Not: Hellooo öncelikle okuduğunuz için çok teşekkür ederim! Hikayede çok fazla karakter olduğundan gözde canlandırmanın ve akılda tutmanın zor olabiliyor haklı olarak. Bu yüzden app tarzı bir yerde (merak edenler için adı artbreeder ve snow) karakterlerimin kişilik özelliklerine göre düzenlemeye çalıştım. Gelecek bölümlerde de diğer karakterleri de eklemeye çalışacağım becerebilirsem. Çok teşekkürler tekrar!!!
~~~~~~~"Efendim," dedim büyükbabamın kadife pelerininin ayaklarına kapanırken. "Lütfen beni bağışlayın bardağı kırmak istemedim. İstemeden oldu."
"Sus! O melez annen kanımızı kirlettiğinde doğacak çocuklarının başımıza bela olacağını biliyordum." Saçımı tutup zindana doğru ilerledi. Merdivenleri inerken, yerde sürükleniyor ve basamaklara çarptıkça canım yanıyordu ama o tanıdık soğuk, dar ve zifiri karanlıktaki yeri düşününce bunların hiçbir anlamının olmadığını biliyordum. Asasını bana doğru salladı. "Incarcerous!"
Sıkıca sarılan halatlar ben zindana girene kadar nefesimi kesecek kadar vücudumu sardılar. Sonunda kapı kapanıp, halatlar tekrar havaya dönüşürken gözyaşlarım dizlerime düşüyordu. Karanlıkta panikleyerek bir köşe bulmaya çalıştım. Karanlık odada tam ortada nereden neyin geleceğini bilemeyerek durmaktan nefret ediyordum. Beni hep çok korkutuyordu.
Sonunda duvarların köşelerini ellerimle hissedince kendimi attım. Yer ıslaktı ve zindan soğuktu ama bu korkunç, içeride benimle neyin kaldığı belli olmayan, tuhaf seslerle dolu karanlıktansa en azından arkamdan bana bir şeyin zarar veremeyeceğini bildiğim ıslak bir karanlığı tercih ederdim. Annemi istiyordum. Bunun olmasına izin vermezdi. Ya da babam. Fakat nereden bilebilirlerdi ki? Belki de onlar da hakkettiğimin bu olduğuna inanıyorlardı. Gonheart Ailesi'nin kanını kirleten bir melez büyücü olduğum için bu şekilde yetiştirilmem gerekiyordu.
"Büyükbaba!" bağırmam zindanda yankılandı. "Korkuyorum."
Gittikçe yükselen ağlamamın sesinin yankısından artık hiçbir şeyi duyamayacağımı sanarken uzaktan onun sesini duydum. "Güzel," dedi.
***
"Diana!"
Ter kan içinde yerimden zıplayınca Angelina ile alınlarımız birbirine çarptı. İkimiz de acıyla inleyip, başımızı tutarken yatağımın üstüde duran Grace ve Angelina'yı inceledim. Olivia ve Julia da yanımda duruyor, biri sürahiyi tutarken diğeri su dolu bardağı uzatıyordu.
"İyi misin?" Angelina başını ovuştururken sordu.
Başımı sallayıp Olivia'nın uzattığı suyu içtim. Kabus. Ne zaman artık görmeyeceğimden emin olsam da durmadan gördüğüm kabuslar. "Üzgünüm, Angelina. İyi misin?"
"Evet, evet. Sanırım kabus görüyordun. Seni uyandırmak istemedik ama çok bağırıyordun. Erkekler yatakhanesindekileri bile uyandırmışsın."
Herkesin benim yüzümden ayakta olduğunu öğrenince yüzüme utançla bir kızarıklık çöktü. Yerimde iyice doğrulup çoktan üniformalarını giyip, hazırlanmış kızlara suçlulukla baktım. "Özür dilerim," dedim tekrar. Şimdi de okulda deli olduğum dedikodusu yayılacaktı. Tam da ihtiyacım olan şeydi gerçekten.
"Özür dileyecek hiçbir şey yok," dedi Grace neredeyse bunu söylediğim için bana kızarak. "Uzun süredir bu kadar kötü kabus görmüyordun. Senin için hepimiz endişelendik, hepsi bu. Gerçekten iyi misin? İstersen Profesör Longbottom ile konuşabiliriz. Bugün istirahat etmeni mazur görebilir."
"Hayır, hayır. İyiyim. Neden böyle oldu bilmiyorum. Saat kaç-- aman tanrım, çok üzgünüm. Gerçekten iste--"
"Saçmalama, Gonheart." Angelina bile beni bölünce sus pus kalıp ona baktım. "Beraber yedi senedir kalıyoruz. Eğer birileri, birilerini erkenden uyandırdığı için kızacak olsaydı muhtemelen Hogwarts'ta öğrenci kalmazdı. Hadi yüzünü yıka ve giyin. En azından beraber uzun ve keyifli bir kahvaltı yapabiliriz, değil mi?"
ŞİMDİ OKUDUĞUN
The Flower on The Cemetery // Gryffindor
Fanfiction"Yapamam," dedim gittikçe daha da ağırlaşan nefesimi düzenlemeye çalışırken. Panik bedenime hakim olmaya başlıyor, kontrolümü kaybediyordum. "Kim olduğu umurumda değil. Kimseyi öldüremem." Omuzlarımın üstüne kapanan eller bana hayatım boyunca hisse...