi?"
Diabolos irisleri dağılıp, neredeyse bir insan gözü olmaktan uzaklaşmış gözlerini bene çevirirken gülümsedi. Destek alarak yürüdüğü sopasının ucunu bana doğrulttu. "Hiçbirinin önemi yok. Hogwarts'a döneceksin. Buraya kendi ayaklarınla geldin ne de olsa. Sana zaman vereceğimi söylemiştim, değil mi? Büyükbabacığın seninle daha ayrıntılı bir konuşma yapmak için geldi şimdi."
Elini şıklatınca iki tane ev cini hızlıca kadife bir koltuğu getirdiler. Diabolos oturunca da eğilip, ağır ağır geriye çekildiler. Burası Gonheart Malikanesi değildi, olamazdı da. Ancak her neresiyse, Diabolos'un epey rahatlıkla sefasını çektiği bir yerdi.
"Bu kadar kısa sürede nasıl ya--"
"Diana, Diana... Hep çok sabırsız bir kız oldun. Çok sabırsız... önce seni görmek isteyen biri var. Saygısızlık etme ve ona merhaba de."
"Kim ile--"
Sanki sonu olmayan bir odaymış gibi karanlıkların çok uzağından bir ses duyuldu. Daha çok... topuklu ayakkabı sesi gibiydi. Sonunda kadife ve vücudunu sımsıkı saran, siyah kadife elbisesi ile genç bir kadın belirdi. Saçlarını Ortaçağ'daki bir prenses gibi bir tarafını ince örgüyle örüp kristal tokalarla tutturmuş bir tarafı ise belinden aşağıya kopkoyu orman yeşili bir renkle uzanıyordu. Saçları ile aynı renk zümrüt gibi parlayan gözleri beni görünce irileşti.
"Diana!" dedi hatırladığımdan çok daha derin bir sesle. "Bu gerçekten sen misin?"
Nyx Gonheart'ın ta kendisiydi bu karşımda duran kadın. Elbette onu yalnızca Hogwarts'tan yeni mezun olmuş genç bir cadı olarak hatırlıyordum en son. Şimdi ise... tamamen bir kadındı. Bana yaklaşırken aynı şaşkınlıkla onu izliyordum. Kendisi Diabolos'un, çocuğu olmasından dolayı fazlasıyla gurur duyduğu kızıydı. Babamın aksine, Gonheart Ailesi'ne yakışan tek evlattı Diabolos'un gözünde.
Bana yaklaşınca elimi havaya kaldırdım. Güçsüz bile olsa, asasız da kendimi savunmaktan kaçacak değildim. Buna karşılık tek bir kaşını havaya kaldırıp. Koyu kırmızı dudaklarını birbirine bastırdı. "Vahşiliğinden hiçbir şey kaybetmemiş." Başını yana doğru eğdi. "Ne kadar çok Sophia'ya benziyor..."
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Flower on The Cemetery // Gryffindor
Fanfiction"Yapamam," dedim gittikçe daha da ağırlaşan nefesimi düzenlemeye çalışırken. Panik bedenime hakim olmaya başlıyor, kontrolümü kaybediyordum. "Kim olduğu umurumda değil. Kimseyi öldüremem." Omuzlarımın üstüne kapanan eller bana hayatım boyunca hisse...