Charlie durmadan önüne gelen saçları için bileğimdeki tokayı çalınca eline sertçe vurdum. Profesör Trelawney rüya tabirlerini nasıl yapmamız gerektiğini aktarırken masanın altında sessizce ilerleyen kavgamıza Charlie'nin neredeyse sesli sayılacak acı dolu inlemesi nokta koydu.
Gülüşümü bastırıp, Profesör Trelawney'den azar işitmemek için derin derin nefes aldım. Sınıfın yüksek tavanında gezegen biçiminde hareler kendiliğinden dönüyor, etraflarında yıldızlar ışıldıyordu. Yerdeki halı parke ayağımı sürttükçe daha da yumuşuyordu sanki.
"Bilinçaltınızın sizi kontrol altına aldığı rüyalarınızı, içgüdülerinizin size rehberlik ettiği rüyalarınızdan ayırmanız çok önemlidir. Kim ikisi arasındaki farkı söyleyebilir?"
Eadburg hızlıca elini kaldırdı. Birkaç kişi de onu takip etti. Cevabı hayal meyal hatırladığımdan el kaldırmaya yanaşmadım bile. Charlie ise çoktan Eadburg'ün ipek gibi simsiyah saçlarına ve minik mavi küreleri andıran gözlerine dalmıştı.
"Bilinçaltınızı genelde kolay kolay kontrol edemezsiniz. Fakat altıncı hisle görülen rüyalar genellikle seçimlerle ilgili olur ve kolayca kontrol edilebilir. Bu yüzden de kadere bağlanır. Gelecek bizim elimizdeki seçeneklerle şekil alır."
"Çok iyi Bayan Beasent!" Profesör Trelawney gülümseyip iri mercekli gözlüklerini düzeltirken memnuniyetle güldü.
Charlie iç çekince gülmekten kendimi alamadım. Neyse ki kimsenin fark etmeyeceği kadar düşük sesliydim. Charlie ileyken Grace'in bize tahammül ettiği için ne kadar şanslı olduğumuzu düşünmeden edemiyordum. Çoğu zaman fevri davranmamız ve bazen kabul etmek gerekirse çocuksu sayılacak şakalarımızla Grace her zaman bizi dengeliyoedu.
Tekrar hayal aleminde yüzen Charlie'ye baktım. Sonra gözlerini takip ettim. Eadburg gerçekten dikkat çekici bir kızdı. Hem epey zeki hem de güzeldi. Biraz şapşal ve sakar olmasına rağmen Charlie'den hoşlanmaması için bir sebep göremiyordum. Sonuçta sadık, komik ve dostcanlısıydı. Üstelik çok bonkördü ve Ravenclawları sevindirecek kadar öğrenmeye açıktı. Yalnızca uzun süre odaklanmakta güçlük çekiyordu. İlgisini tuttuğunuz sürece öğretemeyeceğiniz hiçbir şey yoktu.
Epey heyecanlı bir köpek gibi düşünülebilinirdi sanırım.
"Sor ona," diye fısıldadım. Saçlarını ensesinde at kuyruğu yapmaya çalışmıştı ancak bunun için fazla kısa olduklarından tüm yüzüne tekrar saç tutamları dağılıp, kısacık bir kuyruk bırakmıştı. Yine de epey sevimli görünüyordu bence. "Seni reddetse ne olacak, Charlie? Senden hoşlanan tonla kız var zaten."
"Babası en ünlü seherbazlardan biri. Benimse ailemin şeker dükkanı var."
"Bay ve Bayan Alvingham hakkında böyle konuştuğunu bir daha duyarsam bu küreyi—"
"Hayır, sorun elbette bu değil. Ama... biliyorsun."
"Aptal olma, Charlie. Sırf Muggle doğumlusun diye seni reddedeceği yok. Eadburg ya da başka bir Hogwarts öğrencisi asla büyücüleri bu şekilde ayırmaz biliyorsun."
Charlie sessiz kaldı. O bundan o kadar emin değil gibiydi. Kendimi o kadar kötü hissettim ki, bunu gerçekten bir sorun olarak gördüğünü anlayamadığım için kendimi suçladım. Tüm bu Muggle-Safkan savaşlarının üstünden onlarca sene geçmişti. Slytherinler'deki safkanlar bile bunu umursamıyorlardı.
Yine de içten içe Charlie'nin, kendisini, büyücü ailede doğanlardan daha eksik hissettiğini ancak şimdi görebilmiştim. Oysa hem benden hem de birçok büyücü ailede doğanımızdan daha çok büyücüydü.
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Flower on The Cemetery // Gryffindor
Fanfiction"Yapamam," dedim gittikçe daha da ağırlaşan nefesimi düzenlemeye çalışırken. Panik bedenime hakim olmaya başlıyor, kontrolümü kaybediyordum. "Kim olduğu umurumda değil. Kimseyi öldüremem." Omuzlarımın üstüne kapanan eller bana hayatım boyunca hisse...