Rahatsızca kıpırdanırken, büyükbabamın tanımlayamadığım tütünü tekrar ağzına götürdü. Alden'la göz göze gelince bana güven vermek ister gibi gözlerini yumup açtı. Bense tamamen kafam karışık bir şekilde tekrar suratı yaşlılığından dolayı iyice sarkmış olan büyükbabamın yüzüne bakıyordum.
"Bundan yıllar önce... Melez Veela annen henüz senin yaşlarındayken babanın başına sorun açacağını biliyordum."
"Bunları dinlemek için burada değilim." Kalkmaya yeltendim ama "Expelliarmus," demesiyle tuttuğum asa bir yana fırlarken ben de oturduğum yere geri düştüm. Asam artık elimde olmamasına rağmen ona karşı korkumda bir değişiklik olmamıştı. Belki onun kadar güçlü bir büyücü ya da asalı değildim fakat hiçbir zaman onun kadar korkak ve gurursuz olmamıştım.
"Bu yüzden annenin babana karşı olan sevgisini ölçmek istedim. Zavallı kızcağız, babana o kadar aşık ve bağlıydı ki beni tanımamasına rağmen söyleyeceğim her şeyi yapmaya hazırdı. Çoktan aile üyelerinden birini 1998 savaşından kaybetmiş, çok kısa bir süre sonra ikisinden de olmuştu. Zavallı kız... Geride sadece Edgar kalmıştı... Benim zeki ve güçlü, Edgar'ım... Onu bir teste soktum. Çok basit bir testti. Ancak geçerse ikisi kaçtıklarında Edgar'ın hayatına karışmayacağımı söylemiştim. Çünkü bu test hem onlar için mutluluk hem de benim için güç anlamına geliyordu. Hem Edgar'ımı kaybetmeyecektim, hem de kontrol hep elimde olacaktı. Bu testten babana bahsetmeyeceğine dair de yemin ettirdim."
Başım dönmeye başlamıştı bile. Ceketimin içinde sırılsıklam ter içindeydim. Ne annemin ne de babamın onun burada haberinin olmadığını anlamıştım. "Babama şimdi bunu anlatmayacağımı nereden biliyorsun?"
"Anlatmayacaksın. Sabırsız olma, Marie."
Alden yavaşça köşeye oturdu. Ben yutkunup derin bir nefes alırken büyükbabamın epey keyfi yerinde görünüyordu. Sanki savaşı hatırlamak ona haz vermişti. Onu anlayamıyordum. Babama karşı duyduğu sevgi ve korumacılığına rağmen nasıl bu denli acımasız olabildiğini çözemiyordum.
"Testimden geçti. Muhtemelen başına gelebilecekleri bilseydi, babana aşkı bile onu bundan döndürebilirdi. Ama babanı Mugglelar için çalışmayı kabul edecek kadar köreltmişken geri adım atamazdım."
"Ne testi? Test neydi? Annem niye bana daha önce bundan hiç bahsetmedi?"
Sorum iyice keyiflendirdi onu. Gülümsemesi neredeyse sivri kulaklarına ulaşacak gibiyken ben kendimi ayakta tutmak için tüm gücümü harcıyordum. Hayır. Paniğe kapılmamalıydım. Bu hikayenin sonu düşündüğüm kadar kötü bitmeyecekti. İkisi de Brighton'da güvendeydiler. Büyükbabam onlara zarar veremezdi. Hele kendi oğlunu karşısına almaya? Asla cüret edemezdi.
Ter içinde ıslanan avuçlarımı kotumun dizlerine sildim.
"Bir tür bağlılık yemini gibi diyebilirsin... fakat biraz daha riskli bir şey. Bana bir hediye vermesini istedim. Kendisinden bir parça."
"Ne? Yani... Hortkuluk gibi mi?"
"Hayır, hayır. Çok daha farklı bir şey." Elini uzatınca kırış kırış parmaklarının arasında bir yüzük parladı. Yüzük tıpkı Gonheart armasındaki gibi gül şeklindeydi ve hareket ettikçe içinde yüzüğe kırmızı rengini veren bir sıvı oraya buraya çarpıyordu. "Bu annenin," dedi.
"Yüzük mü?"
"Yaklaş... hayır. Yüzüğün içindeki. Sophia'nın kalp özü."
Hiçbir şey söyleyemeden yüzüne baktım. Parmak uçlarım uyuşup, beynim deli gibi dönerken gözlerimi ondan ve yüzükten alamıyordum. Daha önce hiç böyle bir şey duymamıştım. Ne daha önce ailem öğretmişti ne de kitaplarda karşılaşmıştım. Ne de bir başkasının bundan bahsettiğine tanıklık etmiştim. Fakat başımın belada olduğunu her şekilde anlayabileceğim bir şeydi.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Flower on The Cemetery // Gryffindor
Fanfic"Yapamam," dedim gittikçe daha da ağırlaşan nefesimi düzenlemeye çalışırken. Panik bedenime hakim olmaya başlıyor, kontrolümü kaybediyordum. "Kim olduğu umurumda değil. Kimseyi öldüremem." Omuzlarımın üstüne kapanan eller bana hayatım boyunca hisse...